30 Ocak 2025 Perşembe

kavram: "benim adım da mor"

Orhan Pamuk’un kitabından geliyor bu alaycı ifade. “Konya yolundayım, Konyaaa!!”, “Yoh artıh” gibi mimlerin permicesi. Bir tavır, bir tepki cümlesi.

Peki ne anlama geliyor? Yazının en sonunda, açıklaması için de en naifinden örnek gelsin:

.

Tarımda kullanılan kimyasallara ilaç mı demeli yoksa zehir mi? Tarım zehri mi tarım ilacı mı?

Tarımda kullanılan kimyasal ilaçlar ve gübreler esasında toprağı, topraktaki hayatı ve bizleri zehirliyor. Doğru kullanılsa yararları zararlarından çok (ben şok!), ancak bizde doğru kullanan pek yok (hadi bee!). İlacı misli dozajlarda uygulayan mı istersin, yanlış hava şartlarında… Aklınıza ne gelirse sahada örnekleri mevcut, denetim yok gibi (vay anasını sayın seyirciler…). Bir de işin ilginç tarafı AB ve diğer ülkeler kimyasalların güvenilir eşiğini her sene aşağı çekiyor- hemide esasında öyle bir eşik değer gerçekte hiç bir zaman olmamışken (ne diyorsuuun??). Sistematik ilaçlar, yiyeceğiniz gıdanın içine işleyen, ayrı sıkıntı. Kimyasal gübrelerin kullanımında sadece rekolteye dikkat edildiği için onun getirdiği kayıpların da haddi hesabı yok hem kimyasalların etkisi hem de erozyonun yarattığı durumlar… Rezillik yani.

Bu nedenlerden dolayı bu sektörde ilaç ve gübrelere zehir dendiğini sanıyorsanız, benden söylemesi, çok tatlı, şirin ve aşırı naifsiniz :) 

Organik üreticilerin sertifikaları var, biliyorsunuz. Hem kendileri için hem de ürünleri için- ayrı ayrı. Sertifika almak hem uğraştırıyor hem de cepten gidiyor. Bir ara sertifaksızlar da ürünlerine organik diyordu. Organikçiler isyan etti, bilinci arttırmaya çalıştılar. Peki bu yandan sokulanlar ne yapmalı, halka nasıl itelemeli bu ürünleri? Köy desinler, köy ürünü diye iteleyelim insanlara. İnsanlar köy diye bostanın kimyasalla yıkandığını anlayınca bu tabir çöktü tabii. O halde doğal diye iteleyelim insanlara, doğada olduğu gibi? O da pek tutmadı, doğaldan kasıt ne? Ekolojik diyelim, aynı şeyin daha bilimseli gibin? Kendi ürettikleri ekolojik de etraftan toplanan ürünleri arada yutturur muyuz? O da mı olmadı, hadi o zaman zehirsiz diyelim. Bu ürünler zehir kullanılmadan yetiştirildi diyelim. Bu aralar agroekolojik tabirini deniyorlar mesela. Taze geldi, sınırlı stoklarda, ekolojiğin daha bilimselsizi :)

Açıkçası geçen seneye kadar “zehirsiz” ifadesi içlerindeki en temiziydi. Konuyu bilen, kendini ahaliden ayrıştırmaya çalışanların tabiri. Diğer tabirlerden, köyler zaten kent oldu, kimse takmıyor. “Ekolojik” ifadesi kullananları da ayırt etmesi rahat, say bakalım diyorsun, ekolojik üretim için gerekli bitkileri ve böcekleri sayamıyorsa, üretim alanının en az üçte birini doğal hayata ayırmıyorsa ele gitsin. Organikçiler yollarını bozmadı, aynı yolda devam ediyor. 

Peki ne oldu zehirsize? Neden bu ifadeye de aldanmamak gerekiyor? Kendilerine sıktılar valla, hem de çok fena sıktılar. Kimse onlardan talep etmeden, zorlamadan gittiler ürünlerinde zehir kullanılmadığını kanıtlamak için analiz yaptırdılar. Belgeyi de kabak gibi Instagram’dan paylaştılar. Bu o kadar yanlış bir hareket ki! Muhatabınız (müşteriniz ya da denetim kurumu gibi, ahali değil yani) sizden yazılı olarak talep etmediği sürece bilgi ve evrak paylaşmak yapabileceğiniz en yanlış hareket. Kırmızı kartlık. Avukatlar da işte buradan para kazanıyor.

Bu hareketin onlarca yanlışı var, hangi laboratuvara hangi yöntemle analiz ettirdiğinizi, hangi değerlere bakıldığı ve eşik değerler hepsi var. Yani “zehir”in eşik değerleri var -nam-ı diğer güvenli doz. Yani araziyi komple ilaçlayıp, denilenleri yaptıktan sonra örnek alıp analize gönderirseniz eşik değerin altında çıkar, yani zehirsiz çıkar. Eşik değer ifadesi de kendinden sıkıntılı, her sene değişiyor.  Eşik değerin altında da doğanın anası babası ağlıyor, yıllarca ot çıkmıyor tarlada. Ya da hiç kasmayın yanlış analize gönderirsiniz, bakır ilaçlayıp kükürde baktırırsınız. Müşteri bunu nereden bilecek? Kimyasal gübre çuvallarında depolarsınız mahsulü. Nereden bilecek?

Kimileri bunu anlayınca kimyasalla üretilen ürünleri “zehirsiz” diye pazarlamaya başladı. Bakan yok, kontrol yok, kim anlayacak. Yapıştırrr.

Peki buna bizim saf, temiz zehirsiz üreticilerimizin cevabı ne oldu? Geçen kasım ayından itibaren yoğun bir kampanyayla toplum bilinçlendirme paylaşımı yapıyorlar. Ateşi söndürmek yerine, içerideki çürükleri temizlemek yerine bildiğin barut attılar. Şimdi herkes analiz yaptırıyor ve sözde herkes zehirsiz. Tarım ilacı yerine zehir diyorlar, ilaç derseniz uyarıyorlar. Bu arada zehirliler de zehirsiz oluyor bir bir, eşik değerin altında çıkanlar ufaktan ortama sızıyor.

Tek yapılması gereken otla dolu tarlanın fotoğrafını çekmekti. Analiz değil. Tarlanın otunu göstermeliydi. Zehirsiz, bak kimse ölmedi demekti. Analiz raporunu da talep eden müşteriye göndermeliydi, talep eden kuruma...

Her iki yılda bir yeni bir isim, yeni bir marka oluşturmak gerekiyor? Derdimiz kelimelerle mi, kelime mi koşturmalıyız? Sıkıntıyı ciddi ciddi tarif etmek gerekiyor. Bu yazının konusu “mor kafalar”, zehirler değil, o yüzden daha derinlemesine girmeyeceğim. Kısaca yazacak olursak iki problem var çözülmesi gereken. İlki müşteri ile üretici arasında güven sıkıntısı var, ikinci ise üretimle alakalı. “Zehir” kullanmadan üretim mümkün, ama zor. İmkânsız değil ancak zincir koptu, eskinin bilgisi bize ulaşmıyor (hayvanla tahılda ot kontrolü). Ekonomiden yeninin bilgisi, aletleri, teknikleri ve ekipmanları da bize ulaşmıyor (kültürel kontrol ekipmanları).

Bu şartları sağlamadan üretim yapan, yapmaya çalışan var mı? Olma mı, var öyle çılgınlar. Suudiler ortalama 1 ton buğday alırken, ülkemiz 350-500 kg arası alıyor. Biz çılgınlar 150 kg’ı geçince gurbetten çikolata gelen çocuklar kadar mutlu oluyoruz. Gülüyoruz acınacak halimize. Bunlar rekolte. Finansal olarak sonuçları merak ediyorsanız son yıllarda üretimden vazgeçen “organik uncuları” hele bir bakın, kaçı iflas etmiş (cevap çoğu).

Peki ne yapılıyor. Ata çeşitler konvansiyonel – ilaçlı/zehirli- şekilde üretiliyor. Sınır değerlerin altında çıkmasına özen gösteriliyor ancak ilaç/zehir kullanılıyor. Tarlada bir tane ot bulamazsınız. Bilhassa mısır ve buğday tarlaları altındaki tek yıllık çiçekleriyle meşhurdur. Hatta bundan esinlenen tek yıllık çiçek karışımları var, satılıyor. Bizdeki sözde ekolojik tarlalarda bir tane çiçek bulamazsınız… (ikinci resimde çiçek karışımı denememi görüyorsunuz, arazi uzun yıllar ilaçlandığı için buğdayla birlikte çiçekleri de ekmem gerekti)

.

Konuyu bağlayalım.

.

İster zehir deyin ister ilaç, üretimdeki sıkıntıları çözmediğiniz sürece problemin çözülmesine hiçbir katkınız olmuyor. Kullandığınız kelimenin sahada, gerçek uygulamalarda önemi yok.

Kullanılan kimyasallar zehir mi? Yanlış kullanımlarda evet (ki neredeyse tamamı ama hepsi değil). Peki ilaç mı demeliyiz yoksa zehir mi?

İster ilaç deyin ister zehir. Ambalaj sadece.

Somut uygulamalara, günümüzdeki güven ve üretimle ilgili problemlere hiçbir etkisi yok. Vicdanınızı rahatlatıyorsa ne ala.

.

Biri zehire ilaç ya da ilaca zehir derse, bunu dile getirirseniz sıkıntı yok. Ancak zorla karşınızdakine "sen global hegomanyanın bir piyonusun" "zehiri şirinleştirmeyin, bizi zehirlemeyin" diye yazarsanız aşağıdaki tepkiyi alırsınız şaşırmayın.

.

Benim adım da mor!”, “mor kafa”, “tam mor’luk” Permies’teki mor – kahverengi ayrımından geliyor. Konuya hiçbir somut katkısı olmayan entel zevzekliğine verilen edepli tepki.

.

.

.

Gereksiz not: Renklerin permakültürdeki karşılıkları farklı. Bu mor o mor değil. Permakültürde kadının rengi lavanta rengidir. Türkçe'de eflatun diye biliyoruz.