29 Aralık 2022 Perşembe

çalakalem: solomon çalışma dosyası

Bilicedeki börek sağlıksızmış. Niye? Çünkü çok yağlıymış. Sakatatlar, baklavalar da yasakmış. Kolestrolmüş, şekeri çokmuş. Ekmekler, makarnalar, açmalar da yasak. Glüten var içinde. Akide şekeri de yok, reçeller de. Isırdığınızda kenarından suyu akan hamburgerde de yasak. Acıbadem kurabiyesi de.

Saçma değil mi ya?

Bu dünayda yediğimiz lezzetli her bi şey sağlıksız, yasak. Lezzetsiz şeyleri yemek serbest. Marketten kereviz, pırasa, kabak ye yediğin kadar. Ne ile beslendiği belli olmayan tavukların göğsü, butu serbest. Ne tadı var, ne dokusu. Otlar bile şartlı serbest.

Çok saçma.

Canım cağ kebabı çektiği ve bir türlü yiyemediğim için yazmıyorum bunları. Bi düşünün, gerçekten çok saçma değil mi? Öyle bir tat algımız var ki "olur bu, yiyebilirsin" dediği istinasız her şey faul. "meeeh, bu ne bee" dediklerine istediğin kadar dayan ama. Biz bu kafayla doğada bir dakika yaşayamayız. Bir konuda anlaşalım. Dilinize güvenin.

LEZZETLİ HER ŞEY SAĞLIKLIDIR.

Tamam mı? Tamam. Anlaştık. Sipariş vermeden önce şu iki hikayeyi bi okuyuverin gayri, sonra dilediğiniz yağlı böreğe, makarnaya, ete, tatlıya girişebilirsiniz.

İlki bir çocuğun hikayesi. Misafirliğe gittiğimiz evin yeni veleti. Büyümüş ortada dolaşıyor, sıradan herkese sarıyor. Misafir gelecek diye hazırlık yapılır benim bidiğim. Hanımefendi ve beyefendiler yemek yapmazlarmış, en sevdiğim insan tipi. Hamburgerciden sipariş ettiler, herkes bi kenarda bir şeyler kemiriyor. Bu arada bizim velet - ismini hatırlamıyorum, ondan velet, yoksa tatlı bişi- ortalığı birbirine katıyor. Halimden pek mumnun olmadığımı anlamışsınızdır. Bi ben memnun değilim, bi de bizim velet. Patates veriyorlar, iki kemiriyor, hop yere. Hamburger veriyorlar, tükürüyor atıyor.  Kola verdiler, CPR ile geri döndürdük çocuğu. Tamam, tamam- teşbihte hata olmaz- kalp masajı yapmadık çocuğa. Ancak verdiği tepkiye bakacak olursanız, oracıkta boğazından aşağı zehir dökseydik daha iyiydi. Yıktı geçti ortalığı.

Uyumamışmış dün gece. Ondanmış huysuzluğu. Yalan!

Salim Abisi -siz kirpi diye tanıyorsunuz- cebinden elma çıkardı. Dünyanın en şekilsiz, delik deşik, kurtlu elması. Kırdı elmayı ikiye, yarısını velete verdi, yarısını kendine sakladı. Velet elmayla ne yapacağını düşünürken odayı bir koku sardı. Tamam tamam, gene abarttım,  yağ kokusunu bastıracak kadar elma kokmadı oda, ama çocuğun ilgisini çekecek kadar koktu. Bir ısırık aldı, daha doğrusu almaya çalıştı. Sakinledi. Geldi ayaklarımın dibine oturdu. Herkes hunharca hamburger, patates kızartması gömerken, biz kenarda kurtlu elma kemirdik.

Sonra muhabbet bana döndü haliyle. Salim çocuklardan çok iyi anlarmış. Yok, yalan. Anlamam.

Ben kafaya işte bunları takarım. Ya niye bu veletcağız patates kızartması, hamburger, dondurma dururken, benim kurtlu elmaya bitti? Biz hep kola, cips, ciklet peşinde koşardık 90'larda.

İkinci hikaye.

Kendimi bildim bileli ağır spor yapıyorum. Yüzmeyi ne zaman öğrendiğimi sorarsanız inanın hiç bir fikrim yok. Ha babam yüzdürdüler beni çocukken. Uyan, yüz, okul, yüz, ödev yap, uyu. Tekrar. Takımda filan da değildim, babamdan. E haliyle büyüyünce devam ettim spora. Eskisi kadar kasmasam da, her gün, koşudur, ağırlıktır, bir şeyler yapmaya çalışıyorum. O kadar ağır idmanlar yaptım sakatlanmadım, basit basit hareketler yaparken sakatlandım. Sakatlandığım dönemde yaptığı hareketere, programa vs aşırı dikkat ediyordum ama beslenmeyi önemsemiyordum. Doktor şöyle bir silkeledi beni, zorunlu full kolejen diyetine girdim. İlikler, tavuk kemikleri, kıkırdakları, her tür sakatat. Üç yılda iyileşti omzum, yüzmeye eskisinden daha güçlü döndüm, ama bir farkla. Arada lahmacunları gömsem de yediklerimin çoğunun besleyici gıda olmasına çok dikkat ediyorum, boş şeyler, dengesiz yemekleri tüketmiyorum. Yani genelde. Takıntılı diyebilirsiniz benim için, sebzelerin çoğu bahçeden, toprağa deniz tuzu atıyorum, tavuklara böcek topluyorum, eve deniz yosunu taşıyorum. 

Tek takıntılı ben değilim. Sporcuların çoğunda var bu takıntı. Triatloncu bir arkadaşım excel tablosu oluşturmuş, cevizi şu üreticiden, et şuradan, balık şu tezgahtan diye. Çıktısını aldık 15 sayfa sürüyor. Datçadan bal aldım diye -ki bence #teamdatça her türlü efsane- dis yedim soyunma odasında. Bal Hakkari'den alınırmış, dağlardan topanırmış. Evet, soyunma odasında kim nereden hangi sebzeyi, eti, balı aldığı konuşuluyor. Taze Mutfak en çok nerelerde konuşuluyor diye ısı haritası çıkarsalar, soyunma odaları kıpkırmızı çıkmazsa bahçeyi kapar giderim. "Abi sen karabuğday ekmeğini nereden alıyorsun?" "Tazemutfaktan" "A, öyle mi, geçen gittim yoktu, bitmiş" "sonuncuları ben aldım" "tamam, senden önce gidelim kalmıyor hahah". Bu arada ben kabinde "İnsan kaç tane karabuğday ekmeği alır ki?! Sonuncularmış, yuh!"

Sebebi recovery hikayesi. Spordan sonra vücudun kendini toparlama süresi ve şekli. Kimi günler -rüzgarlı günlerde genelde- kümeste yumurta olmuyor, marketten yumurta alıyoruz. Market yumurtası kaslarımdaki ağrıyı almıyor. 3-4 gün en fazla, sonrasında ağrılar dayanılmaz oluyor, takviye almam gerekiyor. Bir de market yumurtasından az miktarda yersem kaşınmaya başlıyorum, bizim kümesten 7-8 yumurta yiyorum kaşıntı maşıntı yok. Durumu abarttığımı sanmayın, kürsüye oynayanlara kıyasla benim hikayeler solda sıfır. Doğrudan üreticiden vişne avlayıp -tabi öncesinde üreticiyi avlayıp-, sonra evde kilolarca vişnenin çekirdeğini tek tek, çıkarıp donduran/kurutan arkadaşım var. Eleman şirket yönetiyor, sabah 4'de kalkıp her gün saatlerce idman yapıyor, bir de yetmezmiş gibi boş vakitlerinde vişne ayıklıyor.

Olayın özü şu. Bizim veletin kurtlu elmayı sevmesinin tek nedeni besleyici olması. Pazardan alınan elmalardan değildi o elma, şekerli sulu bir şey değildi. Çocuğun tat duyusu daha bozulmamış, en besleyici gıdaları arıyor. İçi boş yağlı patates ya da 15 dananın etinin karışımıyla hazırlanan eti değil. Şeker bombası kola'yı hiç değil. 

Benim tat duyum daha çocukken bozulmuş. Yediklerimin zararlı mı, yoksa boş gıda mı, hiç anlamıyorum. Daha doğrusu anlamıyordum. Bahçeyle ilgilenmeye başladıktan sonra yavaş yavaş tat duyumu geri kazandım. Şimdi hamburger yemiyor muyum, yiyorum. Ama lezzetli gelmiyor. Kola da, cips, şekerler, çikolatalar da. Marketten karnabahar, kereviz - düşman başına. Bahçeden bir adet turp ile doyacakken insan niye sebze görünümlü plastik alsın ki.

Muhtemelen bu yazıyı okuyanların çoğunun tat duyusu bozuktur. Çayı şeker atmayı bırakanlar, ekmeğe ara verenler, sigarayı bırakanlar. Uzun uzun yazmayayım, anlıyorsunuzdur duyunun kaybolmasını. Besin değeri yüksek gıdalarla beslenmeniz gerekiyor. Bunun için de tat duyunuzu geri kazanmanız gerekiyor. 

İşte o zaman bu lezzetli, bu bozuk diyebiliyorsunuz. Tat duyunuzu geri kazanın, dilinize güvenin ve istediğinizi yiyin. Lezzetli demek, besleyici demek. Vücudunuzu tamir edecek gıdalar demek. 

Not: Olay haliyle subjektif. Üşürseniz şekerli, yağlı gıdalar ister vücut. Tabii o zaman yağlı yağlı böreklere yükselirsiniz. Yukarıdaki yazı "normal şartlar altında" durumlar için geçerli. Bağımlılar, dengesiz ve stresli hayat süren insanlar ve benzerleri için değil. Kim gerginken abur cubur yemez ki :)

.

Hop! Bu blog yaşam, yemek blogu değil. Bahçe, permakültür bloğu. Besin değeri yüksek sebzeleri, meyveleri ve tavukları nasıl üreteceğinizi yazayım. Ya da yöntemlerden birini mi desem? Yöntemler gani!

.

Hangi yöntem olursa olsun olay toprak.

Besleyici gıdanın hikayesi toprakta başlıyor, toprakta bitiyor.

Bu kadar :)

Önce toprağı toparlamanız lazım. Topraktaki besin değerlerinin yükselmesi gerekiyor. Öyle sadece kimyasal gübreyle de değil, hayat ile. Toprağın yaşaması gerekiyor, hayat dolu olması gerekiyor. 

Peki nasıl? Orası karışık işte. Biyolojiye yüklenenler var, olayın kimyasına abananlar. Farklı fikirler var. Bugün bunlardan yalnızca biriyle ve hatta yöntemini de değil, hesapta kullanılan excel tablosunu vereceğim. Olayın derinliklerine girmiyorum, giremiyorum, çünkü (1) öyle bir yazıyla hatta bir kitapla anlatılacak bir konu değil (2) ben de yeni öğreniyorum. Şöyledir böyledir deyip, hatalı önerilerde bulunmak istemem. Fukuoka'da, biyokömürde, kompostta geri durmam. Yılardır kullanıyorum, yapıyorum, geliştiriyorum. Toprak öyle değil ama. Uçsuz ucaksız bir konu, disiplinler arası.

Bu yüzden iş başa düşüyor, kaynakları okumanız ve yorumlamanız gerekiyor. Şaka yapmıyorum, gerçekten, okuyuverin gayri. Gelelim Steve Solomon'n dediklerine.

Steve Solomom diyor ki topraktaki kimyasal denge bozuk olduğunda sağlıklı sebze yetiştirmek mümkün değil. Toprak değerleri tam olmalı ki sebze de tam olsun. Buradan yola çıkarak hedef değerler belirlemiş ve toprak analizlerini buna göre değerlendiriyor, toprağa gübre katıyor.

Açıklamaları, niyesi, nasılı kitabında. Steve Solomon - The Intelegent Gardener: Growing Nutrient-Dense Food, Gardening When It Counts. (libgen'de var). Bir de bi pdf dosyası var - Intelegent Gardener - Worksheets.

.

Solomon'un dediklerini beş senedir bahçede deniyorum bahçede. Küçük bir yatakta başlamıştım denemelere, çok memnun kaldım, gitgide büyüdü ve bu sene bahçenin yarısında Solomon'u uyguladım. Lafı fazla uzatmadan artıları eksileri:

Artıları:

  • Bitkiler daha güçlü; böcek saldırılarına, aşırı yağış, rüzgar vb. daha dayanıklı
  • En lezzetli sebzeler bu yöntemle yetişiyor. Çapasız tarım yöntemlerinden biri hariç diğer yöntemler Solomonla yarışamıyor - Charles Dowding ikinci sırada.
  • Toprağın kendini toparlaması hızlandı. Eklediğim kompostu daha çabuk kabül ediyor, toprak malçı "yiyor" ama tüketmiyor, kendisine katıyor.
  • Daha az kompost kullanma imkanı sunuyor bu yöntem. Kompostu toprağın organik madde seviyesini yükseltmek için kullanıyorum, gübre olarak değil.

Eksileri

  • Gübreleri temin etmek, toparlamak biraz dertli. Eskiden daha dertliydi, pamuk küspesi vb'ni bulamamıştım ilk yıllarda.
  • Pahalı.
  • Hangisi kimyasal hangisi organik gübre? Bu yöntemin organik olmadığından eminiz ancak kimyasal da diyemeyiz. Bence bir çeşit agresif tedavi yöntemi. Kimyasalcı damgası yiyebilirsiniz, dikkat edin. Ancak kimi gübreler de organik olarak yok. Nereden bulacaksınız pirinç samanını.
  • Solomon herkesin bol miktarda komposta ulaşma şansı olmadığını söylemiş. Doğru. Ancak bu kompostu bu kadar az kullanmak için bahane olamaz. Yani bence.
  • Bu yöntemde sulamaya mutlaka dikkat etmek gerekiyor. Bilhassa yazın yeterli sulama yapılmazsa büyüme duruyor, bitkiler afallıyor ve toparlamaları -bol bol sulasanız da- 2-3 hafta sürüyor. Sulamayı ihmal etmeyin, saatlari ve hortumları düzenli kontrol edin.
  • Toprak analiz sonuçları, analizi yapan labratuar/yöntemlerden bağımsız değil. Sonuçları yorumlamak, kullanılan yönteme göre değerleri azaltmak/arttırmak, Solomon'un önerilerine göre kalibre etmek gerekiyor. Bu aşamada yapılan hatalar da ufak hatalar değil, sonuçları uçuruyor. Dikkat etmek gerek. Bu yöntem malesef fazla karmaşık. Hata yapabilirsiniz, temkinli olun.

Solomon tek kaynak değil, Elaine Ingham var, başkaları var. Siz araştırın, bu arada bu dosya da bir kenarda köşede bulunsun.

Excele geçmeden önce yorumlar:

  • Solomon olsun ya da olmasın, toprağınızı analize gönderin ve sonuçları görün.
  • Solomon'un önerdiği seviyelere bence çıkmamalı. Ne onun dediği labratuarlarda analiz yaptırma şansımız var, ne dediği gübreleri harfiyen uygulamamız. İlk hedef olarak %50-%70 bandı iyidir (azot, kalsiyum hariç). Sonraki sezonlarda bitkilerin davranışına göre/doku analizine göre devam etmekte fayda olabilir.
  • Analiz ve excel ne derse desin önden (gübreleri eklemeden 2-4 hafta önce) alçı/jips vb uygulamakta fayda var. Karstik toprakta bile.
  • Kompostu ihmal etmeyin. Solomon'u uygulasanız da uygulamasanız da organik madde yüzdesi olarak %5 değerini aşmakta büyük fayda var. Bol bol ekleyin.
  • Biyokömür mevzusunu çözemedim. Solomon'a biyokömür ekleyince ya efsane ötesi sonuçlar alıyorsunuz (dev turplar, ancak fındık turptan daha sulu, taze ve kıtır kıtır) ya da ilk sene hiç sonuç almıyorsunuz. İkinci sene toparlıyor ama ilk sene saçmalarsa hiç şaşırmayın. Toprağın tuzluluğuyla alakalı bir durum olmalı, bilemedim.
  • Misal yemeğin tuzu azsa, ideal değil tabii ama eklersiniz olur biter. Yemek çok tuzluysa.. çöp. Toprağa gübre eklerken, hele böyle ince ince hesap yapıp eklerken sınır değerlere dikkat etmek, aşmamak, bir tık mesafe koymakta fayda var. %80'den sonrasını yıllara yayın derim, ilk sene %50-70, ikinci sene %70-80 takip eden senelerde %5 arttırarak (kompost uygulaması yeterli gelecektir zaten) fayda var. (bu öneri akdeniz iklimi için)

.

Bu excel dosyası çalışma dosyam. Daha bitmedi değil, hiç bir zaman bitmeyecek. Defaten kontrol ettim ama hatalar olabilir. Ticari bir amaçla da paylaşılmadı. Bu dosyaya bakarak kendi dosyanızı oluşturmak isterseniz ne ala. Aynısını kullanacağım diyorsanız dikkat ederek ilerleyin. Üniversitede hazırladığımız dosyalar gibi hazırladım, tıklayınca formülü gözüküyor. Modül vs eklemedim formüller kolay değiştirilsin diye, dedim ya çalışma dosyası. 

Türkçe açık kaynak yoktu. Artık var. 

.

 Bu dosyalar "katyonu bol" ve "karstik" toprak için (pH>7). Asidik toprak cinslerinde hesap değişiyor, düzenlemeniz gerekiyor. Açıklamalar içinde.

.

Karstik hesap tablosu: https://docs.google.com/spreadsheets/d/1tCBCI0Om9cJZPcKokM8sxbMUvU4mhm0x/edit?usp=sharing&ouid=114408016874764833857&rtpof=true&sd=true

Katyon hesap tablosu: https://docs.google.com/spreadsheets/d/1iu49cYx-ltFUD11Hdi_JuFqqd4IT-cmP/edit?usp=sharing&ouid=114408016874764833857&rtpof=true&sd=true

Kolay gelsin :)

19 Aralık 2022 Pazartesi

hede hödö: sıkça sorulan sorular - 1

Tavukları bahçeye salıyorum bu aralar. Öyle özgür olsunlar, diledikleri gibi koşsunlar eşinsinler diye değil - kümeste zaten fazlasıyla eşelenecek çalı çırpı, koşacak alan var- bahçeyi temizlesinler diye. Yolları, sebze yataklarının civarını karıştıryor, böcek arıyorlar. Salyangoz, akrep, siyah asker sineği larvaları, solucan.. Tek bir sıkıntımız var, adı Kermit. Sürü köpeği ya kendileri, tavukları sürüsü belledi aklınca, toplayıp toplayıp kümese geri sokuyor. Kimi zaman kümesleri karıştırıyor, yanlış kümese sokuyor hayvanları. Gün aşırı mahalle kavgası çıkıyor bahçede, horozlar birbirine giriyor, aşağı kümesin tavukları yukarı kümesin tavuklarını yoluyor, civcivler başlıyor birbirlerini kovalamaya. Kermit efendi de her seferinde bütün bu keşmekeşin ortasında kalmayı başarıyor. Gagalanmamak için gözlerini kısarak bana yardım bakışları atarken, uzaktan usulca kahvemi yudumluyorum. Burnumu sokar mıyım hiç. Geçenlerde baldırımı yardı bizim beyaz horoz, kaç gündür seke seke dolaşıyorum. Fazla doğal oldu bizim tavuklar. Böyle her sabah horozla kavga etmek bana göre değil. İktidar değişimi yakındır, ben diyeyim.

.

Yalan yok özendim, ben de bi sss patlatmak istiyorum :) Hem böylesi benim için daha rahat olacak, yoksa bu tempoda mevzu yazısı çıkması zor. 

Haydi o halde.

  • Yükseltilmiş sebze yatağı olmaz diyorsun, niye?

Olmaz değil de, Akdeniz ikliminde olmasa daha iyi. Malesef sebze/permakültür deyince akla ilk yükseltilmiş/yüksek sebze yatağı geliyor. Köpek besliyorsanız, çocuğunuz varsa, zemin berbat/beton/sıkışmış topraksa, beliniz ağrıyorsa/fıtık varsa tabii ki bir kutu yapıp içini toprakla doldurun, rahat rahat sebze yetiştirin. Ancak Akdeniz ikliminde (ve haliyle karasal iklimde) eksikliği en çok hissedilen şey su. Toprağın nemi azsa gübre bitkiye yarar sağlamaz, zarar verir. Sonuç olarak gübre dediğimiz şey tuzun binbir çeşidi. Çoğu uygulamayı nemi toprakta tutmak için yapıyoruz, malç seriyoruz nemi hapsetsin diye, kompost ekliyoruz daha çok su tutsun diye, organik maddeyi arttırmaya çalışıyoruz, düzenli suluyoruz. Gibi. Yükseltilmiş yataklar daha hızlı nemi kaybeder, o yüzden düzenli sulamayı ihmal etmeyin. Aksi taktirde verim çoook düşer. Alacağınızın dörte birine razı olursunuz, haberiniz bile olmaz.

Benim durumlar şöyle: Hem köpeklerim var, hem de bahçedeki tek düz alanın toprağı betondan daha zor kazılıyor (toprak da değil esasında, ayrışmış kayanın ta kendisi). O yüzden kiremitlerden yatak yaptım onun içinde yetiştiriyorum.

  • Sebze fidelerini nereden alıyorsun?
 İlkbahar fidelerini kendim yetiştiriyorum. Sonbahar/kış fidelerini -yerim olmadığı için- dışarıdan alıyorum. Salgın olduğu için arkadaştan, dosttan değil, doğrudan bu işi yapan, markası ve kimliği olanlardan. Bizim antin kuntin cins eksikliklerini herşeybahçeden'den kapıyorum. Sebzeyi yalnızca kendimize yetiştirmediğimden, üretim için gerekenleri ya Gelibolu'dan çiftçinin aldığı yerlerden (etiketli sertifikalı), ya da gidemezsem internetten alıyorum - son birkaç senedir fidedeposu adlı internet sitesinden.
 
İstanbul'da yassı solucan (nematod) salgını var. Domatesleri söktüğünüzde kökleri kalınlaştıysa, büklüm büklüm olduysa muhtemelen size de geçmiştir. Dikkat edin, steril toprak karışımı kullanmayan üreticilerden kesinlikle fide almayın. Benden tavsiye.
  • Hangi gübreyi kullanıyorsun?
O kadar yıldır bahçeyle uğraşıyorum iki yıl aynı gübreyi kullanamadım, hangi gübreyi kullansam o sene fiyatı deli gibi artıyor. Yarasa gübresi kullanıyordum, uçtu gitti. Kan/kemik ya da balık unu kullandım geçen sene, sonra o da uçuşa geçti. Tavuk sayısını arttırdım, artık onların ürettiği gübreli kompostu kullanıyorum. Takviye gerekirse hangi gübre kolayda ucuza varsa. Ayçiçeği, pamuk gibi bitkilerin küspesini daha yeni yeni kullanmaya başladım. Hiç fena değil (solomon mix). Fiyatlara dikkat etmem gerekiyor, 350 mertrekara sebze bahçesinin ihtiyacı hiç de az değil (250 + 100 metrekare yeni).
 
 Sebzeleri sezon boyunca düzenli olarak besliyorum, 2-3 haftada ya bir yarasa gübresinden yaptığım seyreltilmiş şerbet döküyorum diplerine ya da 5-6 cm kalınlığında kompost serip iyice suluyorum. Yarasa gübresi için Turkuaz markası iyidir, toz halini alıyorum. 2,5 ltlik şişeye 1 tatlı kaşığı kadar katıp iyice çalkalıyorum. 5 kglık paket almıştım yıllar evvel, hala yarısı duruyor. Kompost çayı ya da benzeri (solucan gübresi çayı gibi) biyokarışımlar hazırlamıyorum, kullanmıyorum ya da çok nadir. İhtiyaç duymadım. Yapraktan gübrelemeye de ihtiyaç duymadım.
  • Kümese ne kadar harcadın? Tavuklar masraflı olmuyor mu? Tohumlara ne kadar harcadın?
Bahçede ne yaparsam yapayım bütçeye dikkat ederek ilerliyorum. Mesleki alışkanlık da diyebilirsiniz, deformasyon da. Geçimimi sebzeden kazanmak gibi bir amacım olmadığı için amacım birbirini dengelemesi sağlamak, şimdiye kadar da üç aşağı beş yukarı hedefi tutturdum. Bu arada onlarca tekniği deneme şansım oldu. Hesap yaparken organik sebze fiyatlarını dikkate almadım, çünkü o fiyatlara sebze mebze satın almam. Bence organik sebzenin fiyatı hakettiğinin çok üstünde. Üretici, aracı vs değil, direkt verimsiz üretim/nakliye söz konusu.

Yalnızca tavuk yumurta olarak düşünürseniz, tavuklar çok net zararda. Her bir yumurta, sezona göre, 5-8 tl arasına maloluyor (benim durum için). Satış fiyatı herhalde 8-12 tl arası olurdu. Olaya buradan bakınca haliyle akıl karı değil. Ürettikleri kompost/gübreyi hesaba katarsanız bir yumurtanın maliyeti 0,3-0,5 tl'ye düşüyor. Üretilen kompostu bahçede ve sitede kullanıyoruz, bütçeden büyük tasarruf sağlıyor. Hesabını instagramda paylaşmıştım. (Kümesi inşaa ederken harcadıklarımızı da düşünürsek, günde ortalama 6 yumurtadan (hastalık vs dahil ortalama), 365 gün, takribi 2000 yumurta yapar. Bu kümesi inşaa edeli oluyor bi 4-5 yıl. Yumurta başına 1 tl dersek, fazlasıyla yeterli gelir herhalde. Her yumurtayı en çok 1,5 tl gibi düşünebilirsiniz- satış fiyatı 3-4 tl'ye düşüyor).

Tohumlar net zarar. O konuya hiç girmeyelim :)
  • Doğal tavuk yetiştirmek zor mu? Tavuklara ne veriyorsun?
Doğaldan ne anladığımıza bağlı. İlk akla gelen köy tavuğu. Mesela ben bizim köyde tavuk olmak istemem :) Hepsi bitlenmiş, kuru ekmeğe talim. Hani köpek besleyenler muhabbetin tam ortasında köpeğine bir bakıp "Karaburun'nun tuvaleti gelmiş" diyor ya, bir süre sonra tavukların dilinden anlamaya başlıyorsunuz. Tavukların derdinin ne olduğunu niyahet anlıyorum diyebilirim. Mutsuz, heyecanlı, kaygılı, rahatsız vb. tavuklar öter, bağırır, cikcikler. Mutlu tavukların sesi çıkmaz, öyle bir kenarda tembellik yapmayı seviyorlar. Horoz dahil. Bizim köydeki tavukların derdi tasası bitmiyor, durmadan ötüyorlar o yüzden. O yüzden doğal tavuk deyince aklınıza köy tavuğu gelmesin.

Zorluğu burada. Öğrenmek gerekiyor. Esasında horoz her öttüğünde size bir şey anlatmaya çalışıyor, da anla anlayabilirsen. Tavuklar ne ister diye bir liste yapın, oradan başlayın. Eşelenmek ister, alan ister, eş ister, yem ister, su ister. Gölge ister, güneş ister gibi. Neler sevmezler, istemezler listesi de hazırlayın. Gübre kokusunu sevmezler mesela. Abes gelebilir ama buradan başlamakta fayda var.

Fukuoka'nın kitaplarını okuduysanız onun da en çok bu noktada zorlandığını görmüşsünüzdür. Budama yapmadan meyve ağacı yetiştirmek istiyor ama ağacın doğal formunu bilmiyor. Önce "doğal formunu" tespit etmeye çalışıyor. Ancak doğada aşılı ağaç yok? Aşısız falan filan ağacı doğada yok? Hayvanların doğal davranışlarını tespit etmek gerekiyor. Tabii ki tam olarak doğadaki halini değil. Yoksa atmaca, tilki, çakalın kovaladığı Stephen King romanından fırlamış paranoyak psikopat tavuk istemiyoruz. Sakin, mutlu, huzurlu bir canlı elde etmeye çalışıyoruz. Köy tavuğunu örnek alırsak halimiz vahim.

Bir de hata yapınca ya da bir sıkıntı olursa inat etmeyin, kurtarabileceğinizi kurtarın, durumu düzeltin tekrar başlayın bence. Doğal tavuk yetiştireceksiniz diye hayvanların bit içinde, çelimsiz ve hastalıklı dolaşmasına gerek yok. Demek ki bir şey yanlış, diatom düzenli kullanılmamış ya da kum banyosu ıslanmış (horoz bunları size hep söylüyor esasında). İnat etmeyin, ilaçlayın bu seferlik. Hayvanlar bitten bi kurtulsun, bi sağlıkları yerine gelsin. Bu sefer daha dikkat ederek tekrar başlayın. Zamanla alışacaksınız, "bitlenmeden kümesi bi temizleyeyim, kireçleyeyim" diyeceksiniz.  Geçen sene fena düştüm, biliyorsunuz, kümes komple öldü -babane hariç. Düşmeden koşulmuyor mu deniyordu, öye bir şey işte.

Bizim tavukların esas besini buğday. Takriben bir haftalık yemi 5-7 gün suda bekletiyorum, iyice şişiyor ve yumuşuyor. Fermente oluyor bile diyebilirsiniz. Sonra her gün aldığım buğday kadar kaba su ekliyorum. Bu şekilde buğdayı daha kolay sindiriyorlar, daha az tüketiyorlar. Arada mercimekle takviye ediyorum - protein. Onu da suda iyice şişirerek. Bunun dışında kümese attığım her şey esasında kompost için. Midye kabuğu, mutfak atıkları, bahçe atıkları, böcekler vs.. Tavuklar önden sindiriyor sadece :) Kompostu fazlasıyla iyi besliyorum :) 

Sebze yetiştirecekseniz toprağı besleyin, tavuk yetiştirecekseniz de kompostu besleyin demiş bilge biri :p

  • Kuluçkalık yumurta satışı olacak mı?
Evet! Hem de umarım çok yakında :)
  • Toprak analizini nerede yaptırdın? Yaptırmak şart mı?
Şart mı? Değil. Tavsiye ediyor muyum? Kesinlikle! Sonuçlar yüzde yüz doğru mu peki? Hayır. Orada tavsiye edilen gübreyi uyguluyor muyum? Hayır.
 
1 dönüm ya da daha geniş alanlarda bir şeyler yapmak istiyorsanız (200 m2'den büyük alanlarda tercihen) toprak analizi yaptırmanız şiddetle tavsiye olur. Toprağınızda ne fazlaymış, ne eksikmiş hepsini görün. Alacağınız ürünün miktarı da, kalitesi de, tadı da buna bağlı. Konu çok uzun, mevzu yazısı çıkar bundan. Okunacak kitabın yazarı Steve Solomon. Solomon'a göre hesap programı hazırladım (excelde), ilerleyen günlerde mevzu yazısıyla paylaşırım.

Son iki yıldır Orbit ekolojide yaptırıyorum analizleri. İzmir'de. Bambu ağacına sarılan biri tavsiye etti :)
  • Bahçe bütçesi ne kadar? Aylık/yıllık ne kadar harcıyorsun?
Yeni bir projeye yoksa 250 metrekare bahçeye yılda beş bin tl harcıyorum. Enflasyon arttı, fiyatlar uçtu gitti, bizim bahçe bütçesi 5 bin tl olarak kaldı. İlk başlarda dışarıdan toprak alıyordum, aletler almak gerekti; artık onlar yok. Aylık 500 tl evin sebze için çok değil bence. Yeni projeler varsa - ki hep var- onları ayrı hesaplıyorum. Kuyulardan, kara deliklerden -durmadan para harcadığım ama getirisi olmayan- şeylerden mutlaka sakınıyorum- lale soğanı gibi. Bahçenin bütçesine tohumlar dahil. Tohum merakım olmasa yarıya hatta çeyreğe inebilir. Dedim ya tohuma girmeyelim :)

Kirpinin aletlerini üretmeye başladığımdan beri - kur artışı, ekonomi vs sağolsun- bahçenin bütçesi de zamanı da Kirpi'ye gider oldu. Bahçe işte bu nedenden son iki senedir bakımsız, dağınık.
  • Kitapları nereden temin ediyorsun? Kaynakların neler?
Libgen candır. Yabancı kaynakların çoğu oradan. Eskiden kitap almak için kenara bir miktar ayırırdım, kur arttığından beri ayıramıyorum. Gene de her yıl 3-4 tane yabancı kaynak getirmeden olmuyor. Yeni yayınların libgen'e düşmesini beklemeden okumak, gelişmeleri takip etmek gerekiyor.
 
Kitaplara ilave Kickstarter'ları takip ediyorum. Ayrıca Permies.con evim gibi zaten. Bir konuyu araştıryorsam mutlaka literatürü tarıyorum, makele bulmaya çalışıyorum. Permakültürcüler abartmayı seviyor malum. Ayrıca "Permakültürcü", "atacı", "doğalcı" olduğunu iddia eden ama alakası olmayan truva atı gibi elemanlar var piyasada. Onların özgüven dolu temelsiz iddialarını sorgulamada da işe yarıyor makaleler.
  • Kirpi'nin ürünleri/aletleri neden hep gecikiyor? 
Kurdan değil, tembelikten değil, yasal mevzuattan değil. Üretim adettinden. Şayet her aletten on biner adet üretiyor olsak... var yaaa.. oooo. Amma öyle bir durum yok. Adet az olunca üretimde sıranın en sonuna kalıyoruz, malzeme bulmak zorlaşıyor - hatta kimilerini temin edemiyoruz. Kalıp gibi teknikler yok vee çoğu iş rica. Aceleye getirdiğim işler oldu - prototipler mesela. Fiyat uçuyor. Ondan.
  • Prototipleri deneyecek üreticilere nasıl karar kılıyorsun? Ne yapmak gerekiyor? Beklentin ne?
Genelde önceden gidip ziyaret ediyorum. Hangi aletleri kullanıyorlar, nasıl üretim yapıyorlar ona bakıyorum. Belli başlı birkaç alet var, almışlar mı, kullanmışlar mı? Yeni fikirlere açık olup olmadıklarını anlamaya çalışıyorum. Sonrasında başlıyoruz paslaşmaya. Prototipleri deniyorlar, o ara  nazımı çekiyorlar. Ürün çıktıktan sonra yeni üründen taze taze sarıp gönderiyorum :) Yani önce tanışmak lazım.
  • Bu kadar kiremiti nereden buldun?
Hesap hatası. Çatı tamir işi yapılıyordu, eski kiremitlerin moloz-nakliyesini hesaplarken hata yapmışım, 60-70bin kiremit başıma kaldı. Her kiremit 1 kg 200-300 gr ağırlığında - evet tarttım :)- toplam 80 ton gibi. Atsan atılmaz, satılacak hali de kalmamış. Ben de bahçede kullanıyorum, yatak yapıyorum, kırıp yere seriyorum.
  • Niye mısır?
Mısırdan önce balkabağı ve biber vardı. Sıradan yetiştiriyorum :) Mısırın da sonuna geliyoruz, 2 sene daha devam eder, sevdiklerimi ekerim sadece. Balkabağının pek bir hikayesi yok, bir tek annemi dev balkabağı yaprağına sarmıştık battaniye gibi. Öyle büyüktü bitki. Biber hikayeleri paylaşmak için zaman aşımının geçmesini bekliyorum :)
  • Bahçe nerede? Ziyarete gelebilir miyim?
Malesef. Sitede her şeye müdase var, ziyaretçi olmuyor. İstanbuldayım.
  • Nerede eğitim aldın? Sertifikan kimden? Ne zaman merak sardın?
Almadım. Yani, permies'ın online PDC ve ATC'larını bitirdim. Projelerini hazırladım da şimdiki kurslar gibi bilgisayar başında saatlerce oturup sertifika almadım. Sertifika merakım yok zaten. Belki bir gün Wheaton Lab'e giderim. Belki Lübnan'a. Tek bildiğim Avusturalya bana çok uzak.    
 
Üniversite bittiğinden beri araştırıp, okuyup, uyguluyorum. 2010 dersek, 12-13 yıl olmuş.
  • Ne işle uğraşıyorsun/mesleğin ne? Doktora bitti mi?
İnşaat mühendisiyim. Bir fiil çalışıyorum. Okul İtü - Suny at Buffalo 2010 - inşaat müh, İtü 2013 - yapı müh, doktorayı 6. senemde çeşitli sebeplerden bıraktım. Teknik olarak "atıldım". Zor oldu analizleri bitirirken, tezi yazmayı yarılamışken bırakmak. Bir gün af çıkarsa - ki malum bizim ülkede zırp pırt çıkıyor - baştan başlamam gerekse dahi bitireceğim. Öyle hırslandım. İkinci bir şansım olursa Kirpiye bir süre mola verebiliriz.
  • Tohum çekilişi ne zaman?
Bu ara değil. İlkbaharda başlarız. Tohum var ama ben yokum, yetişemiyorum.

28 Kasım 2022 Pazartesi

şipşak: hügelkütür mü odun yatağı mı?

Blogdaki ilk hügelkültür yazısını hazırlayalı olmuş iki koca yıl. Nasıl sevgililer gününde mum çırası tanıtımı yaptıysam o yazıyı da yılbaşı gecesi yayınlamışım, 31 Aralık 2020. Yazdığım yazıya dönüp bakma sebebim konunun en başta - isminde- patlamış olması. Odun yatağı mı, hugelkültür mü, hugelculture mı? Ne yani? Ayrıca herkes hügelkültür derken neden ısrarla odun yatağı diyorum? 

Şipşak özeti şuraya bırakayım. Hügelkültür asırlardır var. Sepp onu ileri bir forma dönüştürdü. Kitabını yayınladıktan sonra tekniği farklı farklı iklimlerde, şartlarda denendi. Yeni teknikler geliştirildi. Bunlara odun yatağı deniyor (wood bed). Tepe-kültürü (hügelculture) bunlardan yalnızca biri.

Hügelkültür yeni icat edilen bir şey değil. Sepp Holzer de icat etmedi, Paul Wheaton da, kimse. Tarım Avrupaya daha ilk yayılıyorken - Neolitik dönemde  (cilalı taş devri - milattan önce altı bin ila sekiz bin yıl önce) insanların bu yöntemi kullanmaya başladığı düşünülüyor (malum çürüsün diye gömdüğümüzden odunlardan geriye bir şey kalmamış). İlk yazıda yazın ortasında kuraklık döneminde ormanda hayat dolu alanlar vardır, kazarsanız devrilmiş bir ağaçtan kalanları bulursunuz diye, aynen o. Tarım yapan ilk insanlar da herhalde bunu farketti ve uygulamaya başladı. Mesele yalnızca nemi hapsetmesi değil, bereketsiz toprağı işe yarar toprağa dönüştürmede, bu arada da hem atıkları geri dönüştürüp hem de drenaj sıkıntısını çözdüğü için günümüzde de en çok tercih edilen "çekirdek" yatak yöntemlerinden biri (gardening beds with .... core).

1980'lerde ortama Sepp Holzer giriş yapıyor. Yatakları kuzey güney, doğu batı aksında ya da, yamaca dik ya da paralel yapsak nasıl olur demiş. Yatakları daha dik yapayım demiş. Düz yapacağıma yılan gibi kıvrılır yapsam nasıl olur demiş. Tek kat odun dizmek yerine üst üste katmanlar yapsam, odun-dal-toprak yerine odun-toprak-dal-toprak-iyi toprak-malç yapayım demiş. Don havuzları yaratabildiğini, bu sayede kayısı, badem gibi bitkilerin çiçeklenmesini öteleyebildiğini ve geç donlardan sonra bile hasat alabildiğini görmüş. Yatakları kat kat yaparak daha yüksek yataklar yapabildiğini görmüş. İki metre (hatta 2,40m) yüksekliğinde yataklar yapmış. Yazıda bahsetmedim ama dışarıdan içeriye yığını tutan dallar atarak bu yatakları çok dar inşa edebileceğini fark etmiş. Marketlerdeki reyonlar gibi hügelkültür yatakları yapmaya başlamış. Elinde sepetle bahçeye çıkıyorsun, reyondan makarna, pirinç alır gibi sebze toplayıp çıkıyorsun. Sulamaya ihtiyaç duymayan yatak tipleri geliştirmiş (çoğu ihtiyaç duymadığı için bu özelliği pek vurgulanmıyor ama Sepp fide ekmiyor, sebzeleri tohumdan doğrudan ekiyor). Gibi gibi. Kitapları Türkçe'ye tercüme edildi, orada çoğu var (Pembe hikayeler anlatmayı sever, o yüzden okuduklarını uygulamadan Sepp'in dedikleri doğruymuş demeyin).

Hügelkültür deyince akla ilk Sepp Holzer'in gelmesi işte bu sebepten. Katkısı paha biçilmez AMA orada bir durmalı. Hügelkültür ile bilinen bir çok yanlış anlaşılmanın çıkış noktası da Sepp. Sulama gerektirmez diyor, yanlış. Dar yüksek yapın diyor yanlış. Portekizde bile oldu diyor, yanlış. Daha doğrusu hem doğru hem yanlış- kime göre neye göre derler ya o. Geliştirdiği tekniklerini insanlar tüm dünyada uygulamaya kalkışınca, en net ifadeyle Sepp'in fikirleri sağlam zortladı çünkü.

Nereden mi biliyorum? Hem kendimden hem de permies'ten. Hügelkültür konusu altında açılan 14870 başlık var. Çoğunu okumuşumdur. Hügelkültür Akdeniz ikliminde çalışmıyor. Nokta. İstediğiniz kadar büyük yapın, istediğiniz şekilde yapın. Zor. Diğer tekniklerden hügelkültür-swale (yağmur hendeği içine hğgelkültür yapmak) tehlikeli olsa da oluyor, beton zemin üzerine hügelkültür oluyor, en aleopatik odunlardan (başka bitkilerin büyümesini engelleyen) yatak yapın oluyor ama Akdeniz ikliminde olmuyor. Damla sulama kurmadığınız sürece- cık. Nope. Daha doğrusu hügelkültürü tepe şeklinde yaparsanız Akdeniz ikliminde çalışmıyor. Sepp'in dediği gibi 2 metrelik olanlar zaten iptal, 60 cm yüksekliğinde olanlar bile zor. Tepe işi yaş.

Peki hügelkültür iptal mi? Yani Akdeniz ikliminde odun gömme fikrini çöpe mi attık? Yoo, hiç bile. Teknik bambaşka bir forma dönüştü. Yaklaşık 14-15 yıldır permies'teki tartışmalar ve paylaşılan deneyimler sonucu Akdenizde hügelkültüre hügelkültür demiyorlar artık, odun yatağı (wood bed) demeye başlandı. Çünkü artık tepe yapmıyoruz, odunları gömüyoruz. Gömülü odun yatağı - burried wood bed.  Doğu karadeniz bölgesi dışında Türkiye ya Akdeniz iklimi ya da karasal iklim. İkisinde de odunları üst üste yığmak yerine gömmek daha doğru. Daha genel ifade edersek yaşadığınız bölgedeki yıllık ortalama yağış 800-1000 mm'den az ise gömülü odun yatağı yapmanız tavsiye ediliyor. Yani bizde hügel değil, grabenkültür :)

Hügelkültür (birebir tercümesi tepe/yığın-tarımı) kelimesini kendi durumumuza uyarlarsak abes bir durum ortaya çıkıyor. Gömülü hügelkültür ya da toprak altı hügelkültür dersek gömülü tepe tarımı ya toprak altı tepe tarımı gibi saçma bir ifade ortaya çıkıyor. Hadi siz biz anladık diyelim, konuyu yeni öğrenenler? O yüzden lütfen :) Biz odunları yığmıyoruz, gömüyoruz. Yığanlara da selam olsun, yığmayın, verimli çalışmaz - tecrübeyle sabit (çoktan yığdıysanız damla sulama sistemi kurun, farkı görün).

Permies'teki deneme yanılmalar yalnızca Akdeniz iklimi için yapılmadı. Dev hügelkültür yatağı fikrini görmek için Paul Wheaton labraturara 2 kat yüksekliğinde yatak kurdu. Kaç yıl geçti, hala çalışmıyor.  Planı E ya da F harfine benzeyen yataklar kuruldu. Farklı ağaçlardan odunlar alındı, denendi. Yükseltilmiş sebze yatağı kurarken yatak sade toprak karışımıyla değil, önce hügelkültürdeki gibi odunla sonra toprakla dolduruldu. Sonuçları tartışıldı. Daha onlarca deneme yanılma... Uzun lafın kısası Sepp hügelkültürü artık geçmişte kaldı. Sepp Holzer hügelkültürü aldı ve onu olabilecek en ileri forma taşıdı. Permies'tekiler de bu çabadan esinlenerek hügelkültürü o kadar çok çeşide, farklı formalara dönüştürdü ki ona artık hügelkültür diyemiyoruz. Odun yatağı diyoruz, çünkü hepsinin ortak noktası içinde odun olması. Hügelkültür ya da odun yatağının ne olduğunu anlamak için permies'e bakın. Çoğunu burada özetliyorum, dilerseniz buraya da bakabilirsiniz.  

Sonuç: Biz bütüüün bu geliştirme sürecinin dışında kaldık. Tekniğe sondan bakıp "hee buralara varmış, buraları doğruymuş, buraları noksanmış" diyebiliyoruz. Varsın Amerikalılar tepe formuna hügelkültür, gömülü olana gömülü odun yatağı desinler. Geri dönüp hügelkültüre odun yatağı diyemiyorlar, bir kere yerleşmiş dillerine, literatüre. Bizde taşlar daha yeni yeni yerine oturuyor. Gelin hügelkültür demeyip odun yatağı diyelim, Akdeniz iklimine uygun olana da gömülü odun yatağı. Yükseltilmiş sebze yatağı önce odunla doldurulursa odun yatağı mantığıyla/tekniğiyle dolduruldu deriz. Hem tertipli olur hem de herkes anlar ne demek istediğimizi.

Şöyle bir şeyler çizdim- daha anlaşılır olsun diye:

Bunların dışında çok önemli bir neden daha var. Dışarıdan aldığımız her kelime için geçerli bir neden.. Hügelkültür derseniz sokaktaki kimse sizi anlamıyor. Permakültürle uğraşan yirmi bin kişi birbirimize hava atmaya devam edelim diyorsanız ne ala. Ne yaptığımız bilinsin, çevreye ve insanlara bir katkımız olsun diyorsanız lütfen kendi dilinizde konuşun. Matbaanın gelmesini engelleyen zihniyet ölmedi. O hastalık malesef devam ediyor. Dil bariyeri diye bir şey yok, durmadan kendi ayağımıza sıkmamızın dışında..

Sevgiler, saygılar, hürmetler

Hamiş: Tohum topuna (seed ball) ısrarla kil topu demem de buna benzer bir nedenden. Kil topları toprağa hayat aşılar, içimde tohum olmak zorunda değil. Mantar, bakteri topları hazırlayabilirsiniz. Aradaki farklı görmek için steril tohum ve kil ile top hazırlayın bir de mikoraza ya da verimli toprak aşıladığınız kil topunu. Bir de içlerine tohum koymadan hazırlayın. Bu dördü arasındaki farkı görün. Biz tohum diyoruz ama o kil bilyeleri özel kılan şey toprak biyotasını aşılaması. Bunu da kil ile yapıyoruz. Tohum olayın en önemsiz kısmı. Bu muhabbet de kil topu üzerine çoğu hintçe geyiklerin döndüğü yahoo grubundan. Artık grup var olmasa da (yahoo gruplar kapandı) orada bu karar alındı.

*Bu yazıyı yazmadan önce hatırı sayılır kişilerle konuyu tartışma şansım oldu. Malesef içlerinde ego savaşı çıkaranlar var. O ego bana işlemiyore. Niye? Ziya Paşa'yı anıyoruz burada, yolumuza devam ediyoruz :)

**Peki niye hügelkültür Akdeniz ikliminde çalışmıyor da, gömülü odun yatağı çalışıyor? Pipette su çekiyorsunuz diyelim. Hava alırsa, hüpürürse suyu çekemezsiniz ya onun gibi. Akdeniz iklimi 3-4 ay yağmurun yağmadığı yazlarıyla meşhur, bu sezon kimi zaman 6-7 ay bile sürüyor. İşte bu sürede hügelin içindeki su zinciri kopuyor, boşluklar oluşuyor. Sonra da tekrar oluşamıyor. Yığındaki toprağın odunlarla teması kalmıyor, toprak su itici bir özellik kazanıyor. Game over. Odunlar yaş bile olsa toprak kuruduğu için nem toprak yüzeyine - bitkilere- ulaşamıyor. Gömülü odun yatağının yanları açıkta değil, adı üstünde toprak altında. Bu nedenle buharlaşma daha az. Kuraklığa daha uzun süre dayanıyor. Diyeim ki kuraklık çok uzun sürdü ve toprak su itici özellik kazandı. Yağmurlar başladığında çukur su ile doluyor. Kuru toprak uzun süre su ile temas edince "su itici" özelliğini kalmıyor. Zincir tekrar oluştu. Hügelkültürde bu mümkün değil, çünkü nemi içinde hapsedip odun-toprak-bitki bağının tekrar oluşmasını sağlayamıyoruz.  Yanları açık olduğundan suyu hapsedemiyoruz.

***Bu yazıda farkı vurgulamak için hügel ve gömülü odun yatağı diye yazdım. Bundan böyle sadece odun yatağı derim ben.

22 Ekim 2022 Cumartesi

hede hödö: mısır yarışması

Yarışma bitti, 2022 yılının en güzel mısırını (ya da mısırlarını) seçtik. Aklımdan geçenleri yazayım :)

  • Öncelikle başka hiç bir hesapta yarışma düzenlendiğini görmedim, bilmiyorum. O yüzden duyuru yaparken nasıl olacağını, nelere dikkat edilmesi gerektiğini, platformun nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. İlk elin günahı olmaz dermiş atalar. Bizimkisi o hesap.
  • Yarışma düzenlemek için instagram doğru platform değil. Doğru platformun neresi olduğu hakkında da bir fikrim yok gerçi. İnstagram (platform ve takip edenler) sevmedi oylamaları, geriye attı Kirpi'yi. Yarışma öncesinde paylaşılan hikayeleri sayfayı takip edenlerin %45-65'i görürken (takribi dört bin+ kişi iken), yarışmadan sonra paylaştığım hikayelerin görülme oranı %10'a düştü (600-900 arası). Bu hiç mi hiç iyi değil. Mısırlardan bayıp sessize alan olmuştur elbet, ama yani üç bin kişi de azalmaz.. Önemli değil, algoritma birkaç aya toparlar. Kısa yarışmalar görüntülenme oranlarını pek etkilemiyor ama eleme dediler mi orada durmak gerekliymiş.
  • Yarışma çok sevildi. Aynı mısır fotoğrafını 4-5 kere görünce insanlar takip etmeyi, like'lamayı bırakır diye düşünmüştüm. Öyle olmadı. Yarışma ilerledikçe yorumlar ve beğeniler arttı. Demek ki yarışmayı ve yarıştırmayı seviyoruz, olay algoritmayla. 
  • Kategori şart. İki taneden daha çok sayıda mısır olacaksa komposizyon katogorisi, glass gem ve boyalı dağ gibi renkli mısırlar için ayrı bir katogori, farklı şekillerdeki mısırlar için ucube katogorisi (gerçekten çok değişik mısırlar vardı :), yerli cinsler, kendi geliştirdiğiniz cinsler için ve diğerleri gibi.. En az 5 kategori olmalı. Olmalı ki yarışma amacına ulaşsın.
  • Gelen resimlerden hangilerinin yarışmaya katılacağına ben karar verdim. Sonrasına müdahale etmedim. Dile getirmedim ama bot (robot) hesapların sayesinde biri öne geçseydi, bir tek o zaman müdahale edip  eleyecektim. Gerek olmadı. Bence böylesi iyi oldu. Yarışma sırasında 4 hesabı engellemem gerekti (yarışan değil de deli saçması mesajlar attıklarından, küfürlü). Şöyle düşündüm: altı üstü mısır yarışması yapıyoruz, durumu abartmaya gerek yok. Vurdum kırbacı.
  • Tohum satışı yapanlar bu yarışmaya katılamadı. Kimi darıldı, kimi nasıl olsa katılamıyorum diye yarışmayı duyuracakken duyurmadı. Garip mesaj atanlar oldu. Çoğuna karşılıksız tohum gönderdim, benim elimdeki cinslerin en iyi tohumları varken yarışmaya katılmanız adil olmazdı. Tohumlarınız benden olmasa bile özel cinsleri topladığınızı ve çoğalttığınızı biliyoruz. Evinin arkasında ufak bir alanda hevesle bir kaç koçan mısır yetiştiren biriyle yarışmanız söz konusu değil. Aynı nedenden yakın arkadaşlarım da katılmadı (katılamadı değil katılmadılar). Malesef tohumcu çoğunluk ayıp etti. Engellediğim hesaplardan üçü tohum satışı yapanlardan. Keskin sirke kabına zarar verir derler ya.. hırs iyidir... böylesi değil ama. Amaç reklamsa onun usulü başka.. Destek veren, paylaşan tohumcu azınlığa buradan teşekkürler. 
  • Yarışma sonrası soru-cevap kısmına en çok yazılan fotoğraflarda komposizyona neden izin verildiğiydi (bir resimde ikiden çok mısırın olması). Aklıma gelmedi açıkçası :) Tek tük mısır komposizyonu gördüm hesaplarda ama yarışma için özel çalışılacağını düşünemedim. Eleştiride haklısınız, seneye bunun için ayrı bir kategori olacak. Ancak müdahale etmedim. Sebebi de elemedeki en baskın özelliğin o olmaması. İlk elemede eh işteler elendi. Ancak diğer elemelerde özellikle sevilen kişiler üst tura çıktı. En çok sevilen derken mısırdan bahsetmiyorum. Öğretmenler, hemşireler, takipçileriyle sohbet edenler, paylaşım yapmaktan keyif alanlar.. Güzel şeyler bunlar :) Final elemesine çıkanların her biri ödüle layıktı. O yüzden müdahale etmedim.

Katılan, takip eden, oy veren herkese teşekkürler. Kazananı buradan tekrar tebrik ederim. Seneye -muhtemelen başka bir platformda- görüşürüz.

16 Ekim 2022 Pazar

kavram: kararlılık

Kararlılık derken kavram olan kararlılıktan bahsediyoruz :) Nam-ı diğer stabilite.

"Doğada her şey dengededir", "doğal dengeye" benzeri sözlere permakültürde, Fukuoka'nın doğa tarımında, eğitimlerde vb. denk gelmişsinizdir muhakkak. Yalan!  :) Mesele denge değil, kararlılık. Doğa hiçbir zaman dengede değildir, ancak kararlı olmayı arar. Açıklayalım.

Kararlılık bir sistemin/yapının dengesini bozduğunuzda kendiliğinden eski haline dönmesine deniyor. Dönerse kararlı, dönmezse kararlı değil. Çukur ya da tas içinde bir top/bilye hayal edin. Kenara itseniz de rüzgar esse de sonunda çukurun en derin noktasına dönecektir. Bir parmağınızın ucunda basketbol topu hayal edin, dengede düşmüyor. Ancak durum kararlı değil, çünkü rüzgar eserse ya da eliniz titrerse düşer gider. Parmağınızın ucuna kendiliğinden geri dönmez di mi? Kararlı değil.

Doğada buna benzer bir durum var. Kendi haline bırakırsak yangınlardan sonra ormanlar tekrar yeşeriyor, çapalanan alanları tekrar yabani otlar sarıyor. Hatta şehirleri ya da kasabaları terk edersek doğa tekrardan ele geçiriyor, yapıları sarmaşıklar sarıyor, binalar yıkılıyor. Orman, çöl, deniz geri geliyor.

Kararlılık ekolojide üzerine bol bol çalışılan, modellemeler yapılan bir konu. Modelleme demek matematik demek, matematik demek birbiriyle çelişen ancak işe yarayan onlarca denklem demek (matemetiğin keyifli kısmı başlamadan sınıfı terk edenler için 1 dk'lık saygı duruşu :) O yüzden onlarca tanımı var. Gelin en genelinden kavramı açıklayalım da doğa-denge-doğa diye kekelemenin öteye geçelim. Geçelim ki konuşalım, tartışalım, anlayalım.

Önce kararlı bir sistemi ele alalım. Çukur! Çukur derin olabilir, geniş olabilir. Yan yana çukurlar olabilir. Çukurun merkezinde olabilirsiniz, kenara yakın olabilirsiniz. Bunların herbirinin bir adı var.

  • Direnç (resistance): Kararlı durumdan çıkma zorluğu. Bahçenizde milyon tane salgangoz mu var, toplayıp çöpe atın! Zor ama :) O zorluğa deniyor. Çukur benzetmesinden devam edelim. A ile B çukuru aynı derinlikte. Ancak A'nın kenarları daha dik. Topu içinden yuvarlayarak çıkarmanız daha zor. Direnci B'ye kıyasla daha fazla.
  • Kararlılık eşiği (latitude): sınır değer, bu değer aşıldığında artık eski duruma dönmek mümkün değil. Aynı örnekten devam edelim. Salyangozları toplayın da toplayın. Bir noktadan sonra salyangozları göremez oluyorsunuz. Artık sanki sayıları artmıyor gibi. Bir eşiği aştık sanki, başka bir kararlı duruma geçtik. Ben topladım salyangozları, hatta tarttım. Dönümden takriben 85 kg salyangoz toplarsanız -ördek almanıza gerek kalmadan- salyangoz eşiği aşılıyor. Burada sorulacak iki soru var, bir salyangoz kaç gr? ördek fiyatı ne? :) Çukurdan devam. 1 nolu çukur daha sığ, 2 daha derin. 1'den daha kolay çıkarsınız, çünkü eşiği düşük..
  • Sapma mesafesi- (precariousness): Diyelim ki 100 keçi 4 çakal olunca sistem kararlı oluyor. Keçilerin sayısı artacak ya da çakallar keçi avlayacak. Belki çakallardan biri ölecek. Sistem asla ideal kararlı durumda (yani çukurun dibinde) kalamaz. Biraz kararsızlaşır, sapar, toparlar sonra tekrar. İşte mevcut durumun ideal duruma olan uzaklığa sapma miktarı/mesafesi diyoruz. Daha doğrusu ben öyle diyorum. Ekoloji kitaplarında tercümesini bulamadım.  Çukura benzetmeye devam...

  • Panarşi (panarchy): Muhtemel tüm kararlı durumları kapsayan döngüler dizisi. İlla bir adet kararlı durum olacak diye kural yok. Mesela Yellowstone Milli Parkındaki hayvanlar... İlk başlarda herkes dengedeyken (birinci kararlı durum) insanlar önce bizonları avlamışlar, kurt sayısı azalmış, elk (bir çeşit geyik) ve çakal sayısı artmış ve dengelenmiş (ikinci kararlı durum). Sonra kurtları avlayıp yok etmişler. Elk sayısı deli gibi artmış, çakal sayısı da. Bizon sayısı da artmış. Ancak ne dere kalmış ne orman. Elkler her tarafı tahrip etmeye başlayınca (ve üçüncü kararlı duruma ulaşmak üzereyken- elk sayısı ve çakal sayısı dengeleniyorken) kurtu geri getirdiler. Şimdi park birinci kararlı duruma geri dönüyor. Bu öyle hemen, zart diye olan bir şey değil. Adaptasyon döngüsel bir şey. Uzun bir konu, tek başına 3-5 mevzu yazısı çıkar. Bence şimdilik bu kadarı yeterli bizim için.

Hani konu anlatımından sonra örnek soru çözümü vardır ya, konuyu anlamaya yardımcı olduğu söylenir, ancak vize ya da finalde gelecek soruyla alakası yoktur. Tebrik ederim, o kısıma geldiniz :) Topraktaki organik madde azsa onu toparlamanız da o kadar zor oluyor, çünkü öncü canlılar bölgesine giriyorsunuz. Ayrıkotu, kaynaş, dikenler, böğürtlen, akasyalar gibi.. Bu bölgeden çıkmak zor. Toprağı anlamak için kendimce bir şeyler karaladım. Benim gözlemediğim kadarıyla toprakta 3 kararlı bölge var.


İlki öncü bitkiler bölümü. Hem eşiği hem de direnci büyük. Gözlemlediğim kadarıyla kendi haline bırakırsanız %1-2 organik madde oranlarında dengeleniyor/kararlı. İkinci kararlı bölge topraktaki organik maddenin takriben %5 olması durumu. Sebze yetiştirmek için güzel bir bölge :) Ancak ilk bölge gibi eşiği ve direnci büyük değil. Kendi haline bırakırsanız %5'e ulaşıyor, yani %3'ün üstüne geçtiğinizde işiniz kolaylaşıyor. Bir sonraki kararlı durum %8-9. İkinci kararlı durumdan üçüncüye kararlı duruma geçerken önce bir zorlanma hissedeceksiniz- eşiği aşıyorsunuz-, ancak birden ikiye kıyasla bu eşik hiçbir şey.  Sonrası bayır aşağı. %8-9'dan daha yüksek oranlara ulaşmak isterseniz daha çok çabalamanız gerekiyor*

*Gözlemlerim bu yönde. Doğrudur yanlıştırını bilmiyorum. Örnek olsun diye var burada :) 

*Niye elle çizdiğimi inanın bilmiyorum. Blogdur, üzerine gitmeyin.

6 Ekim 2022 Perşembe

kavram: #tekbirkötügün

Kirpi bu aralar biraz değişik. Kendimden değil şirketten bahsediyorum (gerçi, yalan yok, beni de etkiliyor :). Satışa başladıktan 2 ay sonra kurun patlaması pek iyi olmadı açıkçası. Planları alt üst etti,  artık plan yapamaz hale geldim. İki ileri on geri şeklinde yol alıyorum. Baktım kısa vadeli hedef koyamıyorum, ben de hedefi büyüttüm. Aralıksız tasarımdayım kaç aydır. Yıl sonuna kadar 100 aletin argesi, tasarımı ve seri üretim modeli bitecek. 120 günde 100 tasarım mı? Evet. Tabii ki imkansız -ben de biliyorum- ama ormanda yolunu kaybettiğinde yıldızları hedef almak gerekiyor ya, onun gibi :) Elemek yok, seçmek yok. Bakalım kaçıncıya kadar nefesim yetecek, kaçıncıda patlayacağız.

Yazılara yüklenememem işte bu yüzden. Yazıları son kez elden geçirmem gerekiyor, ancak kafayı toparlayıp bakamıyorum. Mevzu yazıları bekliyor, çalakalemler ve hatta şipşaklar bile. Şipşaktan daha kısası gerek bize. O halde yeni başlık tipi; kavram. Permakültürcülerin ya da üreticilerin cümle içinde kullandığı, arkasında dağlar kadar fikir, iddiası olan kavramlar. Hızlıca söyleyiveriyorlar ama ardını, ardında yatanı bilmek gerek.

Mesela #tekbirkötügün. Bir slogan.

Sebzecigillerin (vegeteryan, vegan ve diğerleri) iddia ettiği bir fikrin tam tamına zıttı. Veganlığa karşı çıkmış bir akım da değil gerçi.

Genelleme yaparsak şunun tersi: "Dünyada kaynaklar hızla tükeniyor, et yemezsek daha sürdürülebilir bir yaşam mümkün. Hayvancılık doğaya zarar veriyor."

Olay şu. Bizim ya hayvanlara ya da petrol, gaz, lityum gibi sürdürülebilir olmayan kaynaklara ihtiyacımız var. Ya traktöre mazot koyup kompostu döndüreceğiz ya da böcek ararken kompostu tavuklar çevirecek. Ya hayvan gübresini kullanacağız ya da dev tesisler/madenler kurup yapay gübre üreteceğiz. Temel fikir/iddia şu: hem vegan olup hem sürdürülebilir olmaktan bahsedemezsiniz. Sürdürülebilir olmak için et yemeniz gerekiyor (burada holiganlık yapmayalım, zıttı demiştim size). Konu dahası var da.. kavram yazısı.. hızlı geçiyoruz.

Hmm..

Hemen bir örnek. Kuluçkaya yumurta koydum. 21 gün sonra civcivler çıktı. Yarısı dişi yarısı erkek (yani öyle olması gerekiyor, ne hikmetse bazen hepsi erkek ya da dişi çıkabilir). Dişiler tamam da erkekleri ne yapacağız? Kuluçka tesislerinde civcivlerin cinsiyetlerini belirleyip erkek civcivleri kıyma makinesine benzer bir makineye atıyorlar. Ya yem oluyor ya da gübre üretiliyor. Kıyma makinesinin insani olduğu iddia edemem, ancak doğada olana kıyasla daha insani olduğunu söyleyebilirim. Hiçtiyse bir sn bile sürmüyor. Doğada erkek civcivler büyüyünce -horoz olunca- birbirlerini öldürür. Öyle uzaktan uzun namlulu silahla vurarak değil. Birbirlerini parçalayarak. Yaptım bu hatayı, sansar bile insaflı kalır. (Bence buradaki esas mesele erkek civcivlerin öldürülmesi değil, masraf olmasın diye yaşama şansı vermeden, yumurtadan çıkar çıkmaz öldürülmesi)

Keçi, koyun, sığır, manda.. Hepsi. Tekrar soruyorum, ne yapacağız bu erkek hayvanlarla? Tavuk beslemeyelim o halde. Hiç hayvan beslemeyelim, mi?

İşte burada bir açmaz var. Beslememiz gerekiyor. En azından fikir bunu iddia ediyor. Ben kendi kas gücümle yılda 5 metreküp kompost üretiyorken tavuklarla 10-12 metreküp üretebiliyorum (çünkü işin çoğunu artık onlar yapıyor). Komposta biyokömür ekledim artık 15-16 metrekübü zorluyoruz (biyokömür kompostlaşma sürecindeki verimi arttırır). Atıkları kompostla geri dönüştürüp bahçede kullanıyorum. Bahçe için kompost gerek, kompost için tavuk (bkz: istiflemek).

#tekbirkötügün hayvan beslemenin/ et yenmenin gerekli olduğunu ancak o güne kadar doğalarına uygun en ideal şartlarda yaşatmanın ahlaki zorunluluk olduğunu iddia ediyor. Diyelim ki sütü için inek besliyorsunuz. Memeli bir canlının süt vermesi için doğum yapması lazım. Buzağı kesileceği güne kadar elinizden gelen en iyi şekilde bakılacak, sağlığına dikkat edilecek. Kendi boku içinde yatmayacak. Uyduruk yemlerle beslenmeyecek, mineraline besinine dikkat edilecek. Koşabileceği, gezebileceği bir ortam sunuacak ve daha bir çok başka şey. Vakti geldiğinde elenecek. Bir tek o günü kötü olacak (burada bir tek kısırlaştırma istisna olabilir diyorlar, o da gerekli olduğu için).

Bu bir hedef. İmkanınız izin verdiği kadar iyi bakıyorsunuz. Ancak imkan varken, amaaan %16'lık protein oranıda yetiyor zaten diye tavuğu proteinsiz bırakırsanız, tüyleri dökülürse- o olmadı işte (genel bilgi ortalama %18 olmalı -bazen %20-, proteini kaliteli olmalı). Tavukları beton zeminde yetiştirmek de yok, eşelensin hayvanlar. Böcek arasınlar. Doğasına uygun davransın.

(Ya da suya sabuna dokunmayalım - veganları karıştırmayalım-, ilkokul çocuğuna anlatır gibi anlatalım. Çok çok iyi bakıyoruz hayvanlara. Bir tek ölecekleri günleri kötü gün oluyor. Bu kadar :)

Burada erkek hayvanlardan konuyu inceledik de, eti için de hayvan besleyebilirsiniz. Dişilerin de elenmesi gerekiyor. Yaşlısı, verimsizi, kolay hastalanı, cinsin özelliklerini göstermeyeni.. Aynı ilke geçerli. Mümkün olan en güzel şartları sunmalısınız o #birtekkötügün'e kadar.

.

Benim durumumu da açıklayayım. Bu sene yumurtadan civciv çıkardım. Çoğu horoz çıktı. Karşılıklı maç yaptırırsın o kadar. Elimden geldiğince en iyi şekilde baktım. Yemi, besini eksik olmadı. Suyu hergün değişti, bazen 3 kere, hep tazeydi. Denizden midye kabuğu da taşıdım, siyah asker sineği üretip de verdim. Günü geldiğinde -birbirlerine dadaşmaya başladıklarında- elendiler, şimdi buzluktalar. Her haftada birini pişiriyoruz. Hem marketten aldığımızla ölçülmeyecek kadar lezzetli hem de karnımız doyuyor. Çıkardığım civcivlerin kalanı tavuk. Bir kısmı düzenli yumurtlamıyor, bir kısmının da elenmesi gerekiyor (yeni cins geliştirmek için istenmeyen özelliklerin elenmesi gerekli). Mutlular, yani o güne kadar.. Yalan yok içim rahat. Hayvanlar sağlıklı ve mutlu.

.

#birtekkötügün yabancı kaynaklardan gelen bir kavram/slogan. Bizim kültürümüzde de tabii ki aynı ya da benzer ilkeler var. Daha doğrusu her kültürde var..

.

Bunun bir ötesi var. #tekbirkötüan diye. O son günle alakalı. Hayvanın yaşadığı yerde öldürülmesi, yani mezbahaya gitmemesi gerektiğini iddia ediyor. Korkmaması, kanının akıtılması, acı çekmemesi vb. gibi bir çok başlık var. Ayrıntılara girmeyeceğim. Her sene kurban kesiliyor zaten, bildiğimiz konular. Dini ve kültürel şartlara da girmedim. Gene bildiğimiz konular diye.. (burada baltayla kurbanın kafasını uçuran maraza tipleri örnek göstermiyorum, hayvan kesmenin de onlarca adabı, kuralı var)

.

*Yazıda öldürmek yerine elenmek/elemek dedim. Açıklaması kolay olsun diye gene horozlardayız. Doğada horozlar birbirlerini eler, en güçlüsü ve 1-2 tane daha güçsüzü hayatta kalır. Bu 2-3 horoz yerdeğiştirir, birbirini öldürür filan.. #birtekkötügün'de ise bu eleme işini biz yapıyoruz. Hasat yaptığımız doğru, ama biz karar veriyoruz kimin gideceğine kalacağına. Kavram bunu vurguladığından elemek dedim.

12 Ağustos 2022 Cuma

çalakalem: imece (permablitz)

Geçen hafta permakültüre gönül vermiş biri daha göçüp gitti. Beklemiyorduk, gençti, ani oldu. Dan Palmer. Permablitz fikrini ortaya çıkaran, organize eden eleman. Yazı 2 kısım. Hadi :)

1.

İmece ülkemizde sık başvurduuğumuz bir yöntem. Mesela yakınlarda domates salçası, tarhana, erişte, yuvalama vb hazırlayacağız imece usulü. Tanımı şu:

genellikle kırsal yerleşim yerlerinde, birçok kişinin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin tarlasını sürmek, ekinini biçmek, harmanını kaldırmak, mısırını, fındığını toplamak vb. gibi bir işini görmesi ve böylece herkesin bu türden işlerinin sırayla bitirilmesi.

Yani tek başına tamamlaması zor işleri elbirliğiyle hızlısından bitirmeye imece deniyor. Bizim ailede bu yöntemi çok severler, topluca girilir her bir şeye. Kim ne yapmış diye defter kitap tutmuyoruz ancak herkes işin bir ucundan tutuyor. İmece usulü bu topraklarda asırlardır var, yeni bir şey değil. Hatta şehirli çeşitlerimiz bile var. Altın günü mesela. Tarla sürmekle bir değil tabii ki ancak çok benziyor. Kimse gidip bir seferde 24 tane çeyrek altın alamaz ya da bozdurmaz. 90ların kolası ve kısırı ile meşhur günlerinde mahallenin kadınları (ve dul emekli beyleri) her ay bir eve gider ve ev sahibine getirdikleri altın verilirdi. Bir çeşit finansal imece. Toplanan parayla düğün yapılır, ev boya badana ettirilir, borç ödenir gibi.. Bu şekilde Aysel teyzenin torununun sünnetine ya da bakkal reisin borcunu kapamaya "imece" girilirdi. Dolaylı yoldan. Bir sonraki ay tekrar, bu sefer başka birine. Biz çocuklar da arada kola filan aşırırdık.

Gelin benim durumuma bakalım bir de :) Tek başıma 6 dönüm bahçede uğraşıp duruyorum 12 yıldır. Üst bahçedeki sebze yataklarını tamamlamam 13 ay sürdü. Her bir yatağı anca bir ayda bitirebildim. Kümesi inşaa etmem 3 ay, ilk odun yatağı 4 ay, biyokömür ortamını hazırlamam (tlud) 1 ay, yağmur toplama sistemini kurmam 1 yıl, kuyu, sulama ve kablo hatlarını çekmem 1 yıl, alet odasını inşaa etmek 3 ay (haftalarca taşınan mıcırı saymazsanız 2 hafta) sürdü. Nazlı Bahçeyi hazırlamak için 2 kapanma ve acı bir kalp kırıklığı gerekti. Bahçe güzel oldu, oluyor daha doğrusu ama 12 YIL!  Yaşlandım be! Yalan yok, bu yavaş tempodan keyif alıyorum, bahçede çalıştıkça ofisten eve getirdiğim üzerimdeki gerginliğimi atıyorum. Parasıyla yardım edenler de oldu. Ancak 6 dönüm de az değil, hele hele makinasız.. Bir yandan tüm aileye yetecek salçayı, tarhanayı, erişteyi hazırlamak 2 hafta sürerken, benim burada iki yatak kurmam bir mevsim yiyor. Cık. Ayrıca imece daha keyifli. Muhabbet oluyor, ızgara yemek yapıyoruz filan. Kuru kahve de bir yere kadar.

Permakültürü herkes öve öve bitiremiyor, taa ki uygulamaya başlayıncaya kadar. Konvensiyonel tarım uygulamaları kolay, zaten kolay olmak zorunda. Permakültür öyle değil. Para çokamel mantığıyla yürümüyor, amaç kalıcı bir sistem kurmak. Yağmur hendeği desen elli tane detayı var. Elle kazmak bir olay, kepçeyle başka. Kümes inşaa edelim desek, içinde kalın altlık serili bahçesinde kompost üretilen ohoo. Vakit alır, insanı yorar. 6 dönümü geçtim, 200 m2 bir alana permakültür uygulaması yapacağız desek o bile alır bol keseden vaktinizi. Bir de paranızı! İlk kez yapıyor olacaksınız nasıl olsa. Hatalar yapacaksınız, yanlışlar olacak. Yağmur suyu toplama, solar panel gibi daha teknik konular da var. Bir hata yüzlerce dolara patlar. Ki emin olun ufak ufak onlarca hata yapıyoruz. Gelin elbirliğiyle girişelim hem işyükünü, hem de tecrübeyi paylaşalım. 10 kişi 10 farklı bahçede kendi başımıza debeleneceğimize, her hafta birinin bahçesini baştan sona tamamlayalım. Hem muhabbet olur, hem de hızlı biter. Bence en güzel kısmı da -tabii herkesin bahçesi bir değil ama öyle olduğunu düşünelim- kümesi bir kere baştan sona yapmak yerine 10 kere zorlanmadan yapmak. İlk seferlerde tecrübesi az olanlar hammaliye işleri yapar, ancak gördükçe tecrübe kazanır. Kötü mü olur. Türkiye'ye permakültür imece usulü girdi desek pek yalan söylemiş olmayız. Çoğu şu an ders aldığınız, bugünkü gurular filan :) böyle başlamış. Kulağa gelen dedikodulara bakılırsa bazı kalp kırıklıkları olmuş. Malum dram hayatımızın her yerinde. 

--Lafı iki kelam daha uzatacağım. İkinci kısımda permablitz - perma imeceyle ilgili bir evrakı tercüme ettim. Elimden geldiğince, hızlısından. Oradan kim ne istiyormuş, görevler neymiş görebilirsiniz.--

Permablitz yerine niye perma-imece dediğimi açıklayayım. İnsanlar neden bahsettiğimizi anlamıyor. Nokta. Perma permakültürden geliyor. Değiştiremiyorum, öyle girmiş. Blitz yıldırım demek, ama ondan gelmiyor. Almanların 2. dünya savaşı sırasındaki esas saldırı taktiği. Binlerce tank, bomba ve uçakla saldırıyorlar, kimse önlerinde duramıyor. Ruslara yaptıkları bu ani baskın, yıldırım saldırı blitz kelimesiyle özdeşleşti. Permakültür saldırısı, baskını da kulağa iyi bir şeymiş gibi gelmiyor. Nevin Ablanın bana tarhana saldırısıııı! diye mesaj attığı hiç olmadı mesela. Türkçesi var. İmece. Ecnebi havası kasacağız diye her kelimeyi de dilimize itelemeye gerek yok. İmece usulü permakültür. Kısaltacaksanız perma-imece.

Ayrıca bu organizasyon şeklini bize olduğu gibi uygulama şansımız yok. Birebir uygulama aletlerde de mümkün değil. Bize uyarlamamız lazım. Uyarlamadan lök diye alırsanız bugün düştüğümüz duruma düşeriz. O kadar tohum çekilişi dönüyor, kaç tane blitz/imece duydunuz? Öyle ayda yılda bir değil, şu an bir tek İstanbul'da haftada 10 belki 15 tane farklı imece düzenleyebiliriz. Malesef yok ama. Laf çok, kimsede iş yok. Plazagörl ile konuştuyduk bunları, belki bir şeyler çıkar seneye. Yapsa yapsa o yapar.

2.

Bu kısım bağlantıdaki yazının aşırı kısaltılmış, hızlısından açıklamalı tercüme edilmiş hali. Orijinali için: permaculturecalgary--Permablitz-Host-Guide-2019-

Kimler ev sahibi olabilir? (yani kimin bahçesini inşaa etmeye yardım edeceğiz)

  • Daha önce en az 2 imeceye katılmış olmak,
  • İmeceyi düzenleyen organizasyona üye olmak gerekiyor

Her imecenin, önceden tasarlanmış bir projeye (permakültür tasarımına) uygun olarak yapılması isteniyor. Kendiniz de tasarlayabilirsiniz (sertifikanız varsa) ya da sertifikalı biri tarafından tasarlanmış da olabilir. Bu yazıyı yayınlayan grup ihtiyaç halinde tasarımcı bulmaya yardımcı oluyormuş.

Tasarımcı o alana bir permakültür projesi geliştiriyor. Buradaki esas amaç uygulama günü geldiğinde başa dönüp bu böyle olmasa şöyle olsa muhabbetini kesmek. Diğer amaçlar da araziden mümkün oldukça faydalanmak, süreci hızlandırmak, verimi arttırmak vb. Ayrıca bakımı azaltmak, uygulamada ve ileri tarihlerde sıkıntıların oluşmasını engellemek (arazinin ortasından elektrik ya da boru hattı geçiyordur gibi, bunları tespit eetmek tasarımcının işi).

İmece genelde 2 gün sürüyor ve bu iki gün içinde çok sayıda insan gelip tasarımın uygulanmasında yardımcı oluyor. Ancak haliyle o kadar kişiyi iki gün boyunca ağırlamak kolay değil. Bunun için işleri kolaylaştıracak birileriyle anlaşmakta fayda var. Tuvalettir, aletlerdir vb. (Bu işlemi kendiniz de yapabilirsiniz ancak zor. Mesela 5 tane kazma gerekiyor diyelim, diğer dördünü nereden bulmalı. Bu olayın kritik noktası. Yemek işi hallolur, en kötü internetten söylenir ya da yanında getirir insanlar. Aletler, peki izinler.. Bu işi organizasyon sorumlusu yapmıyor, yapanın ingilizcesi faciliator. Türkçesi, kolaylaştırıcı.)

Genelde imece gününü kolaylaştırcı tayin ediyor. En az birkaç hafta önceden duyurun, son haftaya bırakmayın. Diğer organizasyonlarla çakışmamasına dikkat edin.

En çok 15-20 kişiyle sınırlandırın (kirpi yorum, proje odaklı çalışılacaksa dışarıdan gelecek insan sayısı 11'i geçmesin, 5li ekipler kurun). Herkesin tecrübe kazanacağı bir ortam olsun, yemek ve içeceklerde sıkıntı olmasın. Gerekli malzemeleri temin etmek ev sahibinin işi. Ancak tabii ki imeceye katılacaklara yazıp onlardan da talep edebilir- geri ya da ileri dönüşecek malzemleri bulması gerektiği anda bulmak zor oluyor)

İmece gününde:

Uygulamaların kimi bağımsız kimi de birbirini takip ediyor olabilir. Mesela sebze yatağı kurulacaksa, önce otlar temizlenmeli, yüzey açılmalı, kompost taşınmalı, toprak çapalanmalı, sonra aralar belirlenmeli. Yükseltilmiş yatak yapılacaksa ahşaplar kesilmeli, vidalanmalı vb. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Ancak bahçeye hem kümes hem de süs havuzu yapılacaksa ekipleri gruplara ayırıp ayrı ayrı yapabilirsiniz. Burada dengeye dikkat etmek gerekiyor. Kimi projelerde belki tüm gün kompost taşımak gerekecek. İnsanlar amelelik yapmaya gelmiyor bunu takip eden günle dengelemeli, belki işleri buna göre sıralamalı. Ayrıca kaosla kontrolü de dengelemek gerekiyor. Biraz kaos olmalı ki insanlar öğrensin, deneyimlesin; biraz kontrol olmalı ki imece tamamlansın. Planlama önemli. Bu organizasyon sorumlusunun işi. Sorumlu kişi ev sahibi de olabilir ayrı bir kişi de.

Büyük ya da tehlikeli işler, ağaç kesimi ya da kuyu kazılması gibi, imecenin kapsamına sokulmuyor. Bu bundan para kazanan, işi bu olan insanların işi. Güvenlik nedeniyle. Onlar her gün bu işlerle uğraştıkları için nerelerde sıkıntı olacağını, hangi önlemlerin alınması gerektiğini bilirler. İşi bilmeyen 15 kişiyi bir araya getirip ağaç indirirseniz.. Ayrıca herkese güvenlik ekipmanlarının sağlamak ya da katılımcılara önden getirmelerini talep etmek ev sahibinin işi.

Yiyecekler ev sahibinden beklenir genelde. İçecekler kesinlikle.

Örnek Program:

8:00- Tasarımcı ve kolaylaştırcı ile son planlamalar, kontroller vb.

9:00- Gelenleri karşılama, yaka etiketlerinin - isim- dağıtılması, kayıt defteri (telefon, eposta gibi), çay kahve, basit görevler (alanın hazırlanması, etrafın tanıtılması vb.)

9:30- Bu elemanlar imeceye yogayla başlamayı seviyorlarmış.

9:45- Kolaylaştırcı bir çember oluşturup olayı anlatıyor. Katılanlar kendilerini tanıtıyor, neler yapmak/öğrenmek istediklerini anlatıyor. Tasarımcı ya da kolaylaştırıcı tasarımın bir kopyasıı herkese dağıtıyor. Güvenlik önlemleri, iş bölümü vb. Çeşitli aletlerin nasıl kullanılacağı, güvemli çalışma şekilleri (kazma nasıl sallanır, ağırlık nasıl kaldırılmalı gibi)

10:00- İşbaşı

12:00- Öğlen arası

1:00- Tekrar iş başı, uygulama örnekleri (workshop gibi)

4:00- Tekrar çember oluşturup, günün özeti. Kalan olursa belki biraz daha çalışma, yemek, parti vb.


Bu da benden:

Görevler

Platform: İmecenin duyurulduğu sayfa, organizasyon ya da program. (instagram olur, whatsapp grupları olur, bir permakültür kuruluşu olur..)

Ev sahibi: Projenin uygulanacağı alanın sahibi. Görevleri yukarıda tarif edildi (malzemeler, güvenlik, yiyecek içecek gibi)

Katılımcı: İmeceye katılan, projenin gerçekleştirilmesine katkı sağlayan kişi. Sıradaki muhtemel imecelerin ev sahibi.

Tasarımcı: Permakültür tasarım sertifikası olan, tasarımı geliştiren kişi.

Kolaylaştırıcı: Bu tür elbirliği projelerinin olmasına olanak sağlayan, süreci kolaylaştıran kişi/şirket (çadırdır, el aletleridir, izinlerdir..)

Gönüllü: İmecelere ev sahibi olarak girmeyen, tasarım ya da proje ilgisini çektiği ya da tecrübe kazanmak için katılan kişi.

Eğitmen: Uygulamaların ve yöntemlerin ayrıntılarını anlatan, gösteren kişi.

Organizatör: Bu tür organizasyonların gerçekleşmesini sağlayan, katılımcıların, ev sahibi, tasarımcı, kolaylaştırcının tanışmasına olanak veren kişi/şirket. Sponsorlardan sorumlu. İmeceyi değerlendiriyor bir de.

10 Ağustos 2022 Çarşamba

çalakalem: kalın altık (deep bedding)

Kim derdi tembellik para edecek diye. Kümesi, ağılı, ahırı temizlemiyorsun hayat güzel oluyor :)

Deep bedding'in Türkçe'si varsa bilmiyorum, duymadım. Kitaplarda da denk gelmedim. Kelime kelime tercüme edersek derin altlık olur ama -sordum soruşturdum- kalın altlık dedik. Malç sererken deep mulching diye bir yöntem var, onu malçı kalın sermek diyoruz ya da kalın malç yöntemi diye. Hem ondan, hem de deep Türkçe'ye yüksek diye tercüme ediliyor (deep beem, yüksek kiriş). Lafı uzatmayayım, fikriniz ya da itirazınız varsa instagramdan mesaj atıverin gayri.

Peki nedir kalın altlık yöntemi? Normalde kümese altlık olsun, kokuyu alsın, temizlemesi daha rahat olsun ve gübreyi emsin diye talaş, saman sereriz sonra haftada bir temizleriz. Kalın altlık yönteminde ise haftada bir temizlemek yerine haftada bir üstüne tekrar talaş/saman seriyoruz. Bu böyle altı ay belki bir yıl gidiyor. Kat kat. Yarım metre belki de 1 metre kalınlığa erişiyor. Sonra içeridekileri dışarı alıp başa dönüyor, tekrar talaş seriyoruz. Kalın altık yöntemininin mantığı da, süreci de komposta benzer. Ancak bu sefer kümeste, ağılda, ahırda hayvanlarla beraber yapmaya kalın altlık yöntemi deniyor. Kahverengiler bizden (saman, talaş, kuru yaprak gibi), yeşiller hayvanlardan (dışkı, idrar vb.)

Peki kalın altlığı tercih etme sebepleri neler?

  • İstiflemek için. İstiflemek bir taşla iki kuş vurmanın permakültürcesi (açıklaması instagramda sabit hikayelerde). Zamandan ve işten tasarruf ediyorsunuz kalın altlık yönteminde. Kümesi 6 ayda bir ya da yılda bir temizliyoruz. Kümeste daha az zaman harcayacaksınız, daha az yorulacaksınız. Temizlerken büyük aletler, makinalar kullanabilirsiniz. Haftada bir kümes temizlemek bana hep angarya gelmiştir. Gidersin, temizlersin, altını serersin vs. 1 saat sürmez. Eee sonra, git eve üstünü değiştir, yıkan. Aynı işi her hafta yarım saat yapmayı sevmiyorum. Altı ayda bir tüm günümü almasını bin kat daha iyi. Üstüm bir kere kirleniyor.
  • Gübreyle değil kompostla muhattap oluyorsun :) Bu benim en sevdiğim özelliği. Malzeme ekledikçe alttaki katmanlar kompostlaşmaya başlıyor. Elle tutabileceğiniz, kötü kokmayan (orman toprağı kokan) bir malzeme. Bunu küremesi, taşıması gübreye kıyasla daha çekilir diyelim :) Koku yok, hafif bir sıcaklık var, küreğe yapışmıyor..
  • İçerinin sıcaklığını düzenliyor, soğuksa arttırıyor. Kompostlaşma süreceinde ortama ısı verilir. Kalın altlık yönteminde de alt katmanlar zamanla ısı vermeye başlıyor. İdeal oranlarda yeşil ve kahverengi malzemeleri karıştırmadığımız için kümesin zeminin 70 küsür derecelere ulaşmasını beklemeyin. Kahverengiler kalın altlık yönteminde ağır bastığı için ulaşabileceği en yüksek sıcaklıklar 30-35 derece. Böyle alttan güzel bir sıcaklık geliyor. Kalın altlık yöntemini kullananların kümesi sonbaharda temizlemek yerine ilkbaharda temizlemelerinin başlıca nedeni bu. Soğuk bölgelerde yılda bir temizleniyor. Alttan gelen sıcaklık sıkıntı yaratmasın diye yazın talaşı daha kalın seriyorlar. Hem tepkime azalıyor hem de karbon katmanı ısı yalıtımı sağlıyor.
  • Hayvan ölümlerini azaltıyor. Bunun nasıl olduğu tam anlaşılmış değil, ancak katmanları serdikçe hayvan ölümü azalıyor. Buna yararlı bakterilerin sebep olduğu söylenir. Katman sayısı arttıkça kümeste tavuk/civciv ölümü hastalık görülme ihtimali azalıyor. Richard Perkins civcivleri büyüttüğü "ana kucağında" en yüksek civciv ölümünün talaş inceyse olduğunu tespit etmiş. Sırf bu yüzden ana kucağını kışın temizlemiyor, ilkbahar geldiğinde eski altlığı hafif sulayıp üstüne yeni talaş seriyor. Denedim, dediği doğru. Ana kucağını temizlemedim bu sene ve dediği gibi civciv ölümleri azaldı. Pek fotoğraf çekilecek bir görüntü yoktu - yalan yok- ancak civciv ölümünün azalması daha önemli.
  • Hayvan ölümlerinin dışında mantar ve bakterilerden kaynaklanan hastalıklar da azalıyor. Tabii burada tavukların bastığı son katmanı kuru tutmak önemli. Bit pire derdi olmasın diye son katmana diatom serpebilirsiniz. 

Püf noktaları:

  • İlk katmanı az biraz kalın serin (15 cm kadar), tavuklar üzerinde biraz daha uzun süre dursun. Şöyle 2-3 hafta kadar. Sonra abartmadan sulayıp üzerine karbonca zengin malzeme serin. İdeal malzeme kaba talaş. Daha az ideal malzeme saman ve kuru güz yaprakları. En az idea malzeme ince talaş. Hatta ideal değil o, mümkünse kullanmayın.
  • Haftada bir ya da iki haftada bir karbonca zengin yeni bir katman serebilirsiniz, 5-10 cm kalınlıkta. Peki en ideali bu mu? Değil. İstagramda paylaşmalık bir görüntü elde etmek istiyorsanız sık sık ince katman serin. Haftada iki kere mesela. Bir çuval talaş kenarda dursun, haftanın belli günleri üste serin. Hatta ortaya yığın, tavuklar sizin için yayar.
  • Her 3. katmana geldiğinizde kalın altlığı sulayın. Sonra üzerine kuru talaş serin. Sulama işi abartırsanız alt katmanlar havasız kalır, kokar. Nemlendirecek kadar.
  • Bir kürek derinliğine geldiğinizde (30 cm kadar) dirgenle alt katmanları havalandırmakta fayda var. Şart değil, püf noktası. Alt üst etmenize gerek yok. Dirgeni sokup, dirgeni az biraz kendinize doğru çekin. Yeterli. Dirgeni yamultmaya hiç gerek yok :)
  • Her kuru katman serdiğinizde talaşa diatom atabilirsiniz. Bit, pire vb ile mücadelede fayda edecektir. O kadar karbon serince deli bit olur gibi gelir ama olmuyor esasında. Emin olmak için..
  • Buradan çıkan malzemeden kompost elde edeceğiniz için katmanları seriyorken kompostu düşünerek de malzeme ekleyebilrisiniz. Mesela bir katman deniz yosunu. Deniz yosunu yeşil malzeme olduğu için bir gün sonra talaş ya da saman sermeyi ihmal etmeyin. Midye kabuğu, kum, az biraz bahçe toprağı, vermikülit, perlit (bu son ikisi mikroyeşilliklerden) gibi. Biyokömür nem tutar, ona dikkat. Bence mutlaka ekleyin ancak nem tuttuğu için kalın sermeyin, hayvanların ayaklarında hastalığa neden oluyor.
  • Yukarıda yazmıştık, kümesi ısıtması için katmanları ince tutun. Yazın daha kalın serin. 

Farklı hangi fikirler var? 

  • İlki katmanlara biyokömür eklemek. En alt katman belki 6 ay belki de 1 yıl hiç hava almayacak. İster istemez de üst katmanlardaki sıvı bu en alt katmanda birikecek. İlk katmana biyokömür eklerseniz hem suyu emer hem de fazla azotu tutar, kokuyu engeller. Bu ilk katmanı bir çeşit çocuk beziymiş gibi düşünün. 
  • Altığı karıştırmak tabii ki kompostlaştırma sürecini hızlandırıyor. Ancak bu kadar çok malzemeyi karıştırmak her babayiğidin harcı değil :) Hele hele ağıl, ahır gibi geniş alanlarda. Joel Salatin -ahırda- saman katmanlarına mısır atıyor. Çuvallarca hem de. Onun ahırında kalın altlığın 1,5 hatta 2 m yüksekliğe ulaşması gayet normal. İlkbaharda sığırları dışarı alınca ahıra domuzları salıyor. Domuzlar mısıra ulaşmak için bütün altlığı alt üst ediyor. Bu şekilde hem domuz yetiştirmiş hem de kompostu havalandırmış oluyor. Bizim domuzlarla pek aramız yok malum. Buğday serpeliyorum bazen. Altlığı kümesin bahçesine aldığımda tepe gibi yığıyorum. Tavuklar içindeki buğdaya erişmek için bu tepeyi param parça ediyor. Aynı mantık, benzer yöntem :)
  • Yazının bu kısmına kadar defalarca ifade ettim ama kalın altlığın en büyük avantajı zahmetsiz kompost elde etmek. Romantik siyah altın hikayeleri değil demek istediğim. Konu hep para. Hikayelerde hesabını paylaşmıştım bir süre önce. Artan yem fiyatlarıyla makul bir fiyata yumurta üretmek mümkün değil. Ya yumurta fiyatlarını arttıracaksınız ya da bu işi bırakacaksınız... Ya da kompost üretip pazarlamaya başlayacaksınız. Ürettiğim 15 m3 kompostun değerini hesaba kattığımda bizim kümesteki yumurtalar bedava geliyor. Bu yöntemleri (kalın altlık ve kümeste kompost üretimi) uygulamadan önce yılda 5 m3 gübre satın alıyordum. Şu an ürettiğim kompostu ihmal edip sadece eskiden satın aldığım gübreden ettiğim tasarufu dikkate alırsanız yumurtanın tanesi takriben 0,45 liraya geliyor (bu da kümesin yarısı horoz, kalan tavukların yarısı da yumurtlamıyorken olan durum). Yem fiyatlarından şikayetçiyseniz bence ya kompost üretin ya da tavuk traktörü gibi alternatif yöntemlere geçin. Tavuk traktörü vereceğiniz yem miktarını azaltmaz ancak işletme giderlerini azaltır.
  • Tavuk traktörünü biliyoruz, her gün ya da gün aşırı hareket ettirilen bir çeşit kafes. Kafes ama tavuklar doğal davranışlarını sergileyebiliyor. Peki ya hareket ettirmezsek, kalın altlık yöntemini tavuk traktörüne uygularsak? Bu kış ve ilkbahar tavukları hareket ettiremedim ve böyle bir uygulama yapmam gerekti. İsim olarak artık hareket etmediği için bu sisteme traktör diyemeyiz. Kompost kümesi dedim ya da yükselen kompost. Şehirde dar alanlarda gayet güzel oluyor. Traktörü sonunda hareket ettirdiğinizde ya kompostun içine direkt balkabağı ve mısır gibi aç bitkileri ekiyorsunuz ya da malzemeyi yataklara malç/kompost olarak seriyorsunuz. Bizim standart tavuklar biraz büyük kaçtı bu işlem için, bantamlarla deniyorum. Denemeleri hikayelerde görürseniz şaşırmayın.

Kalın altlığın dertleri:

  • Kümes, yatak buna göre tasarlanmış değilse biraz sıkıntılı.Sonuç oalrak 1 mye kadar (hatta ahırlarda 2 mye kadar) malzeme yığılacak. Altlık daha kalınlaşmadan, yani girişler kapanmadan, üç ayda bir kümesi temizleyerek mevcut yapılarda durumu kotarabilirsiniz. Ancak bu sistemi esas alacak bir kümes, ahır ya da ağıl tasarlayacaksanız malzemeyi içinde tutacak, giriş-çıkış ve pencerelere malzeme kaymasını engelleyecek bir seti mutlaka (beton duvar, ahşap vb.) tasarımda düşünün.
  • Malzemeye ihtiyaç var. Hem de çok. Kompost yapıyor gibi düşünün, nasıl kompost kurmak için bol keseden malzemeye ihtiyaç var, altlık için de aynısı geçerli.
  • Yeni katmana malzeme ekliyorken zamanlama önemli. Geç kalırsanız gübre eziliyor, yüzeyi kabuk kaplıyor. Bunun olmasını istemezsiniz.
  • Sulama önemli. Kompostu nasıl suluyorsak altığı da öyle suluyoruz. Biraz kuru tarafta kalmakta yarar var. Ancak en önemli şey kümese, ağıla ya da ahıra yağmur/su girmemeli. Katmanlar çok ıslanırsa hava alamaz, yani oksijen alamaz. Anaerobik olur. Kokar ve yararlı bakterilerle değil kötü bakterilerle uğraşırız. Kayvanların ayaklarında mantar, ya da solunumla geçen hastalıklar olur.
  • Tavuklar aklına eserse kümesin orta yerine yumurtluyor. Bakıyor, oh mis, yumuşacık. Talaş da serili. Hazır gelmişken şuracığa yumurtlayayım diyor.  Sahte yumurta almalı, folluklara koymalı. 
  • Yöntem böyle ancak öğrenmek vakit alıyor. Ne kadar su koyacaksın, ne zaman yeni kat sereceksin? Bunlar hep tecrübe. Emin değilseniz samanı, talaşı ince serip nem ve kokuyla uğraşmak yerine kalın serin, süreç daha yavaş olsun. Eliniz alıştıkça hızlandırırsınız.
  • Ördek gibi su seven canlılarda bu yöntemi uygulayamazsınız.
  • Ortaya çıkan azot bileşenleri kalın altığa hapsoluyor. Bu iyi bir şey, kompostaki gibi. Bereket kaçıp gitmiyor. Ancak sistem bir yerden su alırsa, havasız kalırsa ya da başka bir nedenden ötürü çalışmazsa hapis olan azot bileşenleri açığa çıkar ve kümesi boğar. Bu anca ya çok talihsiz ya da bile bile yanlış uygulama yapanın başına gelir. Zor ama imkansız değil. Gerçi kurduğum kompostlardan biri alev almıştı, di mi :) Uyarıdır. Kümes su altında kalırsa acelesinden malzemeyi yenileyin.

Son iki şey. 

İlki bu yöntem yani kalın altlık yöntemi çığır açan yep yeni bir yöntem değil. Asırlardır yapılan şey. Kimse yeni bir şey icat ettik demiyor. Bir isim verildi, çerçevesi- nedir ne değildiri tarif edildi. İkinci şey de laktoserum, kompost aktivatörü, bokaşi gibi ürünleri kullanmanıza hiç gerek yok. İlla bir şey olmalı, eklemeliyim diyorsanız kümesin orta yerine işeyin*  :)

*İşeyin lafı hem espiri hem de gerçek. Espirisi.. komik çünkü, tarlada balkabaklarını tek tek dolaşıp işeyen biri vardı permieste. Çok gülmüştük sonra işe yarayınca hepimiz bir tur bahçeleri döndük. Çünkü gerçekten öyle! Bir yere bakteri aşılamak istiyorsanız, kompost, altlık ve biyokömürü aktive etmek istiyorsanız en ucuz, en kolay ve en doğru yöntem işemek. Olayı karmaşıklaştırmaya gerek yok. Mesleğiniz mikrobiyog, çevre mühendisi ya da benzeri değilse..

**Altlık kalınlaştıkça en alt kısım bir süre sonra fermente oluyor. Yerinde bokaşi gibi. Ön-kompostlaşma. Wow'luk da bir hadise değil, napcaz şimdilik de :) (buradaki fermantasyon önkompostlaşma görevi görüyor. o yüzden süreci komposta benzettim bokaşiye değil - bokaşi gıda atıklarından (çöpten) yapılan turşu, çöp turşusu, yemelik değil)

*** 2.,3. ve 4. resimler internetten aşırma.