26 Şubat 2021 Cuma

çalakalem - melez, yerel, yerli, ata tohum

Tohum konusunda kafalar öyle karışık ki, kimin ne dediği ne kastettiği hiç mi hiç anlaşılmıyor. Çekilişte bana çok sordular bunu. Öyle karışık ki nesillerdir Amerika'da teknolojiyi reddeden Amish'lerin ektiği Amish domatesi, bizim ülkemizde elden ele Aliş domatesi diye dolaşıyor. Blue beauty domatesi de çok soruldu ("abi sende mavi bomba domatesi var mı" diye mesaj atan genç, sana burdan selam olsun!). Yerli sanılıyor o da. Ne yalan söyleyeyim, mavi bomba güzel isim. Yaraşır. 

Ata Tohum - Ata cins - Heirloom

Nesillerdir ekilen, şekli şemali bilinen, tohumunu ektiğinde aynısı ya da çok benzeri çıkan bitkilerin tohumlarına ata tohum deniyor. Teknik, bilimsel tanımını merak edenler google amcaya "heirloom variety" diye sorsun, bir de "open polination" başlığını kurcalasın. Heirloom Türkçe'de yadigar demek.

Sadece tohumlarda yok bu "ata" muhabbeti. Mesela sivas kangalı. Bizim ata köpeğimiz. Rengi belli, şekli belli, yaptığı iş belli, karakteri belli. Asırlardır var bu köpek. Yeni bir cins değil. Kangalın özellikleri de farklıdır diğer köpeklerden, kendi karar verir, diğer cinslerle pek çiftleşmez. Aile yapısı var hayvanın. Tavuklarda da var. Gerze tavuğu, sultan tavuğu, denizli horozu. Bir de abaza tavuğu varmış, aratınca "abaza hindi tavuğu felç ediyor" adlı youtube çalışmasıyla karşılaşıyoruz. İzledim, 144p, sansürlü. Aramayı burada sonlandırdım. 

Ata tohumlar da bunun gibi. Bizim asırlardır diktiğimiz bitkiler tohumlar. Hibrit tohum 2. dünya savaşı sonrasında yaygınlaştığı için 1945 yılından sonraki türler ata tohum olamıyor. Öyle bir yaygın kanı var. Adı üstünde de isteseniz de artık ata tür yaratamazsınız. O defter kapandı. Gibi. Ama öyle mi?

Şimdi bizim ata tohumlarımız var. Amerikalıların da var. İngilizlerin de. Herkesin atası farklı. Aliş domatesi bizim değil Amish'lerin atasından kalma. Ortam karışık derken bunu diyorum. Adam gitmiş Alp dağarının tepesindeki köyde yetişen domatesin tohumunu göndermek istiyor bana. "O buraların değil" dedim. Ninesi ekiyormuş. Ninesi yaşını almış almasına da bu tohumu kaç yıldır ekiyor peki? Komşusu vermiş geçen sene. O da başkasından almış. Tohumlar öyle bir karışmış ki, ipin ucunu bul bulabilirsen. 

Bizim ata türler hangileri peki? Bilmiyorum. Hangi listeyi incelesem, azımsanmayacak hatalar var. İnternette gruplar var, bir kısmını bazı sığırların yönettiği. Kimin ne tohum olduğu belli değil. Nerenin tohumu, kaç meyve verir, ağırlığı ne olur. Hiçbiri yok. Bir zarfa koy 5 tohum gönder. Tohum satışının yasak olmasının arkasındaki "beyaz" neden bu. Daha doğrusu sertifikasız tohum satışı. Çekilişte tohum satıp satmadığımı soranlar oldu. Satmıyorum. Yasa dışı çünkü. "Siyah" bu yazının konusu değil, ondan girmiyorum.

Gruplardakilerin çoğunun niyetleri temiz. Ata türleri korumaya çalışıyorlar. Ama standart getirmeden koruyamazsınız ki. Ortalık daha çok karışıyor. "Bu tohum çorbacı biberi tohumu. Şu boyda, şu ağırlıkta verir. Tohum 1870 yılı bilmem ne çiftliğinden." demeli. Diyemiyoruz. Benzer hesaplardan yıllar evvel kınalı bamya tohumu almıştım. Geliboluda dikmişti haminnem. Hepsi birbirinden farklı oldu. Hani bu kınalıysa diğeri ne? Yerel cins farklı, ata cins farklı.

Bu problemin acilen çözülmesi gerekiyor. Yoksa bu gidişle ata tohumu koruyacağız diye hepsinin saflığını bozacağız. Standartları olması lazım. Hem de acilen.

Yerel Tohum - Yerel Cins - Landrace

Yerel tohum, yerel cinsler var. İngilizcesi landrace. Sizin şartlarınıza uygun yarattığınız cins. Ne gibi? İzah edeyim. Ben yıllardır İstanbul'da balkabağı yetiştirmek istiyorum. İstanbul'un havasının sağı solu hiç belli olmaz da kesin olan bir şey var. O da temmuz sonu ağustos başında havanın sıcak ve aşırı nemli olacağı. Daha hiç sekmedi bu durum. Balkabağı güneşi sever, gübreye bayılır. Yağmura da eyvallah. Neme gelemiyor ama. Ağustos 10 bilemedin 15 geldiğinde yaprakları tamamını beyaz bir örtü kaplıyor. Bitkiyi öldürmese de artık meyve tutmuyor. Tutmuyordu daha doğrusu. Ben naptım? Bu küf hastalıklarına dayanaklı bir kaç tür ile, bizim yerli cinslerimizden üçünü dip dibe ektim her yıl. 8 yıldır tadı güzel, hastalanıp ölmeyen kabakları seçiyorum. Kalanı meyve tutarsa konu komşuya dağıtıyorum. Bir sonraki sene de seçtiklerimi ekiyorum. Hiç ilaçlamıyorum, mümkün olduğu kadar az suluyorum. Küfe süt iyi gelir mesela, onu bile sıkmıyorum. Ölürse ölsün şeklinde bir muamele görüyorlar. İlk bir kaç yıl durum umutsuzdu, hatta bir sene az kalsın hepsi ölüyordu. Gelgelelim 2016'dan beri ektiğim tohumların hepsi sonbahara doğru da meyve tutmaya başladı. İlk kez geçen sene içlerinden biri bu hastalıktan pek etkilenmedi (ama ne hikmetse onun kabağı da tatsız bir şeydi). 15 yıl daha devam edebilirsem kendi yerel kabak türümü yetiştirmiş olacağım. İstanbul'un iklimine, havasına, toprağına uygun. Amerika'da Greg diye bir adam var, permiesten tanıştığım. O da yıllardır dayanıklı olanları seçermiş. Dediğine göre artık bitkileri hastalanmıyormuş (20 yıldır devam ediyormuş çalışması).

Köpeklerde de var bu. Mesela karaburun köpeği. Trakya'nın kangalı. Tipi çok benziyor kangala, ama kangal değil. Kangal kadar iri, hatta ondan büyük kafası var. Kangal köpeği bir şekilde trakyaya gelmiş ve orada bulunan düğer köpeklerle karışmış. Ben pek duymadım köpek hastalanınca veterinere götürüldüğünü köyde. Rahat 150 yıldır (öncesini bilmiyorum) dayanıksız olanlar ölüyor, insanı daha iyi tanıyanı yaşıyor. Listeye yazılıp beklemenize gerek yok. Sokaktan sahiplenebilirsiniz. Benim Kermit karaburun köpeği. Malkara yolunda benzincide denk geldim, 2 aylık bile değildi. Hastalığına göre Kermit'in kesinlikle ölmesi gerekiyordu. Bir haftada sağ bacağını kaybetti. İlaçlara rağmen kurtulmasını hiç beklemiyordum. Yıllarca cins köpek besledim. Hiç biri bu hastalığı atlatamazdı. Kermit yaşıyor.

Karaburunla Kangal arasında peki ne fark var? İstanbul'da kangal besliyorsanız bilirsiniz. Buranın iklimi iyi gelmiyor kangala. "Şehirde olmuyor" diyorlar, işin içinden sıyrılıyorlar. Yemezler. Karaburuna komaz ne havanın nemi, ne kalabalık, ne şehir ortamı. Kimi daha küçük, kimi büyük. Buralara uyum sağlamış. Buranın köpeği o. Trakya'nın şimdiki sokak köpeği.

Bir de ben kendi yerel tavuk cinsimi yaratmaya çalışıyorum. İstanbul'un iklimine dayanıklı, iyice yumurtlayan, ve manav atıklarıyla karnını doyuran (yem fiyatları uçtuğundan), yumurtalarının rengi farklı farklı bir tür olacak. Türleri seçtim, karıştırıyorum. Mavi yumurtacı, koyu kahve yumurtacı var. Yumurta tavuklarından üç tür var. Türker var dayanıklı olsun diye. Gerze tavuğu var yerel iklime dayanan. Ekleyebilrsem ondan da eklemek istiyorum. Yasak mı değil mi bilmiyorum ama. Artık bundan sonra birbirleriyle melezlene melezlene. Kasım ayında başladım, daha civcivler, ilerledikçe yazarım.

Köy biberi, köy patlıcanı dediğiniz biber patlıcanların hepsi yerel cinsler. Nesillerdir o köye ne kadar cins geldiyse hepsi birbiriyle melezlenmiş. Dayanıklı, lezzetli, bol dökeni seçilmiş. Ondan lezzetli yani.

Yerel türleri de sınıflandırmak gerekiyor bence. Belki sertifikalandırmak. Belki onları da "ata" tür sınıfına dahil etmek için bir şeyler yapmak. İkinci ata cinsler deriz. Elemektense, onları da katalım. Aradaki fark bilinmeli.

Organik Tohum

Organik yetiştirilen bitkilerden alınan tohuma organik tohum diyorlar.

Kim ne der zerre umrumda değil. Organik tohum tam bir aldatmaca. Tohumun organiği olmaz. Sonradan ilaçla kaplananı olur, ilaçsız olanı olur. Hibriti olur, atası olur, yereli olur. Organik olmaz. Bitkiye ilaç kullanmışsın kullanmamışsın tohumun geni aynı gen, içi dışı aynı. Bitkiye fışkırttığın ilaç tohuma geçmiyor ki. Geçse de önemli bir miktarda değil. Ektim oradan biliyorum. Organik turpla organik olmayan turbu yan yana ektim. İkisine aynı toprağı koydum, aynı mikorizayı aşıladım. Birebir aynısı. Mikroskop altında toprağına da baktım. Aynı. Değişen bir şey yok.

Daha çok satmak için "organik"i yapıştırıyorlar herhalde.

Hibrit- Melez Tohum

Geldik zurnanın zort dediği yere. Daha doğrusu ilk zortladığı. 

Ayrıntısını merak eden araştırsın, melezler genelde anne ve babalarından daha güzel, daha sağlıklı, daha orantılı oluyor. Bitkilerde de durum böyle. Tadı çok güzel, bol döken bir cins domatesin var diyelim. Kesin çok hastalanıyordur. Bu domatesle çok dayanıklı başka bir domatesi melezlersen hem tadı güzel hem daha dayanıklı hem de bol bol döken domates elde edersin. Bu ilk nesile F1 diyorlar. F1 genelde anne babasından daha verimli, daha dayanıklı oluyor.

F1'lerin sudan çıkmış ak kaşık olduğunu sanmayın. Genleri "dengesiz". Çocuklarının ne yapacağı hiç belli olmuyor. Ondan tohumu ekilmez melezlerin. F2'ler (F1'in çocukları) her şey çıkabilir. Büyük olur küçük olur. Ancak genelde bir cacık olmaz F2'lerden. Ancak inat edip 5-10 nesil ekerseniz ve işe yaramazları elerseniz genler tekrardan "dengelenir". Hibrit çeri domates ekmiştim 4 yıl önce. Tohumlarını ekiyorum her yıl. Daha doğrusu o kendi kendini ekiyor. İkinci sene milyonlarca domates vardı üstünde, her biri tırnaktan küçük. Kimi lokum, kimi ekşi. Geçen sene büyükçeydi meyveleri, ama hep yarıldı. Dengeleniyor yavaştan.

Hibrit var hibrit var. 10 liraya da hibrit tohum alırsınız, 650 liraya 10 tohum da. Gel gör ki istersen 1000 tl ver, tohumunu saklayamazsın. İsrail tohumu diyorlar Trakyada. Çıkmıyor bir sonraki sene tohumundan. Ancak satın aldığını ektiğinde döküyor.

Genetiğiyle Oynanmış Tohum

Bu da zurnanın ikinci zortladığı.

1970lerde bir ilaç çıkarmışlar, glyphosate diye. Yabani otların kökünü kazıyor. Çiftçiler çok sevmiş bunu. Tarlaya bir kere atıyorsun, ot derdi kalmıyor. Hayat güzel.

Hakikatten güzel mi peki? Değil. Yabani otların eli armut toplamıyor. Bir kaç sene sonra mutasyonlar sağolsun bir tanesine ilaç etki etmemeye başlıyor. Sonra bir diğerine. 5-10 yıl geçmeden tarlayı ufaktan ufaktan otlar sarıyor. Çiftçi haliyle vazgeçmiyor. Bir daha ilaçlıyor. Sonra bir daha. Artık öyle bir noktaya geliyor ki ilaçtan kendi ektiği ölüyor, ama bizim ot günü her türlü kurtarıyor (bu arada çiftçinin kendisi de lenfoma falan, klasik).

Şimdi ne yapmalı? Her sene tüm ülkeyi zehirleyecek kadar ilaç mı atalım, yoksa bir çözüm mü bulalım? Tüm bitkiler ölüyor. Napmalı? İlaçlamadan o kadar geniş arazileri ekemezsin. İlaçlasan da olmuyor.

Şu bu ilaca dayanıklı bir bakteri var. Onun genlerini alıp soya fasulyesine koymuşlar. Ek o soya fasulyesini, bas ilacı. Kafan rahat. Temiz iş. Yabani otlar uğraşadursun. İlaç yabani otların imanını gevretirken, geni değiştirilmiş soya fasulyesine hiç bir şey olmuyor.

Doğru mu bu? Benim oyum olumsuz.

Peki, bir de şöyle desek? A vitamini eksikliği var dünyada. Öyle önemsiz bir şey de değil. Pirince A vitamini geni koydular. A vitamini eksikliğini bu şekilde önlemeyi hedefliyorlar.

Doğru mu bu? Hmm, cevap vermesem. Sanki bu soru daha çok felsefe sorusu. Ya insanlar ölecek ya da genetiğiyle oynanmış tohumlar mı. Yoksa olay bu kadar basit değil mi? Bilmiyorum. Çekimserim.

Genetiğiyle oynanmış tohumları alamazsınız. Satılması Türkiye'de yasak. Ayrıca bu tohumlar tescilli. Satamazsınız. Satın alamazsınız. Devletin ve firmanın onayı olmadan ekemezsiniz, yetiştiremezsiniz. 


Bence:

  • Ata türler, yerel türler çorba olmuş halde. Bizim atalarla başkaların ataları da. Ata türlerin saflığı bozuluyor, henüz bozulmadıysa... Yerli Tür = Ata Türler + Yerel Türler. Doğru düzgün listesi olmalı bunların.
  • Ata tohumu koruyacağız ayağına yapılan sayısız yanlış uygulama var. O kadar çok ki, herhalde bilerekten yapıyorlar diye düşünmeden edemiyorum. Ata tohumu devletin koruması bundan mümkün değil bence. Nasıl yurt dışında Baker Creek Seeds var, bizim de kendi ata tohum şirketlerimiz olmalı (Şimdi çıkıp birisi haklı olarak "Var" diyecek. Sonra da haksız olarak "bilip bilmeden konuşuyorsun" diyecek. Paketinde en çok 15-20 tohum gönderebilen firmaların ata tohumları koruyacak "güçte" olduğunu sanmıyorum.)
  • Yerel türleri siz de geliştirebilirsiniz. Nasıl yapılacağı, nelere dikkat edileceği hakkında bir yazı yazabilirim. Türkiyenin her yeri farklı iklim. İnanılmaz bir çeşitlilik var. Kendi cinsini üret.
  • "Hibrit kötü, ata tohum iyi, yerel tohum ?? yerel tohum ata tohum değil mi" doğru değil bence. Bu yazıyı yazan da muhtemelen okuyan da ata tohumları korumaya çalışıyor. Ata tohum ya da yerel tohum ekiyoruz. Ancak üreticiyseniz, bir kabağın 2 günde bir kabak vermesini beklemeniz mümkün değil. Ekonomik olarak yani. Hibrit konusunda bilinçlenmek, kendi hibritlerimizi iyileştirmemiz gerekiyor. Daha doğrusu - daha da geliştirmemiz gerekiyor. Ata tohumlarla hibrit tohumların karışmasını da kesinlikle engel olmamız gerekiyor.
  • Bahçemde her zaman ata tohum ekmiş olsam da, geçen seneden beri kabak ve salatalık için melez cinslere yönelmeye başladım. Melez yerine ata tohum ya da yerel tohum ekemez miyim? Ekebilirim ancak henüz buradaki iklimde verim veren bir ata tohum cinsine denk gelmedim. Yerel cinsi geliştirmem gerekiyor esasında. Ama hangi biri? Balkabağı yeteri kadar alan kaplıyor zaten.
  • Genetiği değiştirilmiş tohumlar henüz yok. Dert etmeye de bundan dolayı henüz gerek yok.

Not: Linç için DM atabilirsiniz. Saygılarımla :)