Bilicedeki börek sağlıksızmış. Niye? Çünkü çok yağlıymış. Sakatatlar, baklavalar da yasakmış. Kolestrolmüş, şekeri çokmuş. Ekmekler, makarnalar, açmalar da yasak. Glüten var içinde. Akide şekeri de yok, reçeller de. Isırdığınızda kenarından suyu akan hamburgerde de yasak. Acıbadem kurabiyesi de.
Saçma değil mi ya?
Bu dünayda yediğimiz lezzetli her bi şey sağlıksız, yasak. Lezzetsiz şeyleri yemek serbest. Marketten kereviz, pırasa, kabak ye yediğin kadar. Ne ile beslendiği belli olmayan tavukların göğsü, butu serbest. Ne tadı var, ne dokusu. Otlar bile şartlı serbest.
Çok saçma.
Canım cağ kebabı çektiği ve bir türlü yiyemediğim için yazmıyorum bunları. Bi düşünün, gerçekten çok saçma değil mi? Öyle bir tat algımız var ki "olur bu, yiyebilirsin" dediği istinasız her şey faul. "meeeh, bu ne bee" dediklerine istediğin kadar dayan ama. Biz bu kafayla doğada bir dakika yaşayamayız. Bir konuda anlaşalım. Dilinize güvenin.
LEZZETLİ HER ŞEY SAĞLIKLIDIR.
Tamam mı? Tamam. Anlaştık. Sipariş vermeden önce şu iki hikayeyi bi okuyuverin gayri, sonra dilediğiniz yağlı böreğe, makarnaya, ete, tatlıya girişebilirsiniz.
İlki bir çocuğun hikayesi. Misafirliğe gittiğimiz evin yeni veleti. Büyümüş ortada dolaşıyor, sıradan herkese sarıyor. Misafir gelecek diye hazırlık yapılır benim bidiğim. Hanımefendi ve beyefendiler yemek yapmazlarmış, en sevdiğim insan tipi. Hamburgerciden sipariş ettiler, herkes bi kenarda bir şeyler kemiriyor. Bu arada bizim velet - ismini hatırlamıyorum, ondan velet, yoksa tatlı bişi- ortalığı birbirine katıyor. Halimden pek mumnun olmadığımı anlamışsınızdır. Bi ben memnun değilim, bi de bizim velet. Patates veriyorlar, iki kemiriyor, hop yere. Hamburger veriyorlar, tükürüyor atıyor. Kola verdiler, CPR ile geri döndürdük çocuğu. Tamam, tamam- teşbihte hata olmaz- kalp masajı yapmadık çocuğa. Ancak verdiği tepkiye bakacak olursanız, oracıkta boğazından aşağı zehir dökseydik daha iyiydi. Yıktı geçti ortalığı.
Uyumamışmış dün gece. Ondanmış huysuzluğu. Yalan!
Salim Abisi -siz kirpi diye tanıyorsunuz- cebinden elma çıkardı. Dünyanın en şekilsiz, delik deşik, kurtlu elması. Kırdı elmayı ikiye, yarısını velete verdi, yarısını kendine sakladı. Velet elmayla ne yapacağını düşünürken odayı bir koku sardı. Tamam tamam, gene abarttım, yağ kokusunu bastıracak kadar elma kokmadı oda, ama çocuğun ilgisini çekecek kadar koktu. Bir ısırık aldı, daha doğrusu almaya çalıştı. Sakinledi. Geldi ayaklarımın dibine oturdu. Herkes hunharca hamburger, patates kızartması gömerken, biz kenarda kurtlu elma kemirdik.
Sonra muhabbet bana döndü haliyle. Salim çocuklardan çok iyi anlarmış. Yok, yalan. Anlamam.
Ben kafaya işte bunları takarım. Ya niye bu veletcağız patates kızartması, hamburger, dondurma dururken, benim kurtlu elmaya bitti? Biz hep kola, cips, ciklet peşinde koşardık 90'larda.
İkinci hikaye.
Kendimi bildim bileli ağır spor yapıyorum. Yüzmeyi ne zaman öğrendiğimi sorarsanız inanın hiç bir fikrim yok. Ha babam yüzdürdüler beni çocukken. Uyan, yüz, okul, yüz, ödev yap, uyu. Tekrar. Takımda filan da değildim, babamdan. E haliyle büyüyünce devam ettim spora. Eskisi kadar kasmasam da, her gün, koşudur, ağırlıktır, bir şeyler yapmaya çalışıyorum. O kadar ağır idmanlar yaptım sakatlanmadım, basit basit hareketler yaparken sakatlandım. Sakatlandığım dönemde yaptığı hareketere, programa vs aşırı dikkat ediyordum ama beslenmeyi önemsemiyordum. Doktor şöyle bir silkeledi beni, zorunlu full kolejen diyetine girdim. İlikler, tavuk kemikleri, kıkırdakları, her tür sakatat. Üç yılda iyileşti omzum, yüzmeye eskisinden daha güçlü döndüm, ama bir farkla. Arada lahmacunları gömsem de yediklerimin çoğunun besleyici gıda olmasına çok dikkat ediyorum, boş şeyler, dengesiz yemekleri tüketmiyorum. Yani genelde. Takıntılı diyebilirsiniz benim için, sebzelerin çoğu bahçeden, toprağa deniz tuzu atıyorum, tavuklara böcek topluyorum, eve deniz yosunu taşıyorum.
Tek takıntılı ben değilim. Sporcuların çoğunda var bu takıntı. Triatloncu bir arkadaşım excel tablosu oluşturmuş, cevizi şu üreticiden, et şuradan, balık şu tezgahtan diye. Çıktısını aldık 15 sayfa sürüyor. Datçadan bal aldım diye -ki bence #teamdatça her türlü efsane- dis yedim soyunma odasında. Bal Hakkari'den alınırmış, dağlardan topanırmış. Evet, soyunma odasında kim nereden hangi sebzeyi, eti, balı aldığı konuşuluyor. Taze Mutfak en çok nerelerde konuşuluyor diye ısı haritası çıkarsalar, soyunma odaları kıpkırmızı çıkmazsa bahçeyi kapar giderim. "Abi sen karabuğday ekmeğini nereden alıyorsun?" "Tazemutfaktan" "A, öyle mi, geçen gittim yoktu, bitmiş" "sonuncuları ben aldım" "tamam, senden önce gidelim kalmıyor hahah". Bu arada ben kabinde "İnsan kaç tane karabuğday ekmeği alır ki?! Sonuncularmış, yuh!"
Sebebi recovery hikayesi. Spordan sonra vücudun kendini toparlama süresi ve şekli. Kimi günler -rüzgarlı günlerde genelde- kümeste yumurta olmuyor, marketten yumurta alıyoruz. Market yumurtası kaslarımdaki ağrıyı almıyor. 3-4 gün en fazla, sonrasında ağrılar dayanılmaz oluyor, takviye almam gerekiyor. Bir de market yumurtasından az miktarda yersem kaşınmaya başlıyorum, bizim kümesten 7-8 yumurta yiyorum kaşıntı maşıntı yok. Durumu abarttığımı sanmayın, kürsüye oynayanlara kıyasla benim hikayeler solda sıfır. Doğrudan üreticiden vişne avlayıp -tabi öncesinde üreticiyi avlayıp-, sonra evde kilolarca vişnenin çekirdeğini tek tek, çıkarıp donduran/kurutan arkadaşım var. Eleman şirket yönetiyor, sabah 4'de kalkıp her gün saatlerce idman yapıyor, bir de yetmezmiş gibi boş vakitlerinde vişne ayıklıyor.
Olayın özü şu. Bizim veletin kurtlu elmayı sevmesinin tek nedeni besleyici olması. Pazardan alınan elmalardan değildi o elma, şekerli sulu bir şey değildi. Çocuğun tat duyusu daha bozulmamış, en besleyici gıdaları arıyor. İçi boş yağlı patates ya da 15 dananın etinin karışımıyla hazırlanan eti değil. Şeker bombası kola'yı hiç değil.
Benim tat duyum daha çocukken bozulmuş. Yediklerimin zararlı mı, yoksa boş gıda mı, hiç anlamıyorum. Daha doğrusu anlamıyordum. Bahçeyle ilgilenmeye başladıktan sonra yavaş yavaş tat duyumu geri kazandım. Şimdi hamburger yemiyor muyum, yiyorum. Ama lezzetli gelmiyor. Kola da, cips, şekerler, çikolatalar da. Marketten karnabahar, kereviz - düşman başına. Bahçeden bir adet turp ile doyacakken insan niye sebze görünümlü plastik alsın ki.
Muhtemelen bu yazıyı okuyanların çoğunun tat duyusu bozuktur. Çayı şeker atmayı bırakanlar, ekmeğe ara verenler, sigarayı bırakanlar. Uzun uzun yazmayayım, anlıyorsunuzdur duyunun kaybolmasını. Besin değeri yüksek gıdalarla beslenmeniz gerekiyor. Bunun için de tat duyunuzu geri kazanmanız gerekiyor.
İşte o zaman bu lezzetli, bu bozuk diyebiliyorsunuz. Tat duyunuzu geri kazanın, dilinize güvenin ve istediğinizi yiyin. Lezzetli demek, besleyici demek. Vücudunuzu tamir edecek gıdalar demek.
Not: Olay haliyle subjektif. Üşürseniz şekerli, yağlı gıdalar ister vücut. Tabii o zaman yağlı yağlı böreklere yükselirsiniz. Yukarıdaki yazı "normal şartlar altında" durumlar için geçerli. Bağımlılar, dengesiz ve stresli hayat süren insanlar ve benzerleri için değil. Kim gerginken abur cubur yemez ki :)
.
Hop! Bu blog yaşam, yemek blogu değil. Bahçe, permakültür bloğu. Besin değeri yüksek sebzeleri, meyveleri ve tavukları nasıl üreteceğinizi yazayım. Ya da yöntemlerden birini mi desem? Yöntemler gani!
.
Hangi yöntem olursa olsun olay toprak.
Besleyici gıdanın hikayesi toprakta başlıyor, toprakta bitiyor.
Bu kadar :)
Önce toprağı toparlamanız lazım. Topraktaki besin değerlerinin yükselmesi gerekiyor. Öyle sadece kimyasal gübreyle de değil, hayat ile. Toprağın yaşaması gerekiyor, hayat dolu olması gerekiyor.
Peki nasıl? Orası karışık işte. Biyolojiye yüklenenler var, olayın kimyasına abananlar. Farklı fikirler var. Bugün bunlardan yalnızca biriyle ve hatta yöntemini de değil, hesapta kullanılan excel tablosunu vereceğim. Olayın derinliklerine girmiyorum, giremiyorum, çünkü (1) öyle bir yazıyla hatta bir kitapla anlatılacak bir konu değil (2) ben de yeni öğreniyorum. Şöyledir böyledir deyip, hatalı önerilerde bulunmak istemem. Fukuoka'da, biyokömürde, kompostta geri durmam. Yılardır kullanıyorum, yapıyorum, geliştiriyorum. Toprak öyle değil ama. Uçsuz ucaksız bir konu, disiplinler arası.
Bu yüzden iş başa düşüyor, kaynakları okumanız ve yorumlamanız gerekiyor. Şaka yapmıyorum, gerçekten, okuyuverin gayri. Gelelim Steve Solomon'n dediklerine.
Steve Solomom diyor ki topraktaki kimyasal denge bozuk olduğunda sağlıklı sebze yetiştirmek mümkün değil. Toprak değerleri tam olmalı ki sebze de tam olsun. Buradan yola çıkarak hedef değerler belirlemiş ve toprak analizlerini buna göre değerlendiriyor, toprağa gübre katıyor.
Açıklamaları, niyesi, nasılı kitabında. Steve Solomon - The Intelegent Gardener: Growing Nutrient-Dense Food, Gardening When It Counts. (libgen'de var). Bir de bi pdf dosyası var - Intelegent Gardener - Worksheets.
.
Solomon'un dediklerini beş senedir bahçede deniyorum bahçede. Küçük bir yatakta başlamıştım denemelere, çok memnun kaldım, gitgide büyüdü ve bu sene bahçenin yarısında Solomon'u uyguladım. Lafı fazla uzatmadan artıları eksileri:
Artıları:
- Bitkiler daha güçlü; böcek saldırılarına, aşırı yağış, rüzgar vb. daha dayanıklı
- En lezzetli sebzeler bu yöntemle yetişiyor. Çapasız tarım yöntemlerinden biri hariç diğer yöntemler Solomonla yarışamıyor - Charles Dowding ikinci sırada.
- Toprağın kendini toparlaması hızlandı. Eklediğim kompostu daha çabuk kabül ediyor, toprak malçı "yiyor" ama tüketmiyor, kendisine katıyor.
- Daha az kompost kullanma imkanı sunuyor bu yöntem. Kompostu toprağın organik madde seviyesini yükseltmek için kullanıyorum, gübre olarak değil.
Eksileri
- Gübreleri temin etmek, toparlamak biraz dertli. Eskiden daha dertliydi, pamuk küspesi vb'ni bulamamıştım ilk yıllarda.
- Pahalı.
- Hangisi kimyasal hangisi organik gübre? Bu yöntemin organik olmadığından eminiz ancak kimyasal da diyemeyiz. Bence bir çeşit agresif tedavi yöntemi. Kimyasalcı damgası yiyebilirsiniz, dikkat edin. Ancak kimi gübreler de organik olarak yok. Nereden bulacaksınız pirinç samanını.
- Solomon herkesin bol miktarda komposta ulaşma şansı olmadığını söylemiş. Doğru. Ancak bu kompostu bu kadar az kullanmak için bahane olamaz. Yani bence.
- Bu yöntemde sulamaya mutlaka dikkat etmek gerekiyor. Bilhassa yazın yeterli sulama yapılmazsa büyüme duruyor, bitkiler afallıyor ve toparlamaları -bol bol sulasanız da- 2-3 hafta sürüyor. Sulamayı ihmal etmeyin, saatlari ve hortumları düzenli kontrol edin.
- Toprak analiz sonuçları, analizi yapan labratuar/yöntemlerden bağımsız değil. Sonuçları yorumlamak, kullanılan yönteme göre değerleri azaltmak/arttırmak, Solomon'un önerilerine göre kalibre etmek gerekiyor. Bu aşamada yapılan hatalar da ufak hatalar değil, sonuçları uçuruyor. Dikkat etmek gerek. Bu yöntem malesef fazla karmaşık. Hata yapabilirsiniz, temkinli olun.
Solomon tek kaynak değil, Elaine Ingham var, başkaları var. Siz araştırın, bu arada bu dosya da bir kenarda köşede bulunsun.
Excele geçmeden önce yorumlar:
- Solomon olsun ya da olmasın, toprağınızı analize gönderin ve sonuçları görün.
- Solomon'un önerdiği seviyelere bence çıkmamalı. Ne onun dediği labratuarlarda analiz yaptırma şansımız var, ne dediği gübreleri harfiyen uygulamamız. İlk hedef olarak %50-%70 bandı iyidir (azot, kalsiyum hariç). Sonraki sezonlarda bitkilerin davranışına göre/doku analizine göre devam etmekte fayda olabilir.
- Analiz ve excel ne derse desin önden (gübreleri eklemeden 2-4 hafta önce) alçı/jips vb uygulamakta fayda var. Karstik toprakta bile.
- Kompostu ihmal etmeyin. Solomon'u uygulasanız da uygulamasanız da organik madde yüzdesi olarak %5 değerini aşmakta büyük fayda var. Bol bol ekleyin.
- Biyokömür mevzusunu çözemedim. Solomon'a biyokömür ekleyince ya efsane ötesi sonuçlar alıyorsunuz (dev turplar, ancak fındık turptan daha sulu, taze ve kıtır kıtır) ya da ilk sene hiç sonuç almıyorsunuz. İkinci sene toparlıyor ama ilk sene saçmalarsa hiç şaşırmayın. Toprağın tuzluluğuyla alakalı bir durum olmalı, bilemedim.
- Misal yemeğin tuzu azsa, ideal değil tabii ama eklersiniz olur biter. Yemek çok tuzluysa.. çöp. Toprağa gübre eklerken, hele böyle ince ince hesap yapıp eklerken sınır değerlere dikkat etmek, aşmamak, bir tık mesafe koymakta fayda var. %80'den sonrasını yıllara yayın derim, ilk sene %50-70, ikinci sene %70-80 takip eden senelerde %5 arttırarak (kompost uygulaması yeterli gelecektir zaten) fayda var. (bu öneri akdeniz iklimi için)
.
Bu excel dosyası çalışma dosyam. Daha bitmedi değil, hiç bir zaman bitmeyecek. Defaten kontrol ettim ama hatalar olabilir. Ticari bir amaçla da paylaşılmadı. Bu dosyaya bakarak kendi dosyanızı oluşturmak isterseniz ne ala. Aynısını kullanacağım diyorsanız dikkat ederek ilerleyin. Üniversitede hazırladığımız dosyalar gibi hazırladım, tıklayınca formülü gözüküyor. Modül vs eklemedim formüller kolay değiştirilsin diye, dedim ya çalışma dosyası.
Türkçe açık kaynak yoktu. Artık var.
.
Bu dosyalar "katyonu bol" ve "karstik" toprak için (pH>7). Asidik toprak cinslerinde hesap değişiyor, düzenlemeniz gerekiyor. Açıklamalar içinde.
.
Karstik hesap tablosu: https://docs.google.com/spreadsheets/d/1tCBCI0Om9cJZPcKokM8sxbMUvU4mhm0x/edit?usp=sharing&ouid=114408016874764833857&rtpof=true&sd=true
Katyon hesap tablosu: https://docs.google.com/spreadsheets/d/1iu49cYx-ltFUD11Hdi_JuFqqd4IT-cmP/edit?usp=sharing&ouid=114408016874764833857&rtpof=true&sd=true
.
Kolay gelsin :)