11 Kasım 2020 Çarşamba

insanın istemediği ot burnunun dibinde bitermiş

Yıl 2020. Kasımın ilk günü. Haftaya yataklardan güneş görenine ıspanak diğerine roka ektim mi tamamdır bu iş. Brokoli, karnabahar, sarımsak (baş ve taze), lahana, marul, kale, pazı ve çeşit çeşit turp ektim. İyi bir hasat olacağından da eminim. Onlara geçmeden önce iki çift sözüm var, onları haykıracağım :)

Doğrudur, 2020 yılı diğer yıllara pek benzemiyor. Yaz olsun da olimpiyatları izlerim diyordum yıl başlarken. Bunu yazarken düşündüm de kaç cenazeye katıldığımı artık hatırlayamıyorum. En yakınımdan en uzağıma kaç kişiyi yolcu ettim bu yıl? Abartmıyorum yaşadıklarımdan Türk dizisi çıkar. Çok net! Bunları yazarken şu karşı koltukta babam oturuyor olsaydı, bilseydi tüm bunların arasında bir de severken sevdiğime git dediğimi, ne gülerdi bana. Kızardı sonra. Ah, her gün kızsa ya. Babam da yok, o da bu sene gitti. Birlikte TRT'deki dizileri izlerdik ben çocukken. Nerden bileyim günün birinde Kaptan Onedin olacakmışım, her kulvarda debelenip duruyorum. Murphy senin de canı sağolsun, üst üste geleceğini biliyordum da sağlam yığdın be abi!

 

 

 

 

 

 

 

Dur gitme! Bahçeyle, sebzeyle, toprakla alakalı bu blog. Bu hariç :)

Hesabımda fareye dönüşen bir çocuğun babanesine söylediği sözü paylaştım. Söz banaydı, ama daha çok bu seneyi benimle birlikte çeken annemeydi. Güzeldir benim annem. Birine derdim vardı da entel entel laf soktum sandılar. Alınan alınana, yeteri kadar dram yokmuş gibi. Şaşkınım. Beni ciddi ciddi takip edenler varmış. Alınmış yıllardır görmediğim teyze. Kızına çirkin mi diyormuşum. Ayıp etmişim. Aradan on iki yıl geçmiş, bu arada kızın evlenmiş, yuvasını kurmuş!? Tahminim alzheimer, yoksa niye taksın bana. Diğerlerine gelecek olursam, "vay anam vay neler dönmüş serhat ya" diyoruz burada, lafı uzatmıyoruz.

Bütün yıl bunun gibi çeşit çeşit gereksiz muhabbetlere maruz kalınca kendimi bahçeye (ve spora) verdim; sebze ektim, büyüttüm, paylaştım ve kalanı afiyetle yedim. İşte bu cumartesi de standart modumdaydım. Önceki gün cenazem vardı, çok severdim yengeyi, kafam bozuk. Kendimi bahçeye attım. Bismillah diyeli on dakika geçmedi sırıl sıklam oldum yağmur altında. Daha gübre serpip, çapalayacağım, ekime hazır hale getireceğim. Üstüne üstlük adını bilmediğim bir ot sebze yatağını sarmış. Yüzeyde iki yaprağı var diye sanarsın küçük bir şey. Şerefsizin kökü toprak altında metrelerce gidiyor! Söksen sökülmüyor. Öyle naif, "Mazlumu getirin bana" sahnesi hiç mi hiç olmadı. Kuşlar dalların arasında yağmurdan saklanmış. Onlar beni izlerken ben kazma, kürek, çapa, yani elime ne geçtiyse saldırdım. Çamurlar küfürler havada uçuşuyor, "Jodete a ti y a la mierda con tus amigos!". Anca söküm bitince içim soğudu, duruldu biraz. Öyle de yorulmuşum ki aylardır ilk kez onu rüyamda görmedim. Gerçi gelse şikayet etmezdim ya. Bu sabah elimde kahvem bahçeye çıktığımda şaşırdım, unuttum mırıldandığım şarkıyı. O ot ekime hazır yatakta uzanmış, yapraklarını da usulca uzatmış, güneşi bekliyor! Sanarsın dün burada hiç meydan muharabesi olmamış. Bir de burnumun dibinde! Resmen bana nah çekiyor. Bir gün bile beklememiş, hemen açmış tezgahını. Güldüm. Elim telefonuma gitti. Durumuma başlıktaki atasözünü yazdım. Şu 14 corona günü geçsin, ormana koşuya gideceğim ve koşudakiler bu neydi diye soracaklar. Anlatacağım, hep beraber güleceğiz ve dalağımız şişecek. Ama sonra

Dikkatlice sildim yazdığımı.

Sanacaklar gene bir laf buldum da birine monte ettim. Açıklayamam ki! Yabani ot, hep çıkıyor desem; olmaz inanmazlar. Bahçe çapalıyorum desem, ona da inanmazlar. İstanbulda bahçe? Çapa? Mümkün mü? Hele bir bilseler şehrin orta yerinde evi ve bahçeyi hayvanat bahçesine çevirmişim, yağmurlu günlerde salyongozları toplayıp boş araziye salıyorum, kesin deli diyecekler. Haftasonu sarımsak ekeceğim dedim geçen, sen mühendis değil misin, ne işin var dedi ofistekiler. Gerçi onlara da hak vermiyor değilim. Şehirde yeşil alan kalmadı ki, ot deyince akıllarına Allah'ın yarattığı ot gelsin. Nereden bilsinler bahçedeki tosbağlara numaralar yapıştırıp yarıştırmanın en güzel oyun olduğunu (komşu çocuklarının iddiası). Nereden bilsinler ektiğin fidelerden salataya malzeme toplamanın insanın içi donarken bile iyi geldiğini. Hele hele nereden bilsinler her yaz başında yıldızların bahçeye indiğini ve en güzel hamakta ...

O kadar farklı bir dünyadayım ki, not tutmam lazım.

Facebook olmuyor. Twitter yetmez. Reddit'i boşver. İnstagrama yeni başladım, pek bilmiyorum. Permies meh, Paul'un sağı solu belli olmuyor. Aklına eser siler. Ben en iyisi bir blog açayım dedim kendime. Old school stayla. Daha çok bahçeyle alakalı olsun. Toprakla, permakültürle ilgili olsun. Ona laf soktun, bunu dedin olmasın. Dramdan da gına geldi bu sene. Mümkünse o hiç olmasın. Kemik/kaya tozunu merak eden, kompostu seven baksın. "Olmuyo bu!" olmasın. Deneyler olsun, denemeler olsun. Hatalar olsun. Brown'ı bol olsun, purple'ı pek olmasın (bu hariç). İsterim kızının eski arkadaşını yıllar sonra (belki de yıllardır??) stalklayan teyze biraz bahçe görsün, gönlü açılsın. Her zaman bir yol olduğu, bunun için de istemenin yeterli olduğu bilinsin. Ancak o* istemeyince, insan ne kadar tutkulu seversen sevsin tek başına çare olamayacağı da bilinsin.








Hoşgeldin!

 


     Not: Ben Salim. Ağaçlara tırmanmayı seven ve çoook okuyan biriyim. Toprak olmayan bir yerde inadına toprak yaratıp sebze yetiştiriyorum ve 10 yıldır permakültürle ilgileniyorum. Köprücüyüm esasında. Tüm gün beton-çelik-ahşap, deprem-rüzgar takılıyorum ve boş vakitlerimde kendimi bahçeye atıyorum. Ortaya da bu blogda paylaşacağım şeyler çıkıyor.

    Not2: Biliyorum. O hataları ben de gördüm. Takılmayalım, çünkü bu kervan yolda düzülecek.

*o olur, O olur. The one olur. Nasıl okursanız :)