29 Şubat 2024 Perşembe

proce: kirpinin kompost tavuğu

2016’ydı zannedersem, tekrar tavuk almaya karar verdim. Bu sefer kümesi baştan kurdum, eksik hiçbir şeyin kalmadığından emin oldum ve tavukları sipariş ettim. Fabrikadan Ataks’lar geldi. Allah’ım! Ne çektirdiler bana. Yağmur yağıyor kaçmıyor, altında durmuş gökyüzünü izliyor. Sırılsıklam olup ölüyorlar. Solucan veriyorum, korkup kaçıyor. Kompost karıştırmayı geçtim, iki ay boyunca ayakla toprak nasıl çekilir kursu düzenledim. Hava esiyor, üçü beşi ölüp gidiyor. Sözde yılda 300 yumurta verecek hayvanlar ya hiç yumurtlamıyorlar ya da kendilerini öldürünceye kadar yumurtluyordu. Ne yaptıysam fayda etmedi. En sonunda yumurtadan vazgeçtim, YouTube’daki elemanın yaptıklarını birebir uygulamaya başladım. Bastım antibiyotiği, dayadım pelet yemi. Çok yaşamadılar, salgın hastalık gelince bir hafta sonunda hepsi ölüverdi.

Atakslardan çorba bile olamayacağını anladığımda, 2019’du zannedersem, kendi tavuk çeşidimi türetmeye karar verdim. Varsın 300 yumurta vermesin ama dayanıklı olsun, 150-200 yumurta vereceği garanti olsun. İri olsun ki kompost çevirebilsin. Kendi başının çaresine baksın, biraz yabani biraz canavar olsun. Canavar derken önüne geleni mahmuzlamasını istemedim hint horozları gibi. Kargalar tırssa yeter bana. Bir de biraz bahçeye renk katsın istedim. Renkli olsun yumurtaları.

Yurtdışında olsak hiç uğraşmaz 10’ar adet Icelandic, Easter Egger ve Rhode Island alır geçer giderdim. Bizde RIR hariç gerisi yok. RIR’in de genetik çeşitliliği yok (genetik çeşitlilik çok önemli). Marans, mavi yumurtlayıcı, köy tavuğu ve Turken yumurtaları aldım, koydum kuluçka makinesine. Köy tavuğu derken köydeki bakkaldan fazla fazla yumurta almıştım. Çıkanlara omlet, menemen diye isimler vermemiz ondan.

Dört nesil geçti. Kompost çeviren, çoğunlukla çeşit çeşit renkli yumurtlayan yarı yabani yarı insancıl bir çeşit ortaya çıktı. Horozları iri. Tavukları daha derli toplu, yere yakın. Hastalıklara diğer çeşitlere kıyasla daha dirençli. Senede 200 civarı yumurta veriyor. Güçten düşerse ya da bir sıkıntısı varsa yumurtadan kesiliyor. Makine gibi değiller yani. Tüylerinin rengi genelde siyah ve hem tavukların hem de horozun sırtında renkli (beyaz ya da kirli turuncu) yelesi var. Yumurta rengi sürpriz, her renkten çıkabilir (beyaz da buna dahil). İbikleri genelde dik. Tavukları mezun etmedik (kesmedik), horozların tadı pek beğeniliyor. 

Yumurtalarını shopiere koyuyorum. İsteyen alabilir, şansını deneyebilir.

Baştan söyleyeceklerim şunlar:

  • Hangi renkte yumurtalayacaklarını bilmek mümkün değil! Yumurtanın rengi annenin rengi, ancak baba belli değil. Bizim bir koyu kahve, iki mavi ve bir köy tavuğu (beyaz) horozumuz var. Hangi tavuk hangisine denk geldiyse artık.
  • Çıkım garantisi veremem! Çıkım garantisi olması için 1 horoza 4 ya da 5 tavuk verilir. Ancak biz tavukları kapalı kümeste tutmuyoruz. O yüzden kim kime :) Malesef kargo firmalarının ne yapacağı belli olmuyor. Ona göre karar verin. Sonra kızmaca darılmaca olmasın. Size satışa çıkmadan önce birkaç arkadaşıma yumurta gönderdim. Adana %50-55, ankara %60-65, tekirdağ %75 çıkım oldu. Çıkım hem kargo süresinden ve şirketten etkileniyor.
  • Gıda tüketimi için üretilmedi. Yumurtaları evde tüketiyoruz. Ancak tavuktan yumurta almak başka şey, dükkâna koyup satmak başka (yönetmelikler, mevzuatlar..). Ayrıca kargoda kaç gün kalacağını kestirmem mümkün değil. O yüzden evde tüketin diye satışa çıkmadı.
  • Çeşit daha tam oturmadı. Çeşide uymayanlar çıkabilir (beyaz tüyleri olan ya da kendi küçük). Elersiniz ya da seversiniz, sizin kararınız.
  • Kargoda sıkıntı olmaması için Yurtiçi kargo ile (yakın yerlere mng ile) gönderilecek. 
  • Yumurtaların rengi havalar ısıındıkça açılıyor, havalar soğudukça koyulaşıyor. Bu gayet normal bir durum. En koyu yumurtaları kasım, aralık aylarında oluyor. Yumurta rengi konusunda çekinceniz var ise, mesaj atın. Kargolanacak yumurtaların fotoğrafı üzerinden konuşuruz.
  • Bizimkilerin üretebileceği yumurta miktarı belli. Çok adette isterseniz ya da belli renkleri seçerseniz kargo biraz gecikebilir.

Durum bu. İyi eğlenceler :)

Ben buradayım, bir sıkıntı olursa lütfen yazın.

27 Şubat 2024 Salı

hede hödö: doğal tarımda kimyasalın yeri

Permies’de yapabileceğiniz en fena şey herhalde kimyasal gübre ya da ilaç hakkında herhangi bir paylaşım yapmak olur. Anında “ban” yersiniz. Paul’un bu konuda hiç toleransı yok. Permakültürün genelinde de durum benzer. Kimyasal herhangi bir müdahaleden bahsedersen tekmeyi yiyorsun.

Organikçilerle bu konuyu konuşmanın anlamı yok zaten. Yönetmeliği var, sertifikasyonu var. Bu yüzden kullanabilecekleri ilaçlar çoktan tarif edilmiş. İçlerinde kimyasal olanlar da var, olmayanlar da. Ancak dozajı, uygulama zamanı ve sıklığı hep belli.

Konu permakültür ya da doğal tarım olunca, geçtim ilacını gübresini, doğal tarımın kendisinin bile tarifi yok. Google’da aratın, çıkarsa ne ala. Organik tarıma yönlendiriyor sizi- ki değil. İngilizcesi de Fukuoka’ya yönlendiriyor, ki kendisi muğlak ötesi. Türkçe ’deki genel kullanımı ise şöyle “doğada olduğu gibi, ona uygun, insan eliyle yapılmamış”. Tamam da şu uygulama doğal mı değil mi dediğinizde fikir birliğine varamıyoruz, durumu tarif edemiyoruz. Gülleci bulamacı doğal diyen de var, herhangi bir müdahalede bulunmak doğal değildir diyen de…

Muğlaklık ve belirsizlik sahtekarlığa, dolandırıcılığa ve aldatmacaya yol açıyor. Organik tarımda bordo bulamacına izin veriliyor diye -ki yalnızca meyve ağaçlarında, belli dozajda ve belli dönemlerde- sebzelere bordo bulamacı sıkıp hamilelere doğal ürün diye satan da var, “Fukuoka’nın izinden gidiyoruz” diye kükürtle topraktaki hayatı sıfırlayan da (Fukuoka bile sopayla döver). Hayvan gübresi kullanıyorum diye bir hafta sonra satılacak ürüne gübre şerbeti sıkan da (90-120 gün kuralına aykırı). Bu yüzden bir an önce doğal tarımın tarifinin yapılması gerekiyor.

.

Bu yazının konusu olmadığı için tarif mevzusunu bu noktada bırakıyorum. Tarifteki belirsizlik bilinsin istedim. Benim aklımda tarif var ancak bu konuda Türkiye’de öncü olanlara danışmadan paylaşmak istemedim. Fukuoka, Lawton, Mollison diyecekler muhakkak olacaktır, Kawaguchi? Rosato? Bu isimler bir şeyler çağrıştırmalı.

.

Gelelim kimyasallara. Bugüne kadar onlarca doğal/organik yöntemi, ilacı vb. denedim. İki durum haricinde problemleri kimyasal gübre/ilaç kullanmadan ya aştım ya da kontrol edilebilecek bir seviyeye çektim. Ancak aşağıda yazdığım iki problemi kimyasallardan yardım almadan çözemedim. Belki ileride çözeriz, anca mevcut durum bu.

İçinden geçilmiş tarımsal alanların üretime geri kazandırılması: Osmanlıca kaynakları incelerseniz, ya da herhangi bir sanayi öncesi üretim modelini, “toprağı sürün, güneş ve ay görsün de bereketi artsın” dediklerini göreceksiniz. Yanlış değil. Bakir ya da nadasa bırakılmış, yüksek oranda organik madde içeren ve erozyona uğramamış topraklarda yapılacak işlem aynen bu. Sürün, üstünden ay geçsin, sonra ekin. Ancak o toprak bize ulaşmadı. Bizim uğraştığımız topraklarda yanlış uygulamalar sonucu organik madde kalmamış ve erozyonla mineral dengesi bozulmuş, yani tükenmiş. Bu toprak demeye şahit şeyde bir şeyler yetiştirmeye çalışıyoruz.

Besin değeri yüksek gıdalar üretmek için yapılması gereken iki şey var. İlki toprak biyotasını canlandırmak. Bunu organik madde seviyesini yükselterek yapıyoruz. Regenerative agriculture’da, Türkçeye onarıcı tarım diye geçmiş, başlıca amaç bu zaten. Yalnız onarılması gereken tek şey organik madde yani karbon değil. Mineraller eksik olmamalı ve aralarında belli oranları yakalamalıyız. Buna mineral dengelemesi deniyor. Mineral dengelemesini merak ediyorsanız Solomon’a ya da William Albrect’in eserlerine bakabilirsiniz.

Kompostla ya da onarıcı tarımlar bu toprakları geri kazanmamız mümkün değil mi sorabilirsiniz. Bence değil. Toprakta saklı/bağlı duran mineralleri toprak biyotasını iyileştirerek bitkilerin kullanacağı forma dönüştürmek mümkün olsa da cık. Yoktan çinkoyu, bor’u nasıl yaratacağız. Kötü toprakla uğraşmıyoruz, toz ile uğraşıyoruz. Solomon’un hesap tablolarını oluştururken tanıdığım ve tanımadığım onlarca kişiden toprak analiz raporlarını inceledim. Korkunçtu. Elemanın biri kireç iyidir diye her sene toprağa kireç uygulamış. Yüzde 65-70 arası olması gereken kalsiyum-magnezyum oranı %98’e çıkmış. Bir diğerinde yıllarca bordo bulamacı uygulaması yapıldığı için bakır değeri olması gereken değerin üç katında! Biraz daha uygulasalarmış ağaçların dibinde otlayan koyunlar ölecekmiş. Neredeyse tamamında çinko ve bor bitmiş, akmış gitmiş. Demir az. Manganezden hiç bahsetmiyorum. Mineral dengelemesi yaptığımız alanlarda hem biyoloji topladı hem yüksek kaliteli tonla sebze aldık hem hastalıklarla boğuşmadık. Bence gerekli.

Sıkıntı mineral dengelemesinin pahalı olması. Dönümdeki maliyeti (topraktan toprağa değişse de) yıllık 500-1000 dolar arası tutuyor ve bu uygulamayı 3-4 sene yapmanız gerekiyor. Toplamda 3bin dolar kadar, iki- üç dönüm arsaya harcayacağın parayla alınacak traktörler var. Gerekli ancak aşırı pahalı. Ayrıca bu maliyet kimyasal gübreyle yapacağınız uygulamanın maliyeti. Organik gübrelerle bu işin üstünden gelmek neredeyse mümkün değil. Hem yıllık maliyeti üç bin dolara çıkıyor hem de o kadar ham malzemeyi getirmesi, karıştırması, kompost hazırlaması ve toprağa yayması gibi ek işler çıkıyor. Ayrıca o malzemeleri nereden temin edeceğiz? Doğal mineral dengelemesi hem maliyet hem lojistik…

Hayvan sağlığı: Doğal ilaçların en büyük sıkıntısı, bence, çoğunun koruyucu önlem olması. İşler kontrolden çıktığında ne yapmalıyız? Doğal ilaçlarda ısrar etmeli mi yoksa mevcut kimyasal ilaçları kullanmalı mı?

Lafı çok uzatmayacağım. Fikrim şöyle. Şayet çeşitli nedenlerden hastalık ya da benzer bir durum kontrolden çıktıysa (yani toplamın yüzde 5’i ya da daha fazlası hasta/öldü ise) müdahale etmemiz gerekiyor. Bence bu ahlaki bir zorunluluk. Hayvanları, tedavisi olan şeyler için, göz göre göre öldürmek, müdahale etmemek doğru değil. Yanlış anlaşılmasın kimyasal kullanmadan da hayvan yetiştirmek mümkün, ancak ustalık gerekiyor. Eylül ayında, ilk güz yağmurlarıyla kümeste bitlerin cirit atacağını bilip önden, mesela, diyatom uygulamak gerekiyor. Göç dönemlerinde gözünü dört açmalı, civardaki hayvanlardaki hastalıkları ve salgınları tespit etmeli… Gibi.

Bunu derken insanlara ilaçlı, antibiyotikli ürünler satın demiyorum. Ancak canlıların doğru düzgün yaşamalarını sağlamak da görevimiz…

.

Uzun lafın kısası: Bence her cevabı, her çözümü kesinlikle kimyasalda aramamalı. Ancak kimyasalların da kullanılabileceği özel durumlar var. Ayrıca fark ettiniz mi her iki durum da aşırılıkların sonucu (toprağın tükenmiş olması, hastalıkların kontrolden çıkması).

Bence yani.


Not: Fukuoka'nın kitabında meyve sineğine değindiği bir bölüm var. Süreci görmek açısından önemli. O dönem "ne olursa olsun japonyaya gelmeden önü kesilmesi gerekir" denen şeyle bugün hepimiz uğraşıyoruz. Feromonlar var, sinek kısırlaştırma projeleri var. Önü kesildi. Başta kimyasala muhtaç iken şimdi doğal ve organik yöntemler yeterli oluyor. Bir benzer durum bordo bulamacında yaşandı/yaşanıyor. Eskiden meyve ağaçlarına zarar veren çoğu durum için bordo bulmacı tavsiye edilirken, son beş senede mineral spreyleme konusunda yapılan atılımlarla, doğru zamanda yapılan mineral spreylemesi ve habitat kontrolüyle (ve inşaasıyla) bakıra ihtiyaç olmadan da kaliteli ürün üretileceği görüldü. Kim bilir belki ileride bulamaçlar organik tarımda yasaklanır. (Mineral spreyleme ile kompost çayı aynı şey değil).

20 Şubat 2024 Salı

çalakalem: kompostun üretim aşamaları

Kompost demek ayrışmak demek. Malzemeyi öğütüyoruz, parçalıyoruz, ayrıştırıyoruz. Ayrıştırıyoruz ki mikroorganizmalar kullanabilsin, bitkiler faydalansın. Bugünkü konumuz bu değil. Konumuz aşamalar. Kapıya malzemeyi yığdılar, hadi üret dediler; hangi aşamalardan geçiyor.

Önceki yazıda dediklerimi tekrarlamam gerekiyor. Kompost konusu bizim, permilerin, üreticilerin ya da doğaya duyarlı insanların, konusu değil. Bu konu çevre mühendisliğinin konusu, çünkü atıklarla onlar uğraşıyor. Kimi permiciler bunu çok içerleyecek, ondan zaruri örnekler gelsin. Mesela Adana’daki bir mezbahanın atık yönetiminde çalışan çevre mühendisi olduğunuzu düşünün. Günde ortalama 26 bin tavuk, 600’ün üzerinde küçükbaş, 45 tane de büyükbaş kesiliyormuş (bakanlık sayfasındaki verilerden). Ağırlığın kabaca yüzde 6’sı kan ve diğer sıvılar olsa günde 6 tona yakın sıvı atık demek. Derisi var, tüyü var, ıvırı var zıvırı var.

Hayvandan gitmeyelim, pazardaki sebze atıklarından gidelim. Pekü, mesela İstanbul’da günde ortalama 70 pazar kuruluyor. Her pazarda 12-15 ton atık çıkarıyormuş. Bunun üçte biri sebze atığı olsa, ki muhtemelen daha fazladır, sırf pazarlarda çıkan ve çöpe giden sebze atığı günde 350 ton. Market ve manavlardan çıkan atığı da hesaba katmak için sonuna sıfır mı eklesek? Bu kadar atıkla nasıl başa çıkılır? Hesap kitap olmadan olur mu?

Bizim tarlada, bahçede, evde üstünkörü geçtiğimiz birçok adım miktar bu kadar çok olunca öyle hızlıdan geçilmiyor, sürecin mutlaka kusursuz işlemesi gerekiyor. İşlemezsek ne olur, koca deniz çürür, kokar...

.

Kompost üretimi -kabaca- 3 aşamadan oluşuyor. Önkompostlaşma, kompostlaşma ve olgunlaştırma. Başlayalım:

     1.  Önkompost

Atıkların kompost üretimine hazır hale getirilmesine ya da çevreye zarar vermeden depolanmasına önkompostlaşma deniyor. Ön- ekinden anlaşılıyordur zaten. Kimi ayrı yazıyor kimi bitişik, neysem konumuz değil.

Buradaki amaç yaprakları, tahtayı ya da samanı parçalayarak uygun boyuta getirmek, yeşil atıkları daha stabil hale getirip depolamak, her ikisini de ön bir işlemden geçirip kompost üretimini daha hızlı ve verimli olmasını sağlamak… gibi uygulamalar olabilir. Her gün 10 kamyon sebze atığı gelirken “ya bu yığının kompostlaşması bir on gün daha uzun olur” diyemezsiniz, 18 günde üretilecekse tam 18 günde üretimden çıkması gerekiyor ki yerine yeni atıklar gelsin.

Bu problemleri biz de yaşıyoruz. Güz yaprakları bir anda dökülüyor, yeşil atıklar gelinceye kadar çuvallayıp bir kenarda bekletiyoruz. Güz yaprakları birbirine yapışırsa hava almıyor, oksijen girmiyor ve kompost süreci sekteye uğruyor. Çim biçme makinesiyle yaprakları ufalarsanız bu dertle uğraşmazsınız mesela.

Yeşil atıklar bir başka. Kompost yığını hazırlamak için yeterli mutfak atığı genelde çıkmıyor. Depolamak gerekiyor. En kolayı buzluğa atmak, bir zoru fermente etmek. Atıklar donunca, hücre yapısı bozulduğu için, ayrışması daha hızlı oluyor. Atıkları fermente etmenin bir adı var: çöp turşusu aka bokaşi. Fermente ettiğiniz atıklar daha hızlı ayrışır, yani daha hızlı komposta dönüşür. Önden öğütüyorsunuz biraz. Daha kararlı bir malzeme elde ediyorsunuz, depolayabiliyorsunuz (bokaşi kompost değildir dememiz bundan).

Büyük alışveriş merkezlerinde çıkan atıklar kompost makinelerinde dönüştürüyor. Bu makineler esasında bizim anladığımız anlamda kompost üretmiyor, atıkları un ufak hale getiriyor, kurutuyor ve ideal bir karışım ortaya çıkıyor. Atığın ağırlığının büyük bir kısmı su olduğu için uğraşılacak atık miktarı  (ağırlığı) azalıyor. Ayrıca bu karışım mikroorganizmalar için bebek maması. Toprağa attığınız anda tüketiyorlar.

  2.  Kompost

Kompost genelde şöyle anlatılır: “Yeşil malzemeler var, kahverengi malzemeler var. Bunları belli karbon - azot (C:N) oranlarında karıştırıp bir yığın elde ediyoruz. Sonra o yığını düzenli aralıklarla çeviriyoruz. Karışım oranı 1’e 18 ila 1’1 25 arası ise sıcak (hızlı) kompost olur, karbon oran daha fazlaysa (azot düşükse) soğuk kompost gibi..

Peki bu ideal oranlarda saman ve kahve kapçığı (kahve kepeği) karıştırsam neden hemen başlamıyor? Yığın ısınmıyor? Saman ve hayvan gübresi yığını 2 güne ısınırken bu yığın neden soğuk? Saman aynı saman, kapçıkta mı sıkıntı var?

Cık. Bakılacak tek formül o değil çünkü. 4 formül var (ilk yazıda paylaştım). Biri Karbon azot oranı, diğeri özgül ağırlık, diğeri su karbon oranı, en sonuncusu da katı madde oranı. Saman – kahve kepeği karışımının ısınmamasının nedeni ikinci formül. Saman da hafif bir malzeme, kepek de. Yığına çok hava giriyor, bakteriler bir türlü ortamı kendilerine uyarlayamıyor. Termofilik (sıcak seven) bakteriler çoğalamıyor. Bizim daha yoğun bir yığına ihtiyacımız var. Hayvan gübresi ağır ve ıslak (yoğun) bir malzeme. Saman ile hayvan gübresi yığınının hızla ısınması bundan, karışımın özgül ağırlığı ideale yakın.

Bizim hesaba boğulmamıza gerek var mı? Antin kuntin malzemelerle uğraşmıyorsanız küçük ölçekte yok. Ancak orta ve büyük ölçekte kompost üretmek isteyenlerin (çiftliği vb. olanların) çevre mühendislerine danışması gerekiyor. Belediyelerin de bu konuda destek ve danışmanlık alması lazım. Kimyacılardan filan değil, bu meslek grubundan, çevre mühendislerinden. Bence permakültür sertifikasıyla olacak iş değil.  Çünkü olay burada da bitmiyor. Kompost süreci de kendi atığını üretir. Kompost suyu (dibinden sızan su, kompost şelatı) büyük üretimlerde dereleri, koyları, tarlaları zehirler. Bunun kontrol edilmesi, biyokömür emdirilmesi vb. süreçler var. Şelat ile çayı ve şerbeti karıştırmayın, şelat dipten sızan sıvı, şerbet atık (ya da kompost) ile suyun karıştırılıp bir süre bekletilmesiyle elde edilen sıvı (oksijenli olmak zorunda değil, az sulu da olabilir), çay da atık ile suya oksijen vererek hazırladığınız sıvıya deniyor.

Bunların dışında atık ısı var, fare kontrolü var, kokusu var… Var yani...

    3.  Olgunlaştırma

Kompost ısındı, soğudu, bol bol çevirdiniz. Hadi hemen bahçede kullanalım. Cık.

Bitkilerin topraktaki besinleri iki farklı şekilde alıyor. Biri sıvıyla (bizim tuzlu su içerken tuzu almamız gibi) bir de zayıf asit ile topraktaki mikroorganizmalarla iletişime geçmesi. Ayrıntılara girmeyelim (TÜBİTAK’ın yayınladığı mikroplarla takım olmak, besinlerle takım olmak diye güzel kitaplar var). Bu iletişim için salgıladığı enzimler, asitler vb. mikroba özgü. Yani bitkinin mikropla konuşuyorken kullandığı dil farklı farklı.

Bitkilerin kompost bakterileriyle muhabbeti var mı? Yok. Onun topraktaki elemanlarla muhabbeti var. Kompostlaşma sürecindeki bakterilerle topraktaki bakteriler farklı. Yığın biraz dinlensin, topraktaki bakteriler yığına göç etsin, yayılsın. Sonra kullanın. Market bahçeciliğinde sıkça yapılan hatalardan biridir bu, zaman baskısı olduğu için olgunlaşmamış kompostu hemen yataklara karıştırırlar, sonra sezon ortasında fena patlarlar.

İdeali yığını 6 ay bekletmek. Altı ayınız yoksa ya azar azar katın ya da yüzeye serin, toprağa karıştırmayın.

Bu üçüncü evrede kompostu ürüne dönüştürme işlemleri de yapılıyor. Komposta besin değerlerini artıracak gübreler (deniz yosunu, kaya tozu gibi) ya da hacmini arttıracak malzemeler (kum, vermikulit, perlit vb.) katılıyor.

.

Böyleyken böyle. Şipşak dedim, mevzuya göz kırptı.

.

Hamiş: Çevrecileri sevin. Bar bar bağıran çevrecilerden bahsetmiyorum. Çevre mühendislerinden bahsediyorum. AB’ye gireceğiz, her fabrikaya bir çevre mühendisi zorunlu olacak diye üniversitelerde bölümlerler açıldı, mevcut bölümlerin kontenjanları arttı. Sonra mezun olunca ne görsünler ne AB kalmış ne kariyer. Bence son dönemde bir meslek grubuna atılan en büyük kazık budur. Sonra müsilaj neden olur, kim kanalizasyona asit döktü..

16 Şubat 2024 Cuma

şipşak - tavuklarda bit

Hızlısından şipşak yazısı gelsin!

Bitin kendisi aynı olmasa da hikayesi tavuklarda da bitkilerde de aynı. Ezberden iş yapıldığını gösterir, güçten düşürür ve diğer hastalıkların önünü açar. Bitkilerde yaprak biti görmeniz gayet normal, doğanın bir parçası. Ancak sayıları çok ise ya azot ağırlıklı gübreleme yapıyorsunuz demektir (bunun aksi karbon ağırlıklı gübreleme) ya da doğal denge bozulmuş, doğa biti bastırmaya yetişemiyor demektir. Biti kontrol altında tutmak isteyeceksinizdir, aksi takdirde hastalıkların hem yayılmasını hem de bitkiye girmesini kolaylaştırır. Ayrıca bitkinin enerjisinden alır, gelişimi yavaşlatır ve mahsulün kalitesini de miktarını da azaltır.

Tavuklarda aynı durum var. Yumurta sayısı azalıyorsa aklınıza ilk bit gelsin. Güçten düşen hayvanların diğer hastalıklara yakalanması da kolaylaşıyor. Doğal tavuk yetiştirecekseniz ilk savunma hattınız bit ile mücadele olacak. Yoksa… Yoksa sonrası karman çorman.

O yüzden aşağıdakileri takip ediyoruz:

1.      Tavukların ihtiyaçlarını karşıladığınızdan ve kaliteli beslendiklerinden emin olun. Kümesi temiz tutun, tabanı düzenli değiştirin ya da kalın altlık yöntemini uygulayın.

Hijyen, hijyen…

2.      Tavukların kendilerini ‘yıkayabilecekleri’ toz banyosu mutlaka olmalı. Büyükçe bir kap içine (ideali alçı teknesi) bir çuval kum koyun, biraz da diyatom, biraz da odun külü. Varsa ham biyokömür de ekleyebilirsiniz, ancak şart değil. Toz banyosu tavukların 7/24 ulaşabileceği ve kesinlikle yağmur almayan bir yerde olmalı. İçine koyacağınız kumun ince ya da kalın olması önemli değil (iri kum olursa tavuklar yer, zararı yok. Taş değil ama), ancak mutlaka kuru olmalı. Kumu en kötü ayda bir kontrol edin, içinde dışkı birikmemeli. Düzenli diyatom ekleyin.

3.      Kurak dönemlerden sonra gelen yağışlarla bit nüfusu patlar. Bu dönem daha da tedbirli olmanız gerekir. Yumurta sayısında azalma kontrolsüz bir durumun eli kulağında olduğu anlamına gelir. Tavukları tek tek diyatomlayın (kanat altlarına ve sırtlarına diyatom atın).

Doğal tedbirler bu kadar. Ancak burada durmuyoruz çünkü şayet bit nüfusu kontrolden çıkarsa hem hastalılar gelebilir hem de ileride tavuklarınızı kaybedebilirsiniz.

4.      Şayet tavuklarda bit çoksa, yani kolunuza atlıyorsa (görmek şart değil, üzerinizde bir şeyler dolaşıyor gibi hissedeceksiniz), doğal ilaçlarla zaman kaybetmeyin. Kontrolden çıkmış bir durumu geri kazanmak doğal ilaçlarla çok zor, çünkü doğal ilaçlar önleyicidir. Herkesin, her veterinerin önerisi farklı oluyor. Bana can hiper diye tavsiye edilmişti vaktinde. Onu kullanabilirsiniz. Bir seferlik ya da çok sık olmamak kaydınla kullanmanızın sakıncası olacağını sanmıyorum ancak bu tür ürünlerin insanlarda böbrek yetmezliğine neden olabileceğini unutmayın. O yüzden gelsin beşinci madde.

5.      Toz banyosunu tekrar hazırlayın. Diyatom miktarını arttırın. Kümesi temizleyin, komposta erişimleri varsa kompostu çevirin, ısınsın. Tahta alanları pürmüzün ateşiyle geçin, tahtada biriken bitleri kavurun. Kireçleyin. Kümesi iyice diyatomlayın. Bir dahaki yağış dönemine dikkat edin.

Bu kadar.

Hamiş: Köpek ve kedilere kullanılan dış parazit ilaçlarını KESİNLİKLE kullanmayın. Bu ilaçlar hem tavuklara zarar verir hem de yumurtasını yerseniz size. Hatta bu ilaçlar böcek yiyen kirpi gibi canlıları direkt öldürüyor. Aman dikkat.

Hamiş 2: Sarımsak, arap sabun ve benzeri şeylerle hazırlanan ilaçların hiçbir faydasın görmedim.

Hamiş 3: Tavuklarınız bitten dolayı güçten düştüyse, protein ve klorofile yüklenebilirsiniz. Haşlanmış yumurta ve lahanagiller mesela. Kan yapar.

 

Önemli Not: Burada kimyasal ürün markası yazınca tepki geldi. Açıklayayım. Öncelikle bu ve benzeri ürünlerin insanlarda böbrek yetmezliğine neden olabileceğini yukarıda yazılı. Olabileceeği derken, okuduğum raporlarda öyle yazıyordu, doktor değilim (bizimkiler Avrupa'ya yumurta ihraç etmiş, bu nedenden iade olmuş, o yazılar). İkinci nokta doğal ürünlerle kontrolden çıkmış bir problemi tekrar kontrol altına alamayacağınız iddiası, fikrim. Şayet kümesin %5'i hasta ya da ölüyse iş kontrolden çıkmış demektir. Sayısız doğal ürün denedim, tavuk sayısı 5-10 kadarsa belki, 10'dan fazlaysa durumu toparlamanız çok ama çok zor. Hem de kaç kere yaşadım bu sıkıntıyı, en sonunda tepem atıp kendi tavuk çeşidimi geliştirmeye karar verdim ya! Sonuncu ve bence en önemlisi: Doğal yetiştiriciliği öğrenmesi de uygulaması da zaman alıyor. Usta kelimesi aşırı kaçar da kesinlikle acemeliği var. Biz bir şeyler öğreneceğiz diye hayvanların ölmeli ya da acı mı çekmeli?  Bu sefer olmadı, başaramadım deyip başa dönmek, yani duruma müdahale etmek gerekiyor. Bence bu ahlaki bir zorunluluk. En kötü bir daha denersiniz. Youtube'da Justin Rhodes diye bir eleman var, aşısız ve ilaçsız koyun yetiştireceğim diye 5 koyunu acı çektire çektire öldürdü. Daha doğrusu dördünü öldürdü, beşincisini ölecek diye kesti. Yaptığı kesinlikle yanlış. Tecrübe kazanmak için ya başkasının yanında öğrenmek gerekiyor ya da hatanızı kabul edip başa dönmek. "Bu sefer başaramadım", "acaba nerede hata yaptım", "şunu değiştirsem ne olur" demek gerekiyor. Bu arada hayvanlara acı çektirmekte değil. Bence yani. (İlaç markasıyla ilgili olarak, daha az zararlı ürünler de var. Suya katılan, yeme katılan, yumurtaya geçme süresi 2 gün ya da daha kısa olan.. Bulabilirseniz.. Araştırın.)