27 Şubat 2024 Salı

hede hödö: doğal tarımda kimyasalın yeri

Permies’de yapabileceğiniz en fena şey herhalde kimyasal gübre ya da ilaç hakkında herhangi bir paylaşım yapmak olur. Anında “ban” yersiniz. Paul’un bu konuda hiç toleransı yok. Permakültürün genelinde de durum benzer. Kimyasal herhangi bir müdahaleden bahsedersen tekmeyi yiyorsun.

Organikçilerle bu konuyu konuşmanın anlamı yok zaten. Yönetmeliği var, sertifikasyonu var. Bu yüzden kullanabilecekleri ilaçlar çoktan tarif edilmiş. İçlerinde kimyasal olanlar da var, olmayanlar da. Ancak dozajı, uygulama zamanı ve sıklığı hep belli.

Konu permakültür ya da doğal tarım olunca, geçtim ilacını gübresini, doğal tarımın kendisinin bile tarifi yok. Google’da aratın, çıkarsa ne ala. Organik tarıma yönlendiriyor sizi- ki değil. İngilizcesi de Fukuoka’ya yönlendiriyor, ki kendisi muğlak ötesi. Türkçe ’deki genel kullanımı ise şöyle “doğada olduğu gibi, ona uygun, insan eliyle yapılmamış”. Tamam da şu uygulama doğal mı değil mi dediğinizde fikir birliğine varamıyoruz, durumu tarif edemiyoruz. Gülleci bulamacı doğal diyen de var, herhangi bir müdahalede bulunmak doğal değildir diyen de…

Muğlaklık ve belirsizlik sahtekarlığa, dolandırıcılığa ve aldatmacaya yol açıyor. Organik tarımda bordo bulamacına izin veriliyor diye -ki yalnızca meyve ağaçlarında, belli dozajda ve belli dönemlerde- sebzelere bordo bulamacı sıkıp hamilelere doğal ürün diye satan da var, “Fukuoka’nın izinden gidiyoruz” diye kükürtle topraktaki hayatı sıfırlayan da (Fukuoka bile sopayla döver). Hayvan gübresi kullanıyorum diye bir hafta sonra satılacak ürüne gübre şerbeti sıkan da (90-120 gün kuralına aykırı). Bu yüzden bir an önce doğal tarımın tarifinin yapılması gerekiyor.

.

Bu yazının konusu olmadığı için tarif mevzusunu bu noktada bırakıyorum. Tarifteki belirsizlik bilinsin istedim. Benim aklımda tarif var ancak bu konuda Türkiye’de öncü olanlara danışmadan paylaşmak istemedim. Fukuoka, Lawton, Mollison diyecekler muhakkak olacaktır, Kawaguchi? Rosato? Bu isimler bir şeyler çağrıştırmalı.

.

Gelelim kimyasallara. Bugüne kadar onlarca doğal/organik yöntemi, ilacı vb. denedim. İki durum haricinde problemleri kimyasal gübre/ilaç kullanmadan ya aştım ya da kontrol edilebilecek bir seviyeye çektim. Ancak aşağıda yazdığım iki problemi kimyasallardan yardım almadan çözemedim. Belki ileride çözeriz, anca mevcut durum bu.

İçinden geçilmiş tarımsal alanların üretime geri kazandırılması: Osmanlıca kaynakları incelerseniz, ya da herhangi bir sanayi öncesi üretim modelini, “toprağı sürün, güneş ve ay görsün de bereketi artsın” dediklerini göreceksiniz. Yanlış değil. Bakir ya da nadasa bırakılmış, yüksek oranda organik madde içeren ve erozyona uğramamış topraklarda yapılacak işlem aynen bu. Sürün, üstünden ay geçsin, sonra ekin. Ancak o toprak bize ulaşmadı. Bizim uğraştığımız topraklarda yanlış uygulamalar sonucu organik madde kalmamış ve erozyonla mineral dengesi bozulmuş, yani tükenmiş. Bu toprak demeye şahit şeyde bir şeyler yetiştirmeye çalışıyoruz.

Besin değeri yüksek gıdalar üretmek için yapılması gereken iki şey var. İlki toprak biyotasını canlandırmak. Bunu organik madde seviyesini yükselterek yapıyoruz. Regenerative agriculture’da, Türkçeye onarıcı tarım diye geçmiş, başlıca amaç bu zaten. Yalnız onarılması gereken tek şey organik madde yani karbon değil. Mineraller eksik olmamalı ve aralarında belli oranları yakalamalıyız. Buna mineral dengelemesi deniyor. Mineral dengelemesini merak ediyorsanız Solomon’a ya da William Albrect’in eserlerine bakabilirsiniz.

Kompostla ya da onarıcı tarımlar bu toprakları geri kazanmamız mümkün değil mi sorabilirsiniz. Bence değil. Toprakta saklı/bağlı duran mineralleri toprak biyotasını iyileştirerek bitkilerin kullanacağı forma dönüştürmek mümkün olsa da cık. Yoktan çinkoyu, bor’u nasıl yaratacağız. Kötü toprakla uğraşmıyoruz, toz ile uğraşıyoruz. Solomon’un hesap tablolarını oluştururken tanıdığım ve tanımadığım onlarca kişiden toprak analiz raporlarını inceledim. Korkunçtu. Elemanın biri kireç iyidir diye her sene toprağa kireç uygulamış. Yüzde 65-70 arası olması gereken kalsiyum-magnezyum oranı %98’e çıkmış. Bir diğerinde yıllarca bordo bulamacı uygulaması yapıldığı için bakır değeri olması gereken değerin üç katında! Biraz daha uygulasalarmış ağaçların dibinde otlayan koyunlar ölecekmiş. Neredeyse tamamında çinko ve bor bitmiş, akmış gitmiş. Demir az. Manganezden hiç bahsetmiyorum. Mineral dengelemesi yaptığımız alanlarda hem biyoloji topladı hem yüksek kaliteli tonla sebze aldık hem hastalıklarla boğuşmadık. Bence gerekli.

Sıkıntı mineral dengelemesinin pahalı olması. Dönümdeki maliyeti (topraktan toprağa değişse de) yıllık 500-1000 dolar arası tutuyor ve bu uygulamayı 3-4 sene yapmanız gerekiyor. Toplamda 3bin dolar kadar, iki- üç dönüm arsaya harcayacağın parayla alınacak traktörler var. Gerekli ancak aşırı pahalı. Ayrıca bu maliyet kimyasal gübreyle yapacağınız uygulamanın maliyeti. Organik gübrelerle bu işin üstünden gelmek neredeyse mümkün değil. Hem yıllık maliyeti üç bin dolara çıkıyor hem de o kadar ham malzemeyi getirmesi, karıştırması, kompost hazırlaması ve toprağa yayması gibi ek işler çıkıyor. Ayrıca o malzemeleri nereden temin edeceğiz? Doğal mineral dengelemesi hem maliyet hem lojistik…

Hayvan sağlığı: Doğal ilaçların en büyük sıkıntısı, bence, çoğunun koruyucu önlem olması. İşler kontrolden çıktığında ne yapmalıyız? Doğal ilaçlarda ısrar etmeli mi yoksa mevcut kimyasal ilaçları kullanmalı mı?

Lafı çok uzatmayacağım. Fikrim şöyle. Şayet çeşitli nedenlerden hastalık ya da benzer bir durum kontrolden çıktıysa (yani toplamın yüzde 5’i ya da daha fazlası hasta/öldü ise) müdahale etmemiz gerekiyor. Bence bu ahlaki bir zorunluluk. Hayvanları, tedavisi olan şeyler için, göz göre göre öldürmek, müdahale etmemek doğru değil. Yanlış anlaşılmasın kimyasal kullanmadan da hayvan yetiştirmek mümkün, ancak ustalık gerekiyor. Eylül ayında, ilk güz yağmurlarıyla kümeste bitlerin cirit atacağını bilip önden, mesela, diyatom uygulamak gerekiyor. Göç dönemlerinde gözünü dört açmalı, civardaki hayvanlardaki hastalıkları ve salgınları tespit etmeli… Gibi.

Bunu derken insanlara ilaçlı, antibiyotikli ürünler satın demiyorum. Ancak canlıların doğru düzgün yaşamalarını sağlamak da görevimiz…

.

Uzun lafın kısası: Bence her cevabı, her çözümü kesinlikle kimyasalda aramamalı. Ancak kimyasalların da kullanılabileceği özel durumlar var. Ayrıca fark ettiniz mi her iki durum da aşırılıkların sonucu (toprağın tükenmiş olması, hastalıkların kontrolden çıkması).

Bence yani.


Not: Fukuoka'nın kitabında meyve sineğine değindiği bir bölüm var. Süreci görmek açısından önemli. O dönem "ne olursa olsun japonyaya gelmeden önü kesilmesi gerekir" denen şeyle bugün hepimiz uğraşıyoruz. Feromonlar var, sinek kısırlaştırma projeleri var. Önü kesildi. Başta kimyasala muhtaç iken şimdi doğal ve organik yöntemler yeterli oluyor. Bir benzer durum bordo bulamacında yaşandı/yaşanıyor. Eskiden meyve ağaçlarına zarar veren çoğu durum için bordo bulmacı tavsiye edilirken, son beş senede mineral spreyleme konusunda yapılan atılımlarla, doğru zamanda yapılan mineral spreylemesi ve habitat kontrolüyle (ve inşaasıyla) bakıra ihtiyaç olmadan da kaliteli ürün üretileceği görüldü. Kim bilir belki ileride bulamaçlar organik tarımda yasaklanır. (Mineral spreyleme ile kompost çayı aynı şey değil).