Tohum konusunda kafalar öyle karışık ki, kimin ne dediği ne kastettiği hiç mi hiç anlaşılmıyor. Çekilişte bana çok sordular bunu. Öyle karışık ki nesillerdir Amerika'da teknolojiyi reddeden Amish'lerin ektiği Amish domatesi, bizim ülkemizde elden ele Aliş domatesi diye dolaşıyor. Blue beauty domatesi de çok soruldu ("abi sende mavi bomba domatesi var mı" diye mesaj atan genç, sana burdan selam olsun!). Yerli sanılıyor o da. Ne yalan söyleyeyim, mavi bomba güzel isim. Yaraşır.
Ata Tohum - Ata cins - Heirloom
Nesillerdir ekilen, şekli şemali bilinen, tohumunu ektiğinde aynısı ya da çok benzeri çıkan bitkilerin tohumlarına ata tohum deniyor. Teknik, bilimsel tanımını merak edenler google amcaya "heirloom variety" diye sorsun, bir de "open polination" başlığını kurcalasın. Heirloom Türkçe'de yadigar demek.
Sadece tohumlarda yok bu "ata" muhabbeti. Mesela sivas kangalı. Bizim ata köpeğimiz. Rengi belli, şekli belli, yaptığı iş belli, karakteri belli. Asırlardır var bu köpek. Yeni bir cins değil. Kangalın özellikleri de farklıdır diğer köpeklerden, kendi karar verir, diğer cinslerle pek çiftleşmez. Aile yapısı var hayvanın. Tavuklarda da var. Gerze tavuğu, sultan tavuğu, denizli horozu. Bir de abaza tavuğu varmış, aratınca "abaza hindi tavuğu felç
ediyor" adlı youtube çalışmasıyla karşılaşıyoruz. İzledim, 144p,
sansürlü. Aramayı burada sonlandırdım.
Ata tohumlar da bunun gibi. Bizim asırlardır diktiğimiz bitkiler tohumlar. Hibrit tohum 2. dünya savaşı sonrasında yaygınlaştığı için 1945 yılından sonraki türler ata tohum olamıyor. Öyle bir yaygın kanı var. Adı üstünde de isteseniz de artık ata tür yaratamazsınız. O defter kapandı. Gibi. Ama öyle mi?
Şimdi bizim ata tohumlarımız var. Amerikalıların da var. İngilizlerin de. Herkesin atası farklı. Aliş domatesi bizim değil Amish'lerin atasından kalma. Ortam karışık derken bunu diyorum. Adam gitmiş Alp dağarının tepesindeki köyde yetişen domatesin tohumunu göndermek istiyor bana. "O buraların değil" dedim. Ninesi ekiyormuş. Ninesi yaşını almış almasına da bu tohumu kaç yıldır ekiyor peki? Komşusu vermiş geçen sene. O da başkasından almış. Tohumlar öyle bir karışmış ki, ipin ucunu bul bulabilirsen.
Bizim ata türler hangileri peki? Bilmiyorum. Hangi listeyi incelesem, azımsanmayacak hatalar var. İnternette gruplar var, bir kısmını bazı sığırların yönettiği. Kimin ne tohum olduğu belli değil. Nerenin tohumu, kaç meyve verir, ağırlığı ne olur. Hiçbiri yok. Bir zarfa koy 5 tohum gönder. Tohum satışının yasak olmasının arkasındaki "beyaz" neden bu. Daha doğrusu sertifikasız tohum satışı. Çekilişte tohum satıp satmadığımı soranlar oldu. Satmıyorum. Yasa dışı çünkü. "Siyah" bu yazının konusu değil, ondan girmiyorum.
Gruplardakilerin çoğunun niyetleri temiz. Ata türleri korumaya çalışıyorlar. Ama standart getirmeden koruyamazsınız ki. Ortalık daha çok karışıyor. "Bu tohum çorbacı biberi tohumu. Şu boyda, şu ağırlıkta verir. Tohum 1870 yılı bilmem ne çiftliğinden." demeli. Diyemiyoruz. Benzer hesaplardan yıllar evvel kınalı bamya tohumu almıştım. Geliboluda dikmişti haminnem. Hepsi birbirinden farklı oldu. Hani bu kınalıysa diğeri ne? Yerel cins farklı, ata cins farklı.
Bu problemin acilen çözülmesi gerekiyor. Yoksa bu gidişle ata tohumu koruyacağız diye hepsinin saflığını bozacağız. Standartları olması lazım. Hem de acilen.
Yerel Tohum - Yerel Cins - Landrace
Yerel tohum, yerel cinsler var. İngilizcesi landrace. Sizin şartlarınıza uygun yarattığınız cins. Ne gibi? İzah edeyim. Ben yıllardır İstanbul'da balkabağı yetiştirmek istiyorum. İstanbul'un havasının sağı solu hiç belli olmaz da kesin olan bir şey var. O da temmuz sonu ağustos başında havanın sıcak ve aşırı nemli olacağı. Daha hiç sekmedi bu durum. Balkabağı güneşi sever, gübreye bayılır. Yağmura da eyvallah. Neme gelemiyor ama. Ağustos 10 bilemedin 15 geldiğinde yaprakları tamamını beyaz bir örtü kaplıyor. Bitkiyi öldürmese de artık meyve tutmuyor. Tutmuyordu daha doğrusu. Ben naptım? Bu küf hastalıklarına dayanaklı bir kaç tür ile, bizim yerli cinslerimizden üçünü dip dibe ektim her yıl. 8 yıldır tadı güzel, hastalanıp ölmeyen kabakları seçiyorum. Kalanı meyve tutarsa konu komşuya dağıtıyorum. Bir sonraki sene de seçtiklerimi ekiyorum. Hiç ilaçlamıyorum, mümkün olduğu kadar az suluyorum. Küfe süt iyi gelir mesela, onu bile sıkmıyorum. Ölürse ölsün şeklinde bir muamele görüyorlar. İlk bir kaç yıl durum umutsuzdu, hatta bir sene az kalsın hepsi ölüyordu. Gelgelelim 2016'dan beri ektiğim tohumların hepsi sonbahara doğru da meyve tutmaya başladı. İlk kez geçen sene içlerinden biri bu hastalıktan pek etkilenmedi (ama ne hikmetse onun kabağı da tatsız bir şeydi). 15 yıl daha devam edebilirsem kendi yerel kabak türümü yetiştirmiş olacağım. İstanbul'un iklimine, havasına, toprağına uygun. Amerika'da Greg diye bir adam var, permiesten tanıştığım. O da yıllardır dayanıklı olanları seçermiş. Dediğine göre artık bitkileri hastalanmıyormuş (20 yıldır devam ediyormuş çalışması).
Köpeklerde de var bu. Mesela karaburun köpeği. Trakya'nın kangalı. Tipi çok benziyor kangala, ama kangal değil. Kangal kadar iri, hatta ondan büyük kafası var. Kangal köpeği bir şekilde trakyaya gelmiş ve orada bulunan düğer köpeklerle karışmış. Ben pek duymadım köpek hastalanınca veterinere götürüldüğünü köyde. Rahat 150 yıldır (öncesini bilmiyorum) dayanıksız olanlar ölüyor, insanı daha iyi tanıyanı yaşıyor. Listeye yazılıp beklemenize gerek yok. Sokaktan sahiplenebilirsiniz. Benim Kermit karaburun köpeği. Malkara yolunda benzincide denk geldim, 2 aylık bile değildi. Hastalığına göre Kermit'in kesinlikle ölmesi gerekiyordu. Bir haftada sağ bacağını kaybetti. İlaçlara rağmen kurtulmasını hiç beklemiyordum. Yıllarca cins köpek besledim. Hiç biri bu hastalığı atlatamazdı. Kermit yaşıyor.
Karaburunla Kangal arasında peki ne fark var? İstanbul'da kangal besliyorsanız bilirsiniz. Buranın iklimi iyi gelmiyor kangala. "Şehirde olmuyor" diyorlar, işin içinden sıyrılıyorlar. Yemezler. Karaburuna komaz ne havanın nemi, ne kalabalık, ne şehir ortamı. Kimi daha küçük, kimi büyük. Buralara uyum sağlamış. Buranın köpeği o. Trakya'nın şimdiki sokak köpeği.
Bir de ben kendi yerel tavuk cinsimi yaratmaya çalışıyorum. İstanbul'un iklimine dayanıklı, iyice yumurtlayan, ve manav atıklarıyla karnını doyuran (yem fiyatları uçtuğundan), yumurtalarının rengi farklı farklı bir tür olacak. Türleri seçtim, karıştırıyorum. Mavi yumurtacı, koyu kahve yumurtacı var. Yumurta tavuklarından üç tür var. Türker var dayanıklı olsun diye. Gerze tavuğu var yerel iklime dayanan. Ekleyebilrsem ondan da eklemek istiyorum. Yasak mı değil mi bilmiyorum ama. Artık bundan sonra birbirleriyle melezlene melezlene. Kasım ayında başladım, daha civcivler, ilerledikçe yazarım.
Köy biberi, köy patlıcanı dediğiniz biber patlıcanların hepsi yerel cinsler. Nesillerdir o köye ne kadar cins geldiyse hepsi birbiriyle melezlenmiş. Dayanıklı, lezzetli, bol dökeni seçilmiş. Ondan lezzetli yani.
Yerel türleri de sınıflandırmak gerekiyor bence. Belki sertifikalandırmak. Belki onları da "ata" tür sınıfına dahil etmek için bir şeyler yapmak. İkinci ata cinsler deriz. Elemektense, onları da katalım. Aradaki fark bilinmeli.
Organik Tohum
Organik yetiştirilen bitkilerden alınan tohuma organik tohum diyorlar.
Kim ne der zerre umrumda değil. Organik tohum tam bir aldatmaca. Tohumun organiği olmaz. Sonradan ilaçla kaplananı olur, ilaçsız olanı olur. Hibriti olur, atası olur, yereli olur. Organik olmaz. Bitkiye ilaç kullanmışsın kullanmamışsın tohumun geni aynı gen, içi dışı aynı. Bitkiye fışkırttığın ilaç tohuma geçmiyor ki. Geçse de önemli bir miktarda değil. Ektim oradan biliyorum. Organik turpla organik olmayan turbu yan yana ektim. İkisine aynı toprağı koydum, aynı mikorizayı aşıladım. Birebir aynısı. Mikroskop altında toprağına da baktım. Aynı. Değişen bir şey yok.
Daha çok satmak için "organik"i yapıştırıyorlar herhalde.
Hibrit- Melez Tohum
Geldik zurnanın zort dediği yere. Daha doğrusu ilk zortladığı.
Ayrıntısını merak eden araştırsın, melezler genelde anne ve babalarından daha güzel, daha sağlıklı, daha orantılı oluyor. Bitkilerde de durum böyle. Tadı çok güzel, bol döken bir cins domatesin var diyelim. Kesin çok hastalanıyordur. Bu domatesle çok dayanıklı başka bir domatesi melezlersen hem tadı güzel hem daha dayanıklı hem de bol bol döken domates elde edersin. Bu ilk nesile F1 diyorlar. F1 genelde anne babasından daha verimli, daha dayanıklı oluyor.
F1'lerin sudan çıkmış ak kaşık olduğunu sanmayın. Genleri "dengesiz". Çocuklarının ne yapacağı hiç belli olmuyor. Ondan tohumu ekilmez melezlerin. F2'ler (F1'in çocukları) her şey çıkabilir. Büyük olur küçük olur. Ancak genelde bir cacık olmaz F2'lerden. Ancak inat edip 5-10 nesil ekerseniz ve işe yaramazları elerseniz genler tekrardan "dengelenir". Hibrit çeri domates ekmiştim 4 yıl önce. Tohumlarını ekiyorum her yıl. Daha doğrusu o kendi kendini ekiyor. İkinci sene milyonlarca domates vardı üstünde, her biri tırnaktan küçük. Kimi lokum, kimi ekşi. Geçen sene büyükçeydi meyveleri, ama hep yarıldı. Dengeleniyor yavaştan.
Hibrit var hibrit var. 10 liraya da hibrit tohum alırsınız, 650 liraya 10 tohum da. Gel gör ki istersen 1000 tl ver, tohumunu saklayamazsın. İsrail tohumu diyorlar Trakyada. Çıkmıyor bir sonraki sene tohumundan. Ancak satın aldığını ektiğinde döküyor.
Genetiğiyle Oynanmış Tohum
Bu da zurnanın ikinci zortladığı.
1970lerde bir ilaç çıkarmışlar, glyphosate diye. Yabani otların kökünü kazıyor. Çiftçiler çok sevmiş bunu. Tarlaya bir kere atıyorsun, ot derdi kalmıyor. Hayat güzel.
Hakikatten güzel mi peki? Değil. Yabani otların eli armut toplamıyor. Bir kaç sene sonra mutasyonlar sağolsun bir tanesine ilaç etki etmemeye başlıyor. Sonra bir diğerine. 5-10 yıl geçmeden tarlayı ufaktan ufaktan otlar sarıyor. Çiftçi haliyle vazgeçmiyor. Bir daha ilaçlıyor. Sonra bir daha. Artık öyle bir noktaya geliyor ki ilaçtan kendi ektiği ölüyor, ama bizim ot günü her türlü kurtarıyor (bu arada çiftçinin kendisi de lenfoma falan, klasik).
Şimdi ne yapmalı? Her sene tüm ülkeyi zehirleyecek kadar ilaç mı atalım, yoksa bir çözüm mü bulalım? Tüm bitkiler ölüyor. Napmalı? İlaçlamadan o kadar geniş arazileri ekemezsin. İlaçlasan da olmuyor.
Şu bu ilaca dayanıklı bir bakteri var. Onun genlerini alıp soya fasulyesine koymuşlar. Ek o soya fasulyesini, bas ilacı. Kafan rahat. Temiz iş. Yabani otlar uğraşadursun. İlaç yabani otların imanını gevretirken, geni değiştirilmiş soya fasulyesine hiç bir şey olmuyor.
Doğru mu bu? Benim oyum olumsuz.
Peki, bir de şöyle desek? A vitamini eksikliği var dünyada. Öyle önemsiz bir şey de değil. Pirince A vitamini geni koydular. A vitamini eksikliğini bu şekilde önlemeyi hedefliyorlar.
Doğru mu bu? Hmm, cevap vermesem. Sanki bu soru daha çok felsefe sorusu. Ya insanlar ölecek ya da genetiğiyle oynanmış tohumlar mı. Yoksa olay bu kadar basit değil mi? Bilmiyorum. Çekimserim.
Genetiğiyle oynanmış tohumları alamazsınız. Satılması Türkiye'de yasak. Ayrıca bu tohumlar tescilli. Satamazsınız. Satın alamazsınız. Devletin ve firmanın onayı olmadan ekemezsiniz, yetiştiremezsiniz.
Bence:
Ata türler, yerel türler çorba olmuş halde. Bizim atalarla başkaların ataları da. Ata türlerin saflığı bozuluyor, henüz bozulmadıysa... Yerli Tür = Ata Türler + Yerel Türler. Doğru düzgün listesi olmalı bunların.
Ata tohumu koruyacağız ayağına yapılan sayısız yanlış uygulama var. O kadar çok ki, herhalde bilerekten yapıyorlar diye düşünmeden edemiyorum. Ata tohumu devletin koruması bundan mümkün değil bence. Nasıl yurt dışında Baker Creek Seeds var, bizim de kendi ata tohum şirketlerimiz olmalı (Şimdi çıkıp birisi haklı olarak "Var" diyecek. Sonra da haksız olarak "bilip bilmeden konuşuyorsun" diyecek. Paketinde en çok 15-20 tohum gönderebilen firmaların ata tohumları koruyacak "güçte" olduğunu sanmıyorum.)
Yerel türleri siz de geliştirebilirsiniz. Nasıl yapılacağı, nelere dikkat edileceği hakkında bir yazı yazabilirim. Türkiyenin her yeri farklı iklim. İnanılmaz bir çeşitlilik var. Kendi cinsini üret.
"Hibrit kötü, ata tohum iyi, yerel tohum ?? yerel tohum ata tohum değil mi" doğru değil bence. Bu yazıyı yazan da muhtemelen okuyan da ata tohumları korumaya çalışıyor. Ata tohum ya da yerel tohum ekiyoruz. Ancak üreticiyseniz, bir kabağın 2 günde bir kabak vermesini beklemeniz mümkün değil. Ekonomik olarak yani. Hibrit konusunda bilinçlenmek, kendi hibritlerimizi iyileştirmemiz gerekiyor. Daha doğrusu - daha da geliştirmemiz gerekiyor. Ata tohumlarla hibrit tohumların karışmasını da kesinlikle engel olmamız gerekiyor.
Bahçemde her zaman ata tohum ekmiş olsam da, geçen seneden beri kabak ve salatalık için melez cinslere yönelmeye başladım. Melez yerine ata tohum ya da yerel tohum ekemez miyim? Ekebilirim ancak henüz buradaki iklimde verim veren bir ata tohum cinsine denk gelmedim. Yerel cinsi geliştirmem gerekiyor esasında. Ama hangi biri? Balkabağı yeteri kadar alan kaplıyor zaten.
Genetiği değiştirilmiş tohumlar henüz yok. Dert etmeye de bundan dolayı henüz gerek yok.
şimdi değil ama belki ilerleyen dönemde cinsleri birbirlerinden ayıracağım- ki yumurtalarından civciv çıkarayım.
konu komşu kümes fikrine pek sıcak değil. "kümes kokar" fikrini öyle kolay ikna edemezsiniz (hayır efendim kokmaz! - odun kömürü koyun, serin altına tozunu, hiç bişicik kalmaz!). traktöre daha kolay ikna oluyorlar her nedense.
Not: Bu traktör et pilici üretilen traktörle (Joel Salatin tarzı) seyyar kümes (Justin Rhodes'un yaptığı) arası bir şey. İstedim ki dilersem traktör olsun, civciv piliç yetiştireyim. Sonra da dilersem kümese dönüştüreyim.
Beni kısıtlayan mevzular:
Ucuza ya da bedava malzeme (tahta, tel) bulunmaz mı? Bulunur elbet. Hem de tonla. Şehrin her yerinde palet var, kırık diye atılmış. Sıkıntı şu ki benim vaktim yok. Malzeme gelecek, çivisini ayıklama derdi olmadan hop traktör! Malzemelerin hepsini satın almam gerekti.
Beni en çok kısıtlayan şey Kızım. Kendisi av köpeği. Hem de en iyisinden. Niye ölüme terkettiklerini inanın bilmiyorum. Aşırı zeki. İyi ki sahiplendim demesine diyeceğim ama geldiği günden beri kediler, tavuklar, bıldırcınlar... Denemediğim yapmadığım şey kalmadı. Tam bir katil. Ondan ahşapların 5*5 hatta 4*3 olması yeterliyken, 10*5; tel kümes teli değil kalın tel; kemerler plastikten değil 5mm demirden. Daha ucuza olurdu, olamadı.
Ne kadar tuttu?
Ahşaplar 180, tel 150 küsür, menteşeler ve diğerleri 10, kemerler yer serası projesinden aşırma. Toplam 340 tl tuttu. Her zaman olduğu gibi bir şeyleri yanlış kestiğim için bana maliyeti 385 tl. (2021 ocak)
Pahalı mı, evet. Aynı şekildeki bir kümes daha ince malzemeler kullanarak 150 tlye olur sanki. Folluk, örtü vs de eklerseniz 200 tl'yi geçeceğini sanmıyorum.
Daha da ucuza yapılacak bir traktör planı var elimde. Onu da koyarım bir ara. Şimdilik sow the land'in planı var, ona bakabilirsiniz (sow the land traktör).
Malzeme listesi:
Alttaki kızak ve bağlantı elemanları için 4 adet 3m boyunda 5*10
2 menteşe ve sürgü
2,5 cm genişliğinde çit teli - 10m boyunda (ben yanlara da alta da aynı teli kullandım, alta tel koymak zorunda değilsiniz, hatta mümkünse koymayın -benim kızımdan mütevellit koymam gerekti. altına illa tel koyacaksanız 3 cm genişliğinde delikleri olan çit teli kullanın - gübre düşsün arasından, ben kolaya kaçıp elimdeki malzemeyle durumu idare ettim)
Zımba makinesi ve teli - çit telini tutturmak için
5 adet 5mm yer serası teli
İnce galvaniz tel, çit telini bağlamak için
Tutkal ve çivi (genel kural, çiviyle bir şey inşaa edecekseniz tutkal kullanırsanız ömrü uzun olur)
Lafı çok geveledim. E haydi!
Malzeme ve aletler koku dedektöründen geçtikten sonra:
Uygun boylarda kesiliyor ve tutkal sürüldükten sonra çivileniyor:
Ta daa! Kızak hazır!
Enine yöndekiler 100 cm boyunda (4 adet), boyuna tahtalar 3 m boyunda (2 adet). Enine tahtalar arasındaki mesafe 80 cm. Başta ve sonda 30'ar cm boşluk bıraktım.
Kalite kontrol:
Çemberleri -yer serası demirlerini 50şer cm arayla koydum (ki gerçekten gerek yok- 1m arayla bile fazla fazla olurdu. Hepsi Kızım yüzünden). Demirleri kızağa monte etmek için 5*10'larda matkapla delik açtım ve demirleri içine gönderdim.
Ön ve arka kapısı için 5'e 5den çerçeve yaptım. Yüksekliğini ve genişliğini en üstü tele denk gelecek şekilde hizaladım ve bir çivi çakıp eğerek sabitledim:
Son hali - bu aşamaya 35 dkda geldik tahtaları elle keserek (2 kişi):
Sonrasında 5*5'lerden kapısını yaptım
Ve sağını solunu önünü arkasını telle kapladım. Çit telini önce ahşaba zımbalayarak tutturdum, şekli çıktıktan sonra galvaniz tel ile iyice bağladım.
Traktörü çekmek için başına ve sonuuna halat bağlayacağım (alan dar olduğu için hem ileri hem de geri çekmek gerekiyor). Kar yağdığı için devam etmedim ama yarısını brandayla kaplayacağım. Tavuklar uzun süre orada kalacağından arka tarafına folluk, tünek vb. koysam daha iyi olur.
Kar yağışı öncesi bir günlüğüne balbadem ve ekibini traktöre aldım. Tavuklar mutlu oldu resmen! Bülbül gibi cikcikicik. Aaa ot aaa böcek şeklindeydiler uzunca bir süre. Sonra da aaa kediii demiş olabilirler. Onlar kediyi merak ediyorlar kedi de onları.
Şimdilik bu kadar. Havalar ısınsın tüm ekibi dışarı alacağım.
Bu arada Maranslar (koyu kahve yumurtlayan tavuk cinsi) de yumurtadan çıktı. Sapsarılar! Büyüyünce onların da kendi traktörleri olsa güzel olmaz mı? Hmm?
Boş bir
arazi gördüğümde, hele hele oraya bahçe yapacaksam, bir heyecan kaplıyor içimi.
Tarif et desen edemem. Bir elimde kalem önümde boş bir sayfa varsa, bir de
gözümün içine o baktığında böyle oluyor. Nefesimi hissediyorum. Gergin değilim,
tarifi zor farklı bir heyecan bu. Yapabileceğim onca şey, ihtimaller, hisler.
Biliyorum kendimi, dizimi bir yere vurmasam olmaz. Konuşamayacağım, saçma sapan
şeyler söyleyeceğim. Elimi kıstıracağım kesin, çekiçle de vuracağım. Hiç biri
umrumda değil, aklım meşgul. Nereye ne yapsam, nasıl yapsam, peki sulama? Hangi
fideler, ne dikeceğim? Şu incir ağacının altında balık havuzu yapsam mı? Suyu
nerden alsam? Yağmur suyu mu?
Bu aralar
yeni bir bahçe buldum kendime. İlk gördüğümde bahçeden daha çok çöplüktü. 5-6
romörk çöp attık yetmedi, bir de 200 küsur çuval daha çöp topladım.
Hatırladıkça hala belime ağrı saplanıyor. Konu komşu ne varsa atmış içeriye. Hepsi
ikiyüz metrekare alan için. Yolları, kompost bölgesini, su deposunu ve duvar
dibine dikeceğim ateş dikeni bölgesini saymazsan 120-130 metrekare alan kalıyor
geriye. Olsun, takılmayalım boyutuna. Neler dikeceğim neler. Melezlenmesini
istemediğim türler var. Bu bahçe onlar için ideal. Evden çok uzakta, suyu yok,
kompost hiç yok. Çöpten daha çok yabani ot var! N’apsam, n’etsem, hangi tekniği
kullansam? Boş vakit bulduğumda interneti kurcalayıp duruyorum. Teknikleri bir
bir yazıdım, oyun planım niyahet hazır. Haftaya, olmadı öbür haftaya, olmadı
ondan sonraki haftaya uygulamaya geçecek bu plan. Olmadı ondan da sonraki
hafta! Olacak ama!
Hazır bu
kadar kurcalamışken kendime notlar çıkardım. Kenarda dursun, belki başkalarına,
başka bahçelere gerekir. Kaba notlar bunlar, eksiği yanlışı var yok değil.
Fikir versin diye.
Bruce
Darrell adlı bir mimar Red Garden Project diye bir çalışma yapıyor İrlanda’da. Red Garden Project
Sevdim ortaya koyduğu sistemi. Oradan devam edeceğim. İklimi farklı olsa da
Youtube kanalını takip edin derim. Videolarına bu kadar bilgi ekleyen ve emek
sarfeden azdır. Bu Red Garden Projesinde 7 yatakta farklı yöntemler kullanarak
sebze yetiştiriliyor ve sonuçları videolarında paylaşılıyor. Tabii ki sadece bu
yöntemler yok. Aklıma gelenleri de bu listeye ekledim. Ayrıca yöntemler zamanla
gelişiyor, değişiyor. Birbirleriyle karışıyor. Kafa karşıklığına neden
olabilir, dikkat edin derim.
Bir de
uyarı. Bu yazı çalakalem yazısı! Daha sonra her bir yöntem için ayrı, detaylı,
örnekli mevzu yazısı/yazıları yazacağım. Odun yatağında olduğu gibi. Burada çoğunu
özet geçtim, şimdilik daha fazla bilgi için linklere bakın, google’da aratın.
Mevzularını teker teker yazacağım. Hepsi bir arada bulunsun istedim.
Yöntemler
şöyle -ki daha fazlası da var, kısa tuttum:
Yoğun tarım yöntemi (intensive)
Otuzluk yatak yöntemi (Square
foot gardening)
Seyrek ekim yöntemi (extensive)
Sera üretimi (polytunnel)
Çapasız tarım (no till)
Karışık üretim (polyculture)
Odun yatağı (hugelculture)
Çok yıllık üretim (perennial)
Lazanya yatağı
Gerilla bahçeciliği
Fukuoka yöntemleri
veee şu ikisi
Modern Market Bahçeciliği (bunun
ismini ben uydurdum ehehe)
Basit üretim yöntemi (simple
garden)
Hadi
başlayalım!
Yoğun Tarım
Yöntemi:
Fikir şu,
diyelim ki bahçe yapacaksınız. Sizi en çok kısıtlayacak şey alan. Bahçe ne
kadar büyükse o kadar çok hareket etmeniz, bir şeyler taşımanız, sulamanız ve
gübre atmanız gerekecek. Ayrıca genelde alanı biz seçemiyoruz, elimizde ne
varsa onunla idare etmemiz gerekiyor. Daha çok üretmek için bitkileri daha sık
ekmemiz gerekiyor. Bunun için bitkinin köklerinin yayılmaması (birbirlerini
engellerler yoksa), toprağın mükemmel olması ve her bitkinin birbirini destek
atması gerekiyor. Toprak öyle olacak ki kök çakıla bile değmeyecek. Normalde 30
cm derinliğinde toprak sebze yetiştirmek için hayli hayli yeterlidir, di mi? Cık.
En az 60 cm derinliğinde olacak. Peki nasıl yapacağız bunu?
Olay 1500’lü
yılların Paris’inde başlıyor. Malum o devirde araba yok, at çok. Yani gübre
gani. Alan yok, şehirde herkes üst üste yaşıyor. Mikro iklimlerden
yararlanarak, toprağı da şahane yaparak dip dibe ve yüksek verimli sebze
yetiştirmişler. Kökler derine gidiyor ve bitkiler o kadar sık ki toprağa ışık
ulaşamıyor. Bu yöntem halen daha uygulanıyor. 21. Yüzyılda ise yöntemin
“babası” John Jeavans kitabının adı da “How to Grow More Vegetables”. Ben
yapmişem, güzel yöntem.
Öncelikle
toprak mükkemmel olmalı. Bunun için çift kazı denen bir yöntem var, onu
yapacaksınız. Baştan uyarayım, insanı bu kadar çok yoran başka bir aktivite
yoktur herhalde. Bitkilerin kendi iklimini yaratabilmesi için yataklar en az
120 cm genişliğinde olmalı. 3 m genişliğinde olsa iyi olur. Öncelikle yatağın
başında küreğiniz genişliğinde bir hattı (3m’ye 30 cm genişliğinde) kürek
derinliğinde (30 cm) kazıp kenara koyuyorsunuz. Sonra bir kürek derinliğinde
daha kazıp, taşını vs temizlikten sonra bir de kompost/gübre katıp
karıştırıyorsunuz. Şimdi elinizde 30 cm derinliğinde bir çukur ve o çukurun
dibinde 30 cm derinliğinde gübre toprak karışımı var. Yanında yeni bir hat
açacaksınız. Gene bir kürek deriliğinde kazıp ilk hattın üstüne kompost ya da
gübreyle karıştırarak ekliyorsunuz. Taşları elemeyi unutmayın. İlk hat doldu.
Yaptığınız işlemi yatak bitinceye kadar tekrar edin. En son hattı ilk hattan
çıkan toprakla doldurun.
Biraz
karışık oldu ama sonuçta şu olması lazım. Yatak 60 cm derinliğinde taş ve
çakıldan temizlenecek, ve kompost ya da gübreyle karıştırılacak. Önemli nokta
ilk 30 cmle derinlikle ikinci 30 cmlik kısımdaki toprağın birbiriyle
karışmaması. Toprağa yalnızca kompost ya da gübre katmak zorunda değilsiniz. Perlit,
vermikülit, başka tip gübreleri bol bol. Elinizi korkak alıştırmayın.
Tek tek
girmeyeceğim hangi bitki ne mesafede ekilir vs diye. İstesem de girmem zor
gibi. Ansiklopedi gibi kitap yazmış adam. Bitkileri baya baya sık ekeceğinizi
unutmayın. 40 cm arayla ekin diyorlarsa mesela, bu yöntemde o mesafe 20
bilemedin 25 cm olacak. Bitkilerin yaprakları toprağın üstünü tamamen
kapayacak. Sulamasını eksik etmeyin. Hastalıkların yayılmasını engellemek sizin
vazifeniz.
Şimdi iyisi
kötüsü
En az alandan en çok ürünü bu
yöntemle. Domatesler biraz küçük olabilir adedi çok. Turplar da ufak ama
kiloyla toplarsın.
Sat ve paranı kazan
Çift kazı tekniği var ya. Onu
her sene yapacaksın. Yatakları kurmak zor. Uğraşması zor.
Tonla gübre/kompost gerekiyor.
Şayet yeteri kadar koymazsan iki hasat sonrasında toprak diye bir şey
kalmıyor. Yaptığım ilk yataklarda bu tekniği kullandım ben. Gübreye de
para vermek istemedim. 15 metrekare alanda bizim eve yetecek tüm domatesi,
patlıcanı, kabağı, fasulyeyi ve balkabağını yetiştirdim. Sonunda toprak
öldü. Kutular kum dolu. Sebzeler toprağı yedi.
Otuzluk Yatak
Yöntemi(Square foot gardening)
Yoğun tarım
yönteminde karşılaşılan sıkıntıları yazmıştım uzun uzun. Mel Bartholomew adlı
bir amca bu kadar çok emek gerektirmeden yoğun tarım yapabilir miyize kafa
yormuş ve bu yöntemi geliştirmiş. Wikipedi sayfasıYatakları 30’ar cmlik karelere bölüyor. İdeal
yatak boyutu 120 cm’e 120. İçini özel bir toprak karışımıyla dolduruyor (Mel’s
Mix). Karışım şöyle üçte bir turba yosunu ya da hindistan cevizi torfu/lifi,
üçte br vermikülit, üçte bir de değişik marka/kaynaklardan gelenlerle
harmanlanmış kompost. Yatak 30’ar cmlik karelere bölündüğünden her karede başka
bitki yetiştirebiliyorsunuz. Bu şşekilde karışık tarım yönteminden faydalanıyor
30luk yatak yöntemi. Bitkileri dip dibe ekebildiğinden yoğun tarımın tüm
yararlarından da faydalanabiliyorsun. Her sebze için bir liste ve şablon da
yapmışlar. Her kareye kaç adet ekeceğin, mesafeler..
Ben
seviyorum bu tekniği. Mel’in dediği şekilde olmasa da çok yararlanıyorum bu
yöntemden. Sık ekeceksem mesafeleri ona göre ayarlıyorum, toprağa bu sene
vermikülit katacağım.
Seyrek Ekim
Yöntemi
Tersi pistir
Steve Solomon’un. Demiş ki yoğun tarımcılara “O kadar sebzeyi bana mı üretiyon,
eşşeğe mi üretiyon! He! Kendine üretiyon. Bana mı üretiyon! Satcan diye
kazanacağın paraya bakıyon. O kadar sık ekersen domatesten hayır mı gelir!
Basmışsın gübreyi, basmışsın suyu! Bitkiler neye uğradığını şaşırıyor. Seyrek
ek kardeşim, rahat büyüsün domatesler, turplar, pancarlar. Ayrıca yalnızca at
gübresiyle olur mu bu iş. Toprakta var onca mineral onca vitamin. Onlar nerede
hemşerim?”
Tabii ki
bizim buranın aksanıyla dememiş böyle. Dediğinin özü bu. Valla. İnanın bana :)
Steve diyor
ki bitkiler arasında mesafe olsun. Kökleri birbirine değmesin. Rahat rahat
büyüsünler. Toprağı da iyi olsun. Toprağa kattığın gübre üretimi arttırmış
arttırmamış önemli değil. Sen sana yarasın diye sebze yetiştiriyorsun. Karnın
doysun diye değil. Sebzenin sana yaraması iiçin toprağın da sebzeye yaraması
lazım. Toprakta eksik mineral kalmasın. Tohumu doğrudan toprağa ek. Fide yapıp
ekersen bitkiler şaşırıyor, şok geçiriyor. Şaşırmasın. O kadar kompostu/gübreyi
her sene toprağı kazıp katarsan, toprakta biyoloji namına bir şey kalmaz ki.
Sen toprağa, daha doğrusu topraktaki mikrobiotaya yetecek kadar kompost kat.
Doğada olandan daha fazla kompost/organik maddeyi toprağa katmanın anlamı yok.
Kitabının
adı “Gardening When It Counts” ve “The Intelegent Gardener”. Ayrıntıları orada
ya da ileride yazacağım mevzu yazısında. amazon.com.tr de var kitabı
Gübreleme
için ideal bir gübre karışımı öneriyor Steve Amca. Şöyle
3 lt soya fasulyesi/pamuk
(tohumu)/kanola küspesi
1 lt kaya fosfatı (P205 ve
diğer mineraller)
1 lt deniz yosunu tozu
Yarım litre kireç taşı
Yarım litre alçı
Çeyrek litre potasyum sülfat
Ve bunlara ek olarak
Bir çay kaşığı boraks (sodyum
borat)
Bir buçuk çay kaşığı çinko
sülfat
İki çay kaşığı magnezyum sülfat
Bir çay kaşığı bakır sülfat
Nasıl ama.
Lise kimya dersindeki gibi. Bunlar kimyasal diyecek olanlar olacaktır. Taş
bunların çoğu. Misal çinko sülfatı sen de alıyorsun çinko eksikliği çekiyorsan.
Kaya fosfatı nereden alacağım diyorsan Eti Bakırı ara derim. Madenden
çıkarıyorlar. Kimyasal gübre farklı, organik gübre farklı. Bu kimyasal değil.
Lafı
uzatmadan iyisi kötüsü:
Tavsiye edilenden iki hatta üç
kat mesafeyle ekince sanarsın daha az sebze toplayacaksın. Evet doğru,
daha az oluyor sebzesi. Ama öyle iki üç kat az değil. Red Garden
Projectsdeki videolara bakın derim.
Sebzeler diğer bütün
yöntemlerden daha lezzetli ve daha besleyici oluyor. Çocuğum olunca ona bu
yöntemle yetiştirdiğim sebzelerden çorba yapacağım.
Kuraklığa daha dayanıklı oluyor
sebzeler. Köklerin su çekebileceği daha çok toprak var.
Depolamaya daha dayanıklı.
Daha az kompost/gübre
gerekiyor.
Bu Steve’in Gübre karışımını
bizi ülkemizde hazırlamak biraz meşakatli. Nerden bulacaksın deniz yosunu
tozunu. Yarasa gübresi var mesela. Ondan katsak da olmuyor. Pahalı bir de.
Sebzeleri fidelemeden ektiğin
için, sezon kısa. Şaşırtamıyorsun bir de. Fideden yetiştirsen balkabağını
temmuz ortasında meyvesi tutuyor. Böcekler çıktığında seen çoktaan sebzeni
toplamış oluyorsun. Steve Amcanın yöntemiyle Mayısta ekince tohumları,
Temmuz sonu hastalık oluyor, böcekler artıyor. Kabağın tadı gene efsane.
Hasat azalıyor.
Ben bu gübre karışımını tam
olarak uygulayamadım. Bazıları yok çünkü, ya da çok pahalı. Gene de bir
şeyler yaptım, o oranlara yakın bir karışım kullandım. Şunu rahatlıkla
söyleyebilirim, Steve Amcanın iddiası kesinlikle doğru. Bu yöntemle
yetiştirilen sebzeler gerçekten vücuda iyi geliyor. Açık su yüzücüsüyüm,
oradan biliyorum. İstersen 10 km yüz/koş, şu sebzelerle yapılan kemik sulu
çorbayı iç, iki gün sonra da git gönül rahatlığıyla yarış. Bana mısın
demezsin. Yarış sonrası ortamdaki en keyifli adam olursun. Yoğun tarım
sebzesiyle aynı çorbayı yap, iç. Karnın doyar, ama yarışın ortasında
bacağın ağrımaya başlar. Dersin hamladım herhalde. Gerçekten farkediyor.
Ciddiyim, abartmıyorum.
Sera Üretimi
Sera
üüretiminden neyi kastettiğimi herkes biliyordur herhalde. O yüzden ayrıntısına
girmeyeceğim. Kendi iklimini yarattığın için yıl boyunca sebze
yetiştirebiliyorsun bu yöntemde. Toprak her daim senin istediğin gibi, nemi
sıcaklığı. Kurması biraz sermaye gerektiriyor. Kapalı ortam olduğu için
hastalık ve zararlı böcekler aniden yayılabiliyor. Teknikleri var, bakteri
aşılıyorsun, seranın içine uğur böceği salıyorsun. Domates sıralarının başına
sonuna patlıacan ekiyorsun. Gibi gibi.
Bu yöntemin
alt türleri var. Wofati mesela. Toprağa gömülü ısıtmasız sera. Kar yağan yerde
muz, portakal vb. yetiştirmeyi sağlıyor. İleride detaylı yazarım. Wofati için
permies’te bir çalışma var, tekniği üzerine. Yaza yetiştirecekler gibi. Oradan
takip edebilirsiniz. İklim bataryalı seralar var bir de. Yaz kış seranın
içindeki havayı seranın altındaki toprağa üfleyen bir sistem var bu tür
seralarda. Yazın ısınan hava toprağın içindeki borulardan geçerken serinlerken
toprağı ısıtıyor. Kışın da seradaki serin hava sıcak toprağın içinden geçerken
ısınıyor.
Permakültürle
ilgilenen ekipte yayılan bir akım da, tavukları kışın serada tutmak. Yazın da
gübrelenmiş toprakta domates, salatalık yetiştirmek. Tavuklar serayı
ısıttığından kışın sera kar tutmuyor. Güzel bir fikir bence.
Red Garden
Projesinde sera yöntemindeki verim ve üretim artışı detaylı bir şekilde
anlatmış. En az iki kat diyelim, lafı fazla uzatmayalım.
Çapasız
Tarım Teknikleri
Toprağı
çapalamak dert. Çapalamamak da dert. Anlatayım.
Herhangi bir
yerden toprak alın, inceleyeyin. Göreceksiniz ki içi tohum dolu. Tek bir
karahindiba bitkisinin on beş bin tohum ürettiğinini göz önüne alınca, öyle pek
şaşıracak bir şey değil. Tohumlar eninde sonunda bir yere gidecek, birikecek
değil mi? Şaşılacak şey herhangi bir yerden toprak alın derken, herhangi bir
yerden alın demem. Gölün dibindeki çamuru da incelerseniz tohum var, elin
dağındaki toprakta da, bahçede 20 yıldır üstü örtülü kalan toprakta da. Az buz
da değil. Bir avuç toprakta yüzlerce belki de binlerce tohum var. Buna
topraktaki tohum bankası deniyor. Her toprağın tohum bankası farklı, az olur
çok olur, amma mutlaka var.
Toprağı
çapalayınca, o tohumlar yüzeye geliyor. Belki 40 yıldır bu anı bekleyen
tohumlar çimlenmesin mi? Bazı tohumlar bu an için 1200-1600 yıl
bekleyebiliyormuş. Uzun lafın kısası bahçenizi çapalarsanız yabani otlarla
mücadele etmek zorundasınız.
Bir başka
konu da, toprağı toprak yapan ne hümik asit ne kil ne azot ne fosfat ne ph’ı.
Toprağı toprak yapan içindeki yaşayan canlılar. Çapalayınca derinlere oksijen
geliyor. Bir anda bazı bakteriler coşuyor, bazıları ölüyor. Topraktaki karbon
da yanıp gidiyor. Bu durumu seven bitkiler yok değil, var. Toprağı öldürmek
istiyorsanız çapalayın. Topraktaki organik madde yok olunca geriye ya kum kalır
ya da kil.
E
çapalamayalım o halde?
Yok o da pek
mümkün değil. Toprakta bazı mineraller eksik olabilir. Çapalamadan nasıl
katacaksın ki? Ayrıca modern aletlerin çoğu temiz, düz toprak istiyor ekim
için. Çapalamadan nasıl olacak o iş. Çapasız toprak geç ısınıyor daha geç
kuruyor. Bir ay daha beklersin ilkbaharda mısır ekmek için mesela.
Çapasız
tarım yapabilmek için binlerce makale yazılmış, araştırma yapılmış. Yeni
aletler geliştirilmiş. Yarı-çapa makineleri var, yeni yeni yaygınlaşıyor. Daha
gelmedi buralara.
Tarlada
durum böyleyken bahçecilik ve market üretimi konusunda ise başlıca 3 yöntem
var. Üçünün de mantığı aşağı yukarı aynı. Toprağın üstüne organik madde koy,
hem yabani otları bastırsın hem de kendi çürürken toprağı beslesin. Bir tek
kullandıkları malzemeler farklı. Bunlar:
Back to eden yöntemi – toprağın
üzerine öğütülmüş dal (öğütük) sermek
Ruth Stout yöntemi – toprağın
üzerine saman sermek
Charles Dowding yöntemi –
toprağın üstüne kompost sermek
Yani illa
bir şey sereceksin :) Back to eden yönteminin mucidi yok. Yok da Paul Gautschi
denen bir adam ben yaptım diye çıktı, Amerikada insanlar adamı sevdi vietnamda
kimyasala maruz kaldı, dindar diye. İsmini o verdi. Ondan önce de yapanlar var.
Bu Paul Amca aşırı dindar biri. Öyle böyle değil. Adam elmayı anlatırken cami
hocasından daha çok Tanrıdan bahsediyor. Elmayı mı anlatıyor incili mi
anlaşılmıyor bazen. Diyor ki Paul Amca: toprağın üstüne öğütük ser, gerisini
Tanrı halleder. O zaten sebzeler yetişsin, senin karnın doysun istiyor.
Türkiye’de dal öğütüğü pek yok. Ha olaki buldunuz sakın sazan gibi atlamayın.
Youtube’da tonla video var bu yöntemin çalışmadığını söyleyen. Söylemediği
kısım kendisinin bahçesini kuruyorken kamyonlarca kompost serdiği ve hala
öğütüğü bahçesine direkt sermediği. Önce kümese atıyor, orada çürüdükten sonra
bahçeye aktarıyor.
Diğer yöntem
Ruth Stout’un yöntemi. Rahmetli saman serermiş toprağın üstüne. Ayrık otu hariç
her tür yabani ota birebir. Serdiğin samanda tohum olmamasına dikkat et diyor.
Güzel yöntem, aynen dediği gibi. Yalnızca onun devrinde yabani ot ilaçları o
kadar yaygın değildi, hatta yoktu. Şimdi samanı sebze yataklarına sermek
cesaret ister. Şayet saman ilaçlıysa o toprakta en az 7 yıl sebze
yetiştiremezsiniz. Saman değil de orakla ot biçip bahçesine seren Jim Kovaleski
var. O Main’deki bahçesi (iki bahçesi var biri kuzeyde Main’de diğeri güneyde
Florida’da. Yerleşik yaşama geçememiş bir adam kendileri) aynen böyle ot
sererek toprağı besliyor. Bence Ruth’un yönteminin bu devirdeki temsilcisi.
Youtube’da videoları var.
Charles
Dowding İngilterede. Çapasız tarıma gönül vermiş vermesine de, İnterede olmuyor
ki bu yöntem. Hava nemli, durmadan yağmur yağıyor. Saman, öğütük, yaprak hiç
fark etmiyor. Serdin mi salyangozlar bayram yapıyor. Topraktan daha çok
salyangoz ve sülükleri besliyorsun (salyangoz ve sülükler çapasız tarımda hep
bahsedilen başbelalarıdır). Charles da düşünmüş taşınmış ben kompost sereyim
demiş. Altına saklanamayacağı için sülük de olmaz demiş. Dediği gibi de olmuş.
Bitmiş, bekletilmiş zengin kompost sermek gerekiyor bu yöntemde. Kitabında ve
youtube kanalında anlatıyor hepsini. O kadar kompost üretebiliyorsanız
(ilerleyen yıllarda daha az serseniz de kabul) güzel yöntem.
Ben denedim
bu yöntemleri. Şehrin ortasında saman bulamadığım için güz yaprakları serdim.
Öyle Amerika’da olduğu gibi öğütük bir telefonla gelmediği için makine aldım,
kendim öğüttüm dalları bahçeye serdim. Charles Dowdingi duyunca kompost
sermişliğim de vardır. Denedim hepsini.
Kısaca
sülük/salyangoz konusundaki endişesi olanlar haklı. Bahçenin anasını
ağlatıyorlar. Paul Gautschi bence ya kafayı yemiş ya da hikayesine uysun diye
bol keseden palavra sıkıyor. Ya yıllarca bekleyeceksin toprak düzelsin diye, ya
da önce toprağı adam edip üzerine çürümeye başlamış öğütük sereceksin. Paul’un
videolarda anlattığı gibi direkt öğütük sererseniz geçmişler olsun. Ruth
Stout’un dediklerine ve yazdıklarına tamamıyle katılıyorum. Kullanılmamış,
geçen yıllardan kalan samanı kullanırsanız daha iyi olur. Jim Kovalskinin
metodu bu devir için ideal. Bahçesi olan herkesin çimeni, çayırı vardır. Al
ordan ser. Kafan rahat, ilaç derdi yok.
Charles
Dowding. Hmm. Kompost üretmek dert olmasa bu adam turnayı gözünden vurdu
diyeceğim. Kompostu kendin üretsen başlı başına olay. Tavukları kullanayım
onlar benim için karıştırsın dersen, kompostun dengesi bozuluyor, fazla gübreli
oluyor. Bilemedim. Şehrin ortasında o kadar kompost için malzeme toplamak da
ayrı bir heyecan.
Lazanya
Bahçeciliği
Madem
saman/kompost/öğütük bu kadar yararlı, biz bunları üst üste sersek olmaz mı?
Hem kazmayız. Lazanya bahçeciliği bir çeşit çapasız tarım yöntemi. Toprağın
üstünü gazete ya da karton kaplıyorsunuz. Bunun üzerine kompost, gübre ya da
toprak seriyorsunuz. Bundan sonra katmanlar halinde bir kahverengi (kuru
yaprak, saman) bir yeşil (mutfak atıkları, gübre, bitmemiş kompost)
koyuyorsunuz. Yöntem toprağın üstünde kompost üretmek üzerine kurulu. İlk sene
kartonu delip doğrudan toprağa ekseniz de ilerleyen yıllarda lazanyanın
katmanları çürüdüğünden saf kompostun içine ekiyor olacaksınız. Bu
yöntemden daha hızlı toprak "yaratan" başka bir yöntem yok. Yarattığı
toprak miktarı da odun yatağıyla yarışır.
Bu yöntemi
ben her zaman kullanıyorum. Patlıcanlar büyüyorken toprağı yapraklarla
kaplıyorum önce. Sonra üzerine ya kahve telvesi ya da bitmemiş kompost. Bahçede
budama yaparsam yazın öğütüp onu da seriyorum yatağa. Sonra üzerine bir tur
daha kahve telvesi. Patlıcanları sökünceye kadar 4 belki 6 katman diziyorumdur
herhalde. Toprağın her daim örtülü olması tavsiye edilir ya, benim yaptığım onun
çok daha ötesinde. Öyle iki üç santim daman örtmüyorum. Benim yığınlar kimi
zaman 30-40 cm yüksekliğinde oluyor. Mevsim yaz olduğundan çabucak eriyip
gidiyor bu yığınlar.
Bir fikrim
var lazanya bahçeciliğiyle seyrek ekim yöntemini birleştirmek. Madem bitkiler
arasında o kadar mesafe bırakıyoruz, müsade olursa boşluklar arasında lazanya
bahçeciliğinden yararlanayım diyorum. Patlıcanları seyrek ekim yöntemindeki
gibi ama tavsiye ettiğinden de daha mesafeli (1-1,5 m) arayla ekip aralarına
saman, gübre- ne varsa yığmak. Bu yığına da patates ekmek? Belki domates? Olur
bence. Denemeli.
Karışık
Tarım
Bazı
bitkiler birbirini seviyor bazılarını yan yana ekersen ölüyor. Birisi çıkmış
demiş ki biz o halde soğanın yanına havuç ekelim. Domateslerin yanına patlıcan
ekelim, böcekler patlıcana gitsin. Böyle birbirlerine yardımcı olan bitkilere refakatçi
bitki deniyor. Listesini aşağıda verdim. Sonra fark etmişler ki sıra sıra ekmek
yerine şayet sebzeleri karman çorman ekerlerse, böceklerin kafası karışıyor.
Bir lahanadan diğer lahanaya atlayamıyor. Hastalık olursa mesela, bir bitki
ölüp giderken 2 merte ötedeki aynı sebzeye sıçrayamıyor. Bu noktaya kadar her
şey süper. Hani bir mim var ya Trump diyor: Sounds good, doesn’t work (kulağa
hoş geliyor ama yaramaz). Durum aynen bu. O kadar zor ki bu bahçeleri
planlamak. Çok yıllık bitkilerde hadi neyse, yaparsın bir şekilde. Tek yılllık
bitkilerde o kadar zor ki planlaması. Her sebzenin su, gübre, ışık ihtiyacı
farklı. Çok sularsan biberler sararıyor, sulamazsan domatesler vermiyor. Ben
başa çıkamadım açıkçası. Varsa ben yaptım diyen, bir adım öne çıksın.
Odun Yatağı
İklimde
sıkıntı yaşıyorsanız odun yatağı güzel yöntem. Bol miktarda dal, kütük vb.
Atığınız varsa da. Bu konuyla ilgili mevzu yazdım, ondan pek ayrıntısına
girmeyeceğim. Doğrudur su problemini çözüyor, aylarca yağmur yağmasa da olur.
Çok ucuza yatak yapabilirsiniz. Ancak çok emek gerekiyor.Ayrıntıları şuralarda. kirpininburnu odun yatağı
Şu meşhur -hatalı!- resmi de koymadan olmaz.
Çok Yıllık
Üretim
Çok yıllık
bitkiler için kullanılır yok mu yöntem? Olma mı! Çok yıllık sebzeler de var,
meyveler de. Moringa var mesela, salatası yapılan ağaç. Bol ürün almak için
yıllarca beklemenız gerekebilir (kuşkonmaz mesela). Bir kere ekip
bekleyeceğiniz için ilk sene toprağa neler ekleyeceğinizi çözmüş olmanız
gerekiyor. Bu da biraz sıkıntı. Ayrıca yemeklerimizin çoğunda domates, birber,
patlıcan gibi tek yıllık bitkiler var. Fasulye, biber ve domates tek yıllık değiller
esasında. Çok yıllık üretimde kastedilen bizim yemek tariflerinde pek olmayan
bitkiler. Yani ben de severim ahudunu, ama olaki ızgara et yaptım üstüne bir
şey koymak gelmez aklıma. Hadi diyelim o gün aklıma esti, tereyağ sürerim. Çok
keyfim yerindeyse tereyağına baharat katarım, bir şeyler yaparım. Gidip ahududu
koymam yani. On yıldır bahçeyle uğraşıyorum daha yeni bu sene kuşkonmaz ekebilirim.
O da belki. Yenmiyor ki!
Çok yıllık çiçek bahçeleri de var! Her bahçede olmalı! Her yerde olmalı!
Fukuoka'nın
Yöntemleri
Fukuoka diye
biri var. Permakültürün babalarından. Onun geliştirdiği bir bahçecilik
yöntemleri var. Bu yöntemler hem teknik hem felsefik. Kitaplarını okmak yetmiyor,
gidip görmek yaşamak gerekiyor. Tohum topları, susuz çeltik yetiştiriciliği,
budamadan meyve üretimi, yamaçta üretim, kanatlıların bahçede kullanımı gibi
gibi.
Yönteminin genel
adı “Do Nothing Farming”. Yani hiç bir şey yapmadan bahçede sebze, meyve
üretmek. Yöntemi esasında “hiç bir şey yapmamak” üzerine kurulu değil. Amaç o, hedef o.
Öyle bir sistem yapacaksın ki artık senden katkı gerekmeyecek. Yoksa, tahmin ettiğiniz gibi, ellerin
arkada hadi burada sebze yetişsin diyince doğa sana sebze vermiyor.
Fukuoka kil
topu tekniğini dirilten adam. O konu başlı başına ayrı bir mevzu. Özetlemek
gerekirse, tohumları direkt doğaya saçarsanız ya yenir ya güneşte kavrulur ya
da yağmurda akar gider. Öyle bir yöntem geliştirmeli ki tohumlar uygun şartları
beklesin, bu arada yenmesin, savrulmasın. Tohumlar kille (ve başka bir kaç
şeyle) kapanınca aylarca yağmur yağmasını bekleyebiliyor. Tek topra birden çok
çeşit tohum varsa, topun düştüğü yerdeki ortama en uygun olan cins büyüyor. Ben
bu yönteme vermediysem en az 5 yılımı vermişimdir. İncelemediğim, denemediğim
kısmı kalmadı desem yeridir. Bir yeri ağaçlandırmak, arılar için çiçek
bahçeleri yaratmak, gerilla bahçeçiliği yapmak istiyorsanız ideal yöntem.
Tohumları bir şeyle kaplama fikrini endüstriyel tohum şirketleri zaten yapıyor.
Güzel bir fikir. Afrikanın karnının doğması, doğayı canlandırmak, ağaçlandırmak,
yaban hayat için ideal. Ancak kil toplarıyla sebze üretip karnını doyurmak,
satmak başka.
Gerilla
bahçeciliği
Bahçen yok
ve sebze yetiştirmek istiyorsun ya da istiyorsun ki her yerde çiçekler çıksın.
O boş arazide meyve ağaçları olsun. Yol kenarlarında erik ağaçları olsa fena mı
olur. Gerilla bahçeciliği.
Yasal mıdır
değil midir tartışılır. Şehri güzelleştirdiği kesin. Fukuoka’nın geliştirdiği
tohum topu/kil topu tekniğini sıkça kullanıyor bu yönteme gönül verenler. Ben
de yapmıştım bir ara. Karşı arazi bomboş duruyordu.. Yaptım kiltoplarını, içine
her çeşit çiçek ve turp tohumu koydum. Kil topları kuruduktan sonra aldım elime
sapanı salladım durdum. Üç ay sonra da gidip turpları topladım.
Modern Market
Bahçeciliği
Yukarıdaki
tekniklerin hepsinden biraz alıp harmanlayıp kullanılan tekniklere ben böyle
bir isim verdim. Market bahçeciliğinde bu yöntemlerin hepsinden yararlanılıyor.
Elliot Coleman, Jean-Martin Fortier, Curtis Stone, Richard Perkins bu
yöntemlerin hepsinden yararlanıyor. Amaçları verim. Üretirken zaman ve para
kaybetmemek, fazla yatırım yapmamak. Kar etmek.
Yaptıkları
üç aşağı beş yukarı hepsinde aynı. Bazı aşamaları atlıyor olabilirler. Bu
gruptakiler toprağı çapalamayı sevmiyorlar, daha çok toprağa faydalı olduğundan
değil ekstra iş olduğu için. Kimileri neredeyse hiç çapalamıyor ya da sığ çapalıyorlar
(5 cm). Yoğun tarım yöntemini değiştirmişler. Çift kazı tekniği çok yorucu ve
zaman alan bir teknik. Bunun yerine geniş çatalla toprağı havalandırıyorlar.
Toprağa her sene kompost karıştırmak yerine de kompostu yüzeye seriyorlar –
çapasız tarımdaki gibi. Kullandıkları kompost yoğun tarımdakinden farklı. Daha
az besleyici, daha çok toprağı düzenleyici. Yoğun tarımda kümesten topladığınız
kompostu kullanabilirsiniz mesela, zengin olmalı. Modern yöntemlerde ise
kompost toprak düzenleyici, havalandırsın, nemi tutsun. Gübre – ya da bereket- seyrek
ekim yöntemindeki gibi sonradan ekleniyor. Ekim öncesi yüzeye gübre karışımı
serpip sığ çapalıyorlar.
Hızlıca yeni
yatakları nasıl hazırladıklarını yazayım. İzledikleri prosedür kabaca şöyle:
Araziyi iyice inceliyorlar,
güneş nereden doğuyor, kaç saaat ışık alıyor, arazinin meğili, su vs.
Vakitleri varsa toprağın üstünü
kalın silaj örtüsü serip, otları öldürüyorlar. Ya da otların üstüne karton
serip boğduruyorlar.
Otlar öldükten sonra aralarında
25-30 cm yürüme yolu olacak şekilde 75 cm eninde yatakları işaretliyorlar.
Kimileri 10 yataklı bloklar yapıyor, kimileri 20-30yatağı yan yana yapıyor. 75 cm iki bacağınızı
rahatça açıp eğilerek çalışabileceğiniz genişlik.
Genelde bu aşamada yatakların
olacağı yerlere gübre serpiştiriyorlar. Varsa kompost seriyorlar.
El traktörü ile bloğu güzelce
çapalıyorlar. Yürüme yolu olacak hatlardaki toprağı yatağın olacağı hatta
atıyorlar. Tekrar çapalıyorlar, düzlüyorlar.
Yatakların kabaca şekli
çıktıktan sonra üstünü bir kez daha silaj örtüsüyle örtüp bekliyorlar.
Yürüme yollarına dal öğütüğü seriliyor.
Bu aşamadan sonra kimileri
doğrudan ekime başlıyor. Ekilecek sebzeye göre toprağa gübre/katkı atıp
çapalıyorlar. Kimileri ise bu aşamadan sonra çapasız tarım tekniğine
yöneliyor. Yatakların üstünü zengin olmayan kompost, yürüme yollarına
öğütük serip gübreleme yapıyorlar. Sebze ekiyorlar.
Her hasat sonrası (ilk 3-4 yıl)
yoğun tarım tekniğinden esinlenilen geniş U şeklindeki çatalla toprak
havalandırılıyor, kompost seriliyor, gübre atılıyor.
Ekim mesafeleri
değişken, yoğun tarım ve 30’luk yatak yönteminde tavsiye edilenlere yakın.
Fukuokanın yöntemlerini uygulamasalar da bazı noktalarda mantıklarını benzer
buluyorum ben. Hepsinin tarlasında, bahçesinde çok yıllık üretim yapan alanlar
var. Sera üretimi olmazsa olmazları. Kurak ya da satışların az olacağını
düşündükleri dönemlerde seyrek ekim yönteminden yararlanıyorlar. Yani bütün
yöntemlerden faydalanıyorlar, ihtiyaçları doğrultusunda uygulamalarını
değiştiriyorlar.
Basit üretim
yöntemi
Tarladaki -sanayi
üretimine en yakın üretim yöntemi basit üretim. Diğer hepsinden farklı olduğu
ve daha yeni sınıflandırıldığı için ayrı yazdım. Red Gardens Project’de yaptı
Bruce, uygulama videolarını oradan izleyebilirsiniz. Fikir şöyle:
Sebze bloğunu (bir kaç yataktan
oluşan grup) üçe bölelim. Her üçte birlik kısım seneye yanındakinin yerine
geçecek. Bu şekilde 3 yıllık bir döngü olacak. Yatakların üstünü ört ki
otlar ölsün.
Kompost yapmak zor iş. Kompost
yapmak için yeşillerin ve kahverengilerin bellli oranlarda olması gerekiyor.
Kim uğraşacak! Diyelim ki şansına marketten sebze atığı getirdin.
Kahverengiler olmadan (kuru yaprak, saman vb.) yalnızca bu atıklardan
kompost yapamazsınız. Fare basar, kokudan duramazsınız. Kuru yapraklar da
yalnızca sonbaharda var. Tüm yıl sebze atığının gelmesini mi bekleyecek?
Anlamsız. Yatağın ilk üçte birlik bölümü kompost üretmek üzerine hazır
beklesin. Balkabağı, mısır gibi bitkiler gübreli, taze kompostun olduğu
yerlerde yetişebiliyor. Üçte birlik kısıma kompost olacak malzemeyi ser,
üstünü taban örtüsüyle (yabani ot büyümesini engelleyecek) ört. Zamanı
geldiğinde balkabağı ek. Bu aşamada toprağa bereket katılırken, bir de
balkabağı hasatı alıyorsun.
Onu takip eden kısıma patates
ekilecek. Patates kabağın yakalayamadığı fazla bereketi topraktan
uzaklaştıracak. Patates hasatı sırasında toprak kazılacağından taşlar vb.
Yataktan uzaklaştırılacak. Yani bu aşamada toprağı düzenliyorsun.
Patatesleri soğan ve havuç
takip edecek. Patates hasatında taşlar ayıklandığı için havuçların
büyümesi rahat olacak.
Bu şekilde
yatağın üçte ikisi toprağın iyileştirilmesinde kullanılıyor. Üçte biri kompost
üretmeyle, üçte biri de taş ve kayaların ayıklanmasıyla.
Peki Hangisi?
Şartlar hangisine olanak sağlıyorsa onu tabii ki. Öğütük
olmayan bir memlekette Back To Eden yapacağım, toprağa öğütük sereceğim diye
tutturursanız gülerler size. Elinizde hangi kaynaklar varsa ona göre şekil
almak en doğrusu. Tek bir yöntemi kullanmak zorunda da değilsiniz. Farklı
yöntemleri birbirleriyle harmanlayabilirsiniz.
Ben ne yapacağım? 10 sayfa yazı okuduktan sonra merak
ediyorsanız söyleyeyim :) Önce yıllar önce
aldığım ama kullanmadığım gübreleri, perliti vs toprağın üzerine sereceğim.
Etraftan bulduğum her tür atığı da. Üzerini 1,5 m genişliğindeki sera taban
örtüsüyle örteceğim ki otlar ölsün. Örtülerin birbirlerine bindiği yerlere
balkabağı ve mısır ekeceğim. Bu noktaya kadar basit üretim yöntemi. Koyabilirsem
örtünün altına damla sulama hatları. Yapabilirsem de eş yükselti hatlarına
birer ufak hendek – ki su tutsun. Bu permakültürden, swale. Toprağa Solomon’un
karışımı olmasa da elime geçen gübrelerden serpeceğim (bu seyrek ekim
yönteminden). Balkabakları ve mısırlar büyürken ben daha çok bahçenin geri
kalanıyla uğraşacağım bu sene. Ateş dikenlerini ekeceğim, kurbağa havuzu ve taş
yığını yapacağım. Yağmur suyu toplama sistemi de kuracağım. Kompost bölgesini
de hazırlayabilirim, bilmiyorum. Su deposu için kum sermem gerekiyor,
bağlantılarını kurmak... Emin değilim belki çardağı da yapabilirm bu sene. Ben
bunları yapıncaya kadar yaz biter herhalde. Bulabildiğim kadar gübreyi bahçeye
sereceğim. Büyükçe bir elek yaparım, altına el arabası sığacak kadar büyük. Red
Gardens’daki gibi. Yavaştan yavaştan toprağı kazar, taşları elerim. Evet,
şimdilik plan bu. Toprak hele bir toparlasın, yabani otlar hele bir ölsün.