6 Temmuz 2025 Pazar

mevzu: Fukuoka'yı anlamamak

Yazı uzun – özeti en sonda. Ayrıntıları merak ediyorsanız size bekleyen üç bin kelime var:)

.

Japon’nun birinin bir fikri varmış. Çokları gibi günbatımına karşı elinde birasıyla “aman bea” demek yerine (evet, evet Japonya’da da bea diyorlar) ömrünü vermiş, fikrini kovalamış. Savrulmuş, yorulmuş, bir şeyler ortaya çıkarmış. İyisiyle kötüsüyle, eksiğiyle fazlasıyla yaptıklarını kitaplara dökmüş. Bu kitaplar onlarca dile tercüme olmuş. Milyonlarca insanın gözlerini açmış, ilham olmuş, sonrasında para ve zaman kaybedecekleri çabalara baş koymalarına neden olmuş. Bizlerin köyün en yaşlısı gibi sevdiğimiz Masanobu Fukuoka‘nın hikayesi budur. Gerçeği zaten bir yerlerde yazılırdır.

Bu adamcağızın kitapları İngilizceye çevrilirken iyi çevrilmedi. Diğer dillere geçerken de İngilizceden çevirdikleri için dünyanın en teknik dillerinde bile saçma sapan tercümeleri var. Ama bizde öyle mi! Gördün deli, savrul geri :) Nasıl olduysa öyle başarılı çevirmişler ki Türkçeye, Japonca biliyorsanız bile Türkçesini okuyun derim. Terimleri tercüme etmek zordur, çevirmen nasıl olduysa cuk diye oturtmuş kelimeleri. Bu durum kitap dünyasında çok nadir olan bir hadise, kıymetini bilmeli. Alın okuyun mutlaka.

Peki dangalaklarla dolu bu güzel ülkemizde durumlar nasıl? Açıkçası ortam karışık. Organik ifadesini korunduğu için ne kadar ürün itelemeye çalışan varsa “doğal” ve “Fukuoka’nın izinden gidiyoruz” diye yapıştırıyor.

Hadi başlayalım.

.

Giriş:

Fukuoka’nın kitaplarını okuduktan sonra sizi değişik bir duygu saracak. Doğru yaa, böyle olmalı diyeceksiniz. Sonra tohum topu tarifi için kitabı açacaksınız, bulamayacaksınız tarifini. Okuduğunuzdan adım gibi eminken çıkmayacak sayfaların arasından. Sonra tarife benzer birkaç paragraf bulacaksınız. Tam buldum diyeceksiniz ancak uygularken yazılanların yetersiz olduğunu göreceksiniz (bu arada çöl kitabında reçetesi var). Sanki tarifini kendine saklamış, söylemiş ama söylememiş. Vermiş ama saklamış.

Müdahalesizlik prensibi zırt pırt karşınıza çıkacak. Bir şey yapma bir hafta sabredersen uğurböcekleri gelecek zaten diyecekler. Farklı farklı isimler verecekler, aynı şeyden bahsedecekler. Kitapta yazıyordu diyeceksiniz.

Sepp Holzer’in hügelkültürünü (odun yatağı) okurken ya da videolarını izlerken Fukuoka’nın da odun gömdüğünü hatırlayacaksınız. Böyle çok eskilerden silik anılar gibi. Kitabı tekrar karıştıracaksınız, şanslıysanız o cümlelere tekrar denk geleceksiniz.

Kirpinin hikayesi şu: 2013’den beri (yüksek tezini imzalatmaya İstanbul Üniversitesine giderken almış kitabını, tez yüzünden oldukça travmatik bir andı. Raftan aldığım anı çok net hatırlıyorum) Fukuoka’yı derinlemesine çalışıyorum. Sabah akşam onunla yatıp kalktım demem, ama permakültür sınavı yapsalar ve soruları seçme şansım olsa ilk Fukuoka’yı seçerdim. Ne uygulamalar yaptım, ne eğlendim :)

.

Genel:

Fukuoka Kimdir? Ne yapmıştır?

Fukuoka’nın bir iddiası var. Diyor ki doğa mükemmeldir, her görevi bizden kat be kat daha verimli, hızlı ve doğru yapacak canlılar var. Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım bunu çözemeyiz. Bu yüzden gerekmediği sürece müdahale etmemeli, bu dünyanın olsa olsa çobanı olmalıyız. Zaten daha fazlası olamayız.

Fukuoka buradan yola çıkıp bu fikrin doğrulunu kanıtlamaya kendini adamış. Yazdığı kitaplar tarif değil, kendi hikayesi. Zorluğu bundan zaten, belgeselde gördüğünüz yemeği yapmaya çalışıyorsunuz.

(okuyacağınız iki paragraf genel görüşle çelişecek ancak benim fikrim şu yönde) Tarihsel açıdan Fukuoka’nın fikirleri Bill Mollison ya da Sepp Holzer gibi modern üretim tekniklerine veya yeşil devrime tepki akımı değildir (gayet tepkili ama öyle bir tavır değil). Onlar gibi alternatif üretim modeli ve felsefesi geliştirmeyi düşünmez (siz yakıştırıyorsanız o ayrı, ancak değil). Fukuoka’nın Doğal Tarımını 1950’lerden sonra üretimi baştan sona değiştiren yeşil devrim ve teknoloji selinde yerinden oynamayan bir kaya gibi düşünebilirsiniz. Bu sayede devrimlerin kendilerini haklı çıkarmak için -modern tarım olmadan toplum beslenmez, doğal tarımla rekolte hedeflerini tutturmazsınız ya da doğal tarım fiyat rekabeti yapamaz gibi iddialarla- ezdiği aksini savunan fikirlerin sığındığı bir alan yaratmıştır. Tezat oluşturan durumları örnekler sunmuş, kanıtlamış, yol göstermiştir.

Fukuoka’nın fikirleriyle öncü değildir. Öncü kişinin arkasından gelenlere yolu açması gerekiyorken, Fukuoka yalnızca nelerin mümkün olduğunu (fiyat rekabeti, toprak onarılması gibi), nelerin mümkün olmadığını (meyve ağacı budama konusu), hangi ayrıntıları atladığımızı (doğada görev boşluğu olmadığı gibi) ve modern tarımdaki tutarsızlıkları (ilaç uygulamaları ve dozajları, tohum seçilimindeki hatalar gibi) göstermiştir. Bu yaptıklarının önemsiz olduğunu göstermez, çünkü basit fikirleri sahada kanıtlamak en zoru.

Bill Mollison’a ekonomist, toplumbilimci diyen tayfanın Fukuoka’ya filozof demesine inanın hiç şaşırmıyorum. Yok hacılar, bacılar. Az buçuk felsefeye merakınız varsa Fukuoka’nın konuyla alakası olmadığını bilirsiniz. Ayrıca Bill Dedeye böyle yakıştırmalar yapanların uyanır uyanmaz kafasını buzlu suya sokması lazım.

Fukuoka gençliğinde bilimle uğraştığı için çalışma şeklini sistematik görebilirsiniz. Ancak bu uğraşında “bilim adamı” değildir, bilim yapmamıştır. Onu yapacak sermayesi de yoktur. Çiftliğin ilk yıllarında zaten sağlam sürünmüş, zorlanmış ve defalarca kez başarısız olmuştur. Kitaplarında bu kısımları hızlı geçiyor. Kitabı okuyan bizler de ilk günlerden yardığını hissine kapılıyoruz.

İyi bir doğa gözlemcisidir. Kitaplarındaki gözlemler (örümcek ağları, ani böcek patlamaları ve harmonik dengeler) doğrudur. Bahsedilenleri hem İstanbul’daki bahçemde hem de bu aralar Gelibolu’daki çiftlikte yaşıyoruz. O yüzden kitapta anlatılan masallar palavra değil, dediği gibi olan şeyler.

.

Fukuoka’nı doğal tarımının permakültürde ya da ekolojik tarımdaki yeri nedir?

Blogda daha önce bundan bahsetmiştim:

“Canlıların birbirleriyle ve dünyayla olan ilişkisine ekoloji deniyor. Bizdeki adıyla doğa bilimi. Canlıların birbirleriyle olan ilişkisi sayesinde yapılan tarımsal üretime doğal üretim denir. Yani gübre mi gerekiyor, başka canlıdan alacak (koyun gübresi gibi). Ya da minerale mi ihtiyacı var, bitkinin köklerine mantar taşıyacak o minerali (bor ve kalsiyum gibi). Zararlı mı var, başka böcek yiyecek.

Doğal tarımda başlıca iki yaklaşım var. İlki Fukuoka’nın ekolü – müdahalesiz doğal tarım (doğa tarımı ya da do-nothing farming). Bu yöntemde üretime doğrudan müdahale etmiyoruz.  Üretim olması için gerekli asgari şartları sağlıyoruz (tarlaya tohum serpmek, tohum topu atmak gibi), gerisini doğa hallediyor. Zorunda kalmadıkça müdahale olmuyor.

Diğer doğal tarım yaklaşımında müdahale var. Üretimin daha öngörülebilir olması için doğrudan müdahale ediyoruz. Bu yaklaşıma ekolojik tarım da deniyor. Ekoloji kelimesi doğal anlamında değil ekoloji biliminden geldiği için. Bilimsel çalışmalardan öğrendiklerimize göre sahaya müdahale ediyoruz. Yaptığımız her işlemin bir makalesi bir çalışması var - olmalı.”

.

“Müdahalesiz” ne demek?

Ekolojik dengeyi parmağınızın ucunda dengede tutuğunuz bir basketbol topu gibi düşünemezsiniz. Durmadan değişim halindedir ancak kararlıdır. İlla bir şeye benzetmek istiyorsanız halaya ya da stadyumlardaki Meksika dalgasına benzetebilirsiniz. Herkesin bir görevi var ve uyumlu.

Halaya bir iki kişi girse çıksa fark etmez, halay devam eder ya ekolojik döngüde de bazen kimi canlılar çıkıyor kimileri dahil oluyor. Her bir duruma kararlı hal deniyor. Mesela orman düşünün, içinde ayı var. Bir dengeye ulaşır ya, kararlı durum. Ayı yok, onun yerine kurt var. Başka bir kararlı durum. Her canlının olduğu, değişikliklere en dirençli kararlı durum içlerindeki en önemlisi – en kararlı durum. Ona ulaşırsak bizim – insanlar olarak- bir şey yapmamıza gerek olmayacak. Hiç müdahale etmeyeceğiz. Herkesin yeri var, görevi var. Sistem tıkır tıkır işliyor.

İsteriz ki sebzelerimiz yetişsin, ağaçlardan meyve toplayalım. Bostanda bir tarafımızı ayı kapmasın. Bu yüzden ekolojik dengeyi lehimize (insanların) kaydırıyoruz. Haliyle yapılacak işler çıkıyor. Tohumunu ekmezsen buğday alamazsın.

Fukuoka yapacağımız her hareketin bir müdahale olduğunu ve dengeyi bozduğunu söylüyor. Bu da bize daha çok iş olarak geri dönüyor. Daha çok iş yapıyoruz, daha çok müdahale ediyoruz ve dengeyi daha çok bozuyoruz. Fukuoka o yüzden bir sıkıntı gördüğünüzde aklınıza ilk “hiçbir şey yapmamak” gelsin diyor, müdahale etmeyin diyor. Anca zorunlu kaldığınız durumlarda müdahale edin diyor.

Yaprak bitinde bu konunun klasik örneği. Müdahale etmezseniz muhtemelen 2-3 hafta içinde uğurböcekleri devreye girecek. Kül atarsanız, ilaç sıkarsanız uğurböcekleri çoğalmayacak. Onlar çoğalmadığı için yazın başka başka problemlerle uğraşacaksınız. Mesela yazın zararlı böcekleri yiyen çit kuşu ilkbahar başlarında uğurböceğiyle beslenir. Siz yaprak bitini öldürdüm diye sevinirken yazın çekirge kâbusu yaşayacaksınız.

Müdahalesiz doğal tarımda sistemin en kararlı duruma yaklaşmasını sağlıyoruz ve zorunlu kalmadıkça ekolojik döngüye müdahale etmiyoruz.

.

Gelişme:

Kitapları Nasıl okumalı?

Açıkçası doğru okumalı. Baştan dedenin bizimle uzaktan yakından alakası olmayan bir coğrafyada yaşadığını bilmeli. Bir de Japonya’nın muson kuşağında olduğunu hem yaz hem de kış musonundan etkilendiği bilinmeli. Ney? Muson mu? Hani şu Hindistan’da olan şey. Evet o.

Muson yağmurları bizim ülkede felaket oluşturan yağmurlardan kabaca 8-10 daha kuvvetli yağan yağmurlara verilen ad. Karalar hızla ısındığında denizdeki nemli havayı içeri çekiyor o nem yağmur olarak yağıyor. Akdeniz görece küçük olduğu için bu durum bizde çok kısıtlı. Hindistan Hint okyanusun nemini kendi üstüne çekiyor. Fena yağıyor (1200 -2000 ve hatta 3000 mm kadar). Aynı durum Pasifiğin nemini üstüne çeken Çin için de geçerli (gelmiş geçmiş en büyük sel felaketleri Çin’de yaşanmıştır). Bilin bakalım Çin ile Pasif Okyanusu arasında kim var? Masanobu Fukuoka’nın yaşadığı Japonya :)

Japonya’nın şöyle bir olayı daha var. Kışın karalar daha hızlı soğuduğu için bu sefer işlem tersine dönüyor ve rüzgâr karadan denize esiyor. Çin’den denize esen rüzgâr, deniz üzerinden nem toplayıp bu sefer Japonya’ya yağdırıyor. Kış musonu. Biz burada kuraklıkla mücadele ederken dedeye yaz kış yağmur yağıyor.

Muson bölgelerindeki uygulamalar bize uygulanmaz diye bir kaide yok. Uygulanır. Ancak verilen yılları kabaca 5 ile 7 arası bir sayıyla çarpın. Hindistan’da arazi 5 yılda mı toparlamış, 20 yılda yer altı suları dolmuş, nehirler tekrar akmış. Tamam, aynı sistemi Akdeniz iklimine uygularsanız ilk sonuçları almanız 25 sene. Andrew Millison’nun youtube paylaşımlarında hiiiiç mi hiiç bahsetmediği mevzu bu işte. Yoksa biz de biliyoruz iki emdirme havuzu kazdırmayı. Doğa da benzer bir hadise var. Doğayı su onardığı için, sularsanız Fukuoka’nın verdiği takvimde ilerler her şey. Su yoksa 5-7 ile çarpın.

Bir başka hadise de adam tarlaya yonca, ak üçgül tohumu atıyor. Akdeniz’de at bu tohumları, sonra çağır beni yazın sapsarı tarlada oturalım, iki muhabbetin belini kıralım :)

Fukuokanın Bahsetmediği konular var mı?

Yani bahsetmiş de üstün körü geçmiş. Dikkatli okumuyorsanız kesin gözünüzden kaçar. Tarlaya müdahale etmiyor ancak ormanın yanına kurun diyor. Bundan daha büyük müdahale olur mu? Resmen müdahaleyi ormandan ithal ediyorsun. Bizler tarımsal çölün ortasında doğayı tekrar ayağa kaldırmaya çalışırken o sadece ormandaki ekosistemi kendi bahçesine yaymaktan bahsediyor (bunu tavsiye ediyor). Sıfırdan kuruyorsanız müdahalesiz iyileşmenin başlamasının bile yıllar alacağını göreceksiniz. Bu yüzden çoğunluk müdahale edelim ama nasıl etmeli diye mineral dengelemesi, yararlı böcekler ve bitkiler gibi konulara kayıyor.

Fukuoka’nın bahsetmediği diğer konu da ideal dengeye farklı iklimlerde, toprak yapısında vb. nasıl ulaşacağımız. Öğrencilerinin farklı iklimlerde başlattığı onlarca proje var. İçlerinden sayılı birkaçı başarılı olmuş, ancak yüzlercesi patlamış. Tamam hepsinin başarı olmasını beklemiyoruz ancak oran gerçekten iç karartıcı. Bunun nedeni fikrin yanlış olması değil, Dede’nin çekiç sallamayı anlatmak yerine hikâye anlatması.

Üretimi doğaya yaptırabilir miyiz?

Hem evet hem hayır. Ekoloji konusu biraz geriden geliyor. Bilim bazı konularda biraz yavaş. Konuyla alakasız örnek gelsin:  bizler çocukken dinozorların meteordan mı öldüğü yoksa yanardağdan öldüğü bilinmiyordu. Artık diyoruz ki bundan 66 milyon yıl önce Chicxulub Kraterini oluşturan asteroit yüzünden öldüler, K- Pg yok oluşu. Ekoloji bilim dalları içinde eeeeeen geriden gelen başlıklardan.

Fukuoka ve öğrencileri bunu yapabileceğimizi kısıtlı da olsa örneklerle gösterdiler. Dediklerinin doğruluğuna kefil olurum, çünkü ben de denedim ve doğrulayan sonuçlar aldım. Lakin konu “nasıl” mevzusunda takılı kalıyor. Farklı iklimlerde nasıl yapacağız bu işi. Ayrıca güzel turp üretiyoruz ancak başka?

Çapasız tarım mümkün mü? İlaçsız üretim mümkün mü?

Gene hem evet hem hayır. Fukuoka evet mümkün dese de kendi bahçesi hariç kanıt sunmuyor. Tamam oluyor da nasıl oluyor. Aradan geçen 50 senede artık şunu diyebiliyoruz: toprak onarıldıysa (mineral dengesinde %40 eşiğini geçtikten sonraki hal), biyolojik olarak aktifse ve gerekli ekipmanınız varsa evet çapasız (hatta işlemesiz) tarım yapabilirsiniz. Toprakta kalsiyum-magnezyum oranı kaçmışsa, fosfor çinko oranı bozuksa ve bor eksikse dilediğiniz kadar yırtının çapasız tarımda çok ciddi rekolte kaybı yaşarsınız. Toprağın biyolojik olarak aktif olması da gerekli. Organik madde miktarının %5ler seviyesine ulaşması, bunun en az yarısının da biyokararlı organik madde olması gerekiyor (yoksa hidrofobik – su iten toprak oluşur). Küçük ölçekte Fukuoka’nın serpeme ve kil topu yöntemleriyle ekim dikim işinden sıyrılabilirsiniz ancak orta/büyük ölçekte ekim dikim işleri için anıza ekim, doğrudan ekim araçlarına da ihtiyacınız olacak. Ve bu araçlar hiç ucuz değil.

İlaçsız üretim konusu çok ayrı bir konu. Onarıcı tarım üzerine çalışan örgütlerin yayınlarına baktığınızda ve BES gibi derneklerin yayınlarını takip ettiğinizde çoğu durumda ilaca alternatif bulunmadığını göreceksiniz. Yani yok değil var ancak ciddi rekolte kaybına neden oluyor. Yabani ot mücadelesi – hele hele büyük alanlarda ve onarılmamış topraklarda- tam bir baş belasıdır. Toprağı onarmak zaten pahalı bir işlem, büyük alanlar ciddi yatırım gerektiriyor. Bu esnada rekolte kaybını göze alamıyor çoğu üretici. Bu arada rakamlar üreticinin göz ardı edebileceğiniz rakamlar değil. Mesela dönüm başına kabaca 10 bin lira yatırım (250 dolar) ve ilk 4-5 yıl boyunca yıllık 5000 lira rekolte kaybı (125 dolar) olacaktır. Fukuoka’nın arsasının ona aileden geçtiğini söylemiştik di mi? :)

Fukuoka ilaç kullanmadan da üretim yapabileceğimizi gösterdi. Hatta pirinç gibi çok yoğun işlem gerektiren bir tahılı müdahalesiz yetiştirdi. Bu bir kenarda dursun. Aynısını buğdayda, ayçiçeğinde, pamukta, mısırda yapmak ayrı bir macera. Çözülmesi gereken onlarca problem var. Küçük ölçekteyseniz sıkıntı yok, büyük ölçek başka bir konu.

Toprağın üstü yeşil örtü mü olmalı hep? Yonca mı ekmeliyiz?

Hayır. Yazdıklarımı tekrar edeceğim, Fukuoka Muson bölgesinde yaşıyor. Yağış alan bir bölgeyle kimi zaman 6 genelde 4 ay yağış almayan, kuraklıkla mücadeleyi kaide bellemiş bölgeleri bir tutamazsınız.

Bizde toprakta su tutmak için yapılan işlemi anlamak için buğday-ayçiçeği ekim nöbeti incelenmeli. Normalde bu ekim nöbeti programı 7 tahılı kapsarken, sahadaki uygulamalarla (Cumhuriyetin kuruluşundan 1960lara kadar süren deneme yanılmalarla) iki tahıla indirgenmiş, araya su yakalama boşluğu eklenmiş. Buğday hasadını takiben toprak eylül sonu ekim başı gibi derin sürülür. Kışın ot çıkmasına müsaade edilmez. Bu sayede sonbahar – kış ve ilkbahar başında yağan yağmur toprakta depolanır. Ayçiçeği ekiminde toz malçı uygulaması yapılır. Önce sığ sürülerek yüzey koparılır. Sonra tırmık çekilerek bu en üst tabakanın su iletemeyen toz tabakasına dönüşmesi sağlanır. En son ayçiçeği ekilir. Hatta ayçiçekleri belli bir boya geldikten sonra bir kere daha tırmık çekilir (hem otları öldürmesi hem de bahar yağışlarıyla kaymak tabakası kaplayan toprağı tekrar parçalamak, toza dönüştürmek için, suyun buharlaşmasını engellemek için).

Yani biz topraktaki suyu arttırmak için üzerine bir şey ekmiyoruz, bilakis parçalıyoruz, derin sürüyoruz.

Fukuoka’nın yöntemini küçük ölçekte ya da su alan alanlarda yapabilirsiniz (dedikleri doğru). Yıllık yağışı 800 mm’den az olan ya da Akdeniz-Karasal iklimde bulunan bölgelerde yonca topraktaki suyu kullanır, toprağı sıkar ve daha hızlı kurumasına neden olur.

Akdeniz iklimi farklı bir manyaklık.

Doğal ağaçlar güçlüdür. Hastalık gelmez diyorlar? Doğru mu?

Yeanniii. Sağlıklı beslenirseniz hiç hastalanmayacağınızı mı düşünüyorsunuz? Hayat demek ölüm demektir, güç demek zayıf demektir. Bir kümese baktığınızda 10 tane tavuk 1 tane horoz görüyorsanız, bilin ki diğer 9 horoz ya çorba oldu ya da mevcut horoz tarafından parçalanarak öldürüldü. Bu da en iyi senaryo. Malum civcivlerin yarısı erkek yarısı dişi çıkıyor…

Yetiştirdiğimiz kültür çeşitlerinin çoğu (neredeyse tamamı) doğada tek başına hayatta kalamayacak zayıf canlılar. Köpeğinden tutun sebzesine, tavuğundan tutun meyve ağacına. Hepsi bizim sayemizde hayattalar.

Fukuoka da bunu fark etmiş. Tamam kararlı durumu kendi lehimize (insan) çekiyoruz ancak sebzeler bu durumda bile zorlanıyor, müdahale gerektiriyor. O yüzden kitabında yabanileştirmekten bahsediyor, ata çeşitler ve yabani çeşitlerin incelenmesi gerektiğini söylüyor. Meyve ağacı konusunu çözememiş ama. Müdahalesiz doğal tarımda turp, pirinç, buğday, acı yeşillikler gibi çeşitlerin kolay yetiştirilmesi hep bundan.  Meyve ağaçlarının en doğalları, genelde aşılanmamış olanları hayatta kalıyor ve ürün veriyor (bkz: gıda ormanı).

Peki yetiştiremeyecek miyiz? Gayet güzel yetiştirirsiniz. Toprağı onarırsanız bitkileriniz daha dirençli olacaktır. Hastalıklar rüzgâr gibi bahçeyi kasıp kavurmaz. Gene dikkat etmeniz, gözünüzü açmanız gerekiyor.

Müdahale gerekirse müdahaleli doğal tarıma buyurun efendim. Ekolojik tarım. GMC, Helen Atthowe (kendisi Fukuoka’nın öğrencisi zaten).

Doğal ürünler çok pahalı. Fukuoka bu konuda ne diyor?

Fukuoka diyor ki -kitabı tersten okuyanlardan olmayın- ben ilaç atmıyorum, gübre atmıyorum, sulamıyorum. Bir tek çıkıp topluyorum. Maliyetim yok ki pahalı olsun. Piyasa fiyatına satıyorum, daha çok kar ediyorum diyor.

Kitabı doğru okursanız Fukuoka’nın fiyat rekabeti ettiğini (kar rekabeti değil), pazardaki konvensiyonel ürünle aynı ya da yakın fiyata ürünlerini sattığını görürsünüz. Doğal ürünlerin fiyatı bizde olduğu gibi 5 -10 kat pahalı olamaz.

Atthowe organik sertifikalı ürünler ile doğal ürünlerin fiyatlarının başa baş olduğunu, daha fazla olmayacağını ifade ediyor. Eşiyle pazara çıktıklarında amaçlarının ürünü bitirmek olduğunu, pahalıya satalım az satalım olmadığını vurgulamak lazım. Geri taşımak istemiyorlarmış. Konvensiyonel ürünlerle rekabet etmiyormuş çünkü 1) hem zaten satılıyor 2) konvensiyonel ürünlere devletin yaptığı destek fiyatları kıyaslamayı güçleştiriyor.

Dedikleri doğru. 2023 sezonunda ürettiğim zeytin yağının kafamdaki satış fiyatı 200 liraydı. O yıl açıklanan resmi rakam budan daha bile fazlaydı. Ben 200 liraya tüm maliyetimi çıkarıyorum, vergisini vs ödüyorum, üzerine %40 kar ediyorum ve hala tavsiye edilen fiyatın altında çıkıyor. Masrafım yok çünkü!

Nedir bu tohum topu yöntemi? Niye ısrarla kil topu diyorsun (Kirpi’de)?

Tohum topu yöntemi Fukuoka’ya atfedilse de esasında antik mısırdan günümüze kalan yöntemlerden biri. Tohumu kil ile kaplıyorsun ve bu küçük topçukları etrafa serpeliyorsun. Kil tohumu havadan, sudan, zamansız çimlenmeden ve böcek, fare ve kuşlardan koruyor. Serperek %5 verim alırken, kil topuyla bu oranı %60-90 arasına çıkartıyorsun. Mükemmel.

Fukuoka’dan sonra bu yöntem geliştirilmeye devam edildi. Yahoo groups vardı bir ara, orada onlarca deneme paylaşıldı. Tohum karışımları denendi, içine çimento katıldı, gazete hamuru katıldı, mikoriza katıldı. Binlerce deneme… Bu arada gruba katıldım, kil topu üretme makinesi yaptım. Evde bir yerde motoru ve bağlantıları duruyor olacak. Varili başka işte kullandık.

Görüldü ki bu yöntem sebze ekmek için çok da uygun değil. Geniş alanların restorasyonu için, onarılması için tercih edilen bir yöntem. Geniş alanlara çiçek mi aşılamak istiyorsunuz? İdeal.

Meğerse mevzu tohum değilmiş. Bu alanları onaran şey tohum değilmiş. Kilmiş. Daha doğrusu kilin içindeki bakteri ve mantarlar. Tohumunu ektiğimiz bitkiler bu bakteri ve mantarla enerji sağlıyormuş. Kil toplarını bir de yararlı mantar ve bakteri aşılayarak deneyin ve sonuçları kendi gözünüzle görün (illa özel mikoriza sporu karıştırmanıza gerek yok, elekten geçirilmiş keçi gübresi, sağlıklı kompost gibi de olur.).

Bu sonuçları gördükten sonra tohumsuz “tohum topları” hazırladım ve uyguladım. Bitki gelişimi, doğanın onarılması ve diğer konularda aynı sonuçları aldım yalnız içinde turp tohumu olmadığı için bu alanlarda turp yetişmedi haliyle. Bir de tohumsuz tohum topu attığım alanlara sonradan turp tohumu serptiğim denemem var. İçinde turp tohumu olanla aynı sonuçları aldım. Turplar daha seyrek ekildiği için daha albenili oldu.

O yüzden kil topu diyorum. Mevzu tohum değil çünkü, mevzu kil.

.

Sadede gelecek olursak:

  • Fukuoka’nı kitaplarını bir tarif kitabı gibi okumayın. Hikayesini anlatıyor. Okuduklarınızı bahçeye uygulamak belgeselden tarif çekmek gibi bir şey.
  • Kitapları Türkçeye çok iyi tercüme edilmiş. Okuyun (gözünüzü seveyim lütfen okuyun :)
  • Japonya musondan etkileniyor. Musonla Akdeniz ya da karasal iklimi bir tutmazsınız. Fukuoka’nın bahsettiği iyileşme silsilesini burada yaşamak istiyorsanız su gerekir. Onun 5 sene dediği şeye susuz ortamda anca 25 senede varırsınız.
  • İyileşme silsilesi diye bahsettikleri tamamen doğru. Bizzat 2 kere yaşadım ve ikincisi halen Gelibolu’daki çiftlikte devam ediyor. Şu geri geldi, bu böcek bu sene çok diye paylaşıyorum.
  • Kurak iklimlerde toprakta su tutma uygulamaları ile muson yağışı alan bölgelerdeki uygulamalar farklı. Bizim iklimlerde toprağa yonca ekmeniz toprağın tuttuğu suyu arttırmaz, azaltır. Toprağa saman sermeniz -hele tam kararlı duruma gelmeden- çekirge istilasına neden olur.
  • Müdahalesizlik prensibi hep yanlış anlaşılıyor. Ne yapacağınızdan tam olarak emin değilseniz müdahale etmeyin. Müdahale daha sonra sizin daha çok dahil olmanıza neden olur. Kararlılık kavramı önemli – yukarıda açıkladım.
  • Müdahalesiz doğal tarımda -adı üsütnde müdahale olmadığı için- ilaç, gübre ve emek gerektiren çapa vb eylemler yoktur. Sağlıklı bir toprakla uğraşıyorsanız bu şekilde üretim yapabilirsiniz. Ancak muhtemelen yıllardır erozyona uğrayan, kimyasal dengesi bozulmuş, biyoloji namına boş bir toprakla uğraşıyorsunuz. Önce onarmanız gerekecek.
  • Fukuoka fiyat rekabeti yapar. Doğal tarımla ürettiğiniz ürünlerin satış fiyatı konvensiyonel üretilenlerle organik ürünler arasında bir yerde olmalı.
  • Müdahalesiz doğal tarım olgunlaştığında (7 ila 15 yıl) rekolte olarak konvensiyonel üretimle rekabet edecek hale geldiği iddiası doğrudur. Yani 500 kg/dönüm buğday alıyorsanız doğru uygulanan doğal tarımda da buna yakın bir ürün alabilirsiniz. Nasıl’ını çözmeniz gerekecek sadece :)
  • Kil topu (tohum topu) geniş alanların restorasyonunda, onarılmasında, toprağa yararlı mantar ve bakteri aşılamada ve ağaçlandırmada etkili bir yöntem.
  • Bizim gurular sağ olsun permakültüre dadananın eli kopuyor. Organiğe dadanan olursa organikçiler saldırıyor. Doğal tarım maalesef boşta. “Doğal”, “ekolojik”, “agroekolojik” ürünler alırken dikkatli olmalı. Toprağa kükürt atan biri Fukuoka’nın izinden gidiyor olamaz. Bordo bulamacı kullanmaz. Fanatik gibi yaptım oldu diyenlere denk gelebilirsiniz, sonuç görmeden aldanmayın (bu aralar bazı sinsi gruplar permakültür’e sızmaya çalışıyor – kafası sinsiliğe çalışanın eli işe gelmez)
  • Fukuoka felsefeci değildir- felsefeyle alakası yoktur. Kitaplarında hikayesini anlatıyor. Modern uygulamalara zıt bir iddiası varmış ve bu iddiada haklı olduğunu sahada göstermiş. Bunu başarmak zaten en zoru, o yüzden dede diyoruz kendisine. Lakin daha denemeden, sonuçlarını göremeden kitapların havasına kapılmayın. Başka iklimlerde, toprak koşullarında bu sonuçları tekrarlamada zorlandılar. Başarılı olan birkaç öğrencisi ve meraklısı var (biri Selanik civarlarında) ancak çokları başaramadı. Bu konudaki merak ve eğilim müdahaleli doğal tarıma (ekolojik tarıma) kaydı.
  • Günümüzdeki tarım uygulamalarında Fukuoka’nın yeri var. Kararlılık durumu, doğayı daha kararlı hale getirmek, doğada görev boşluğunun olmaması, Müdahalesizlik prensibi ve uygulamaları, yabani çeşitler gibi onlarca kavram ve prensip var. Ancak erozyona uğramış, kimyası bozulmuş alanlarla uğraşıyorsanız biraz toprağı onarmayı, mineral dengesini ve (gene) Müdahalesizlik prensibini çalışın derim.

27 Mayıs 2025 Salı

soru-cevap: çiftlik 2025

Instagram’dan gelen soruların çoğu muhtemelen karakter kısıtlamasından bir acayipti :) Buraya aktarıyorken biraz değişmiş olabilir. Affola. Yalnızca çiftlikle alakalı soruları cevapladım.

.

Gelibolu İstanbul’a uzak değil mi?

Dün yol 7 saatin üzerinde sürdü. Aklımda aynen bu soru vardı. Niye bu kadar uzaktayım diye. Yolda altgeçit inşaatı olmasa iki bilemediniz iki buçuk saatte çiftliğe varıyorum. Gelibolu İstanbul’a en yakın en uzak yer. Köprü geçmiyorum -evim Avrupa yakasında. Ayrıca Gelibolu’da çalıştığımız şantiyeler, iş yaptığımız şirketler/kişiler var. Zaten gidip geliyorum.

Benim kişisel nedenlerimi saymazsanız Gelibolu- Keşan- Şarköy üçgeni bence bu uğraşı için ideal. Çanakkale otoyolu Tem’e bağlanıyor (inşaası yakında başlayacak), otoyoldan çıkmadan ve köprü geçmeden gidebiliyorsunuz. İstanbul’a hem yakın hem uzak. Sanayi yok. İstense olamaz, yer yok çünkü. Tarihi yarımada komple sit alanı. Madenler yok (gene yer yok, olamaz). Denizi soğuk olduğu için tatilcilerin uğrak yeri değil (gene var tatilciler de Akyaka’da milyonluk villada oturan amcanın çektiğinin binde birini çekmiyoruz). İklimi geçiş bölgesi, ne yağışlı Marmara-Akdeniz iklimi. Ne kurak Akdeniz iklimi. İstisnalar hariç üç saatte evdeyim. Günibirlik İstanbul, Tekirdağ, Edirne, Balıkesir yapabiliyorum. Bursa da yapılıyoruş da daha tecrübe etmedim. Gibi.

Bostana naylon seriyorsunuz. Plastikle doğal tarım olur mu?

Bostana naylon sermek büyük hataydı (artık sermiyoruz). Bu hata için bir tek kendimi suçlayabilirim, ancak dahası olmaz. Çünkü bize yol gösteren, bu böyledir, şunu şöyle kurun diyen kimse yok. Bir bakıma öncüyüz, denemeden yanılmadan ilerleyemiyoruz. Naylonu Türkiye’deki sayılı organik çiftliklerden birinde -isim vermeyim- kullanıldığını gördüm. Çok da güzel sonuçlar alıyorlardı. Ancak topraktan mıdır, naylonun kalitesinden midir bilmem, bizim uygulamada naylon parçalandı. Etrafa dağıldı. Her ekim dikim döneminde en az 3 iş günümü yiyor o naylonları toplamak. Büyük hataydı.

Ancak plastiğin doğal tarımda yeri var. Bu konuda fikrim değişmedi. Tek yıllıkların yok, ancak çok yıllık plastiklerin (sera taban örtüsü ve silaj örtüsü) var. Açıklayayım.

Biz onarılmış, temiz topraklarla işe başlamıyoruz. Yıllarca ihmal edilmiş, mineral dengesi bozulmuş, erozyona maruz kalmış topraklarla uğraşıyoruz. Bu topraklar öncü bitkilerin yani en belalı yabani otların sirken, kaynaş, dikenler, pıtrak, tarla sarmaşığı, turp otu gibilerinin yaşam alanı. Toprak tohum bankası alabildiğine bu öncü bitki tohumuyla dolu. Yani toprak steril değil (tohumdan arındırılmış değil). Toprağı onarmaya başladığınız ilk yıllarda bu otlar gerçek potansiyellerini yaşamaya başlıyor. Turp otu 50 cm olur di mi? Yok yanlış biliyorsunuz – 5 metre! Devedikeni mi? 3,5 m boyunda 2 m çapında. Ağacı kesersiniz ama sirkeni kesemezsiniz. Ekolojik döngüde bu arkadaşların bu kalitede toprakta olmaması lazım, ancak biz toprağın kimyasını onardığımız ve halihazırda toprakta bu tohumlar olduğu için ortam çok fena şenleniyor. Instagram hesabımı takip edenler bu aralar ot paylaşımlarımı görüyordur.

Organik malçla bu otlarla mücadele edemezsiniz. Laf olsun diye söylemiyorum. Çiftlikteki uygulamayı küçük ölçekteki onlarca denemeden sonra başladım. Muhakkak düzenli aralıklarla örtmek lazım.

Beklentim onarmanın dördüncü senesinden itibaren bu ot baskısı azalmaya başlayacak. O zaman örtüleri kaldıracağız. O vakte kadar sanki yaranın üzerine bandaj koyduk. Öyle düşünün.

(Düzenli aralıklarla örtmek de şu nedenden. Toprağa konan mineralin organik maddeye dönüşmesi gerekiyor. Bir sezon örtüp diğer sezon kendi haline bırakıyoruz. Bir sezon müdahale bir sezon nadas)

Yaptığınız agroekoloji mi doğal tarım mı?

Agroekoloji ekoloji bilim dalının (doğa bilimi) alt kürsüsü (uygulamalı ekolojinin bir alt dalı). Bilim yani. Ekoloji bilimiyle uğraşmadan agroekoloji ifadesini kullanmak bence yanlış, aldatıcı oluyor zira (yani ziraat mühendisi olmanız da yeterli değil). Makaleleri incelerseniz agroekoloji kapsamına giren uygulamalarla ahalinin yaptıklarıyla alakası olmadığını görürsünüz (ya da tam tersi- vatandaşın agroekolojiyle alakası yok). Mesela makalelerden bir kısmı buğday tarlasına nektarlı, şekerli sıvı sıkmak gibi (ki avcı böcekler gelsin, buğday zararlılarını yesin) konuları inceliyordu.

Biz tarlada bilimsel çalışma yapmıyoruz. Kayıt tutsa da tuttuğum kayıtlar bilimsel değil, bilimsel olacak seviyeye yakın bile değil. O yüzden deney değil deneme diyorum paylaşımlarımda. Çiftlik müdahaleli doğal tarıma bir örnek (ekolojik tarım). Bu alanda öncü bir girişim. Öncü olduğundan sakın mükemmel bir uygulama beklemeyin. Denemeler yapıyoruz, sonuç aldıkça ilerliyoruz. Kar amacı güdüyoruz, STK değiliz, özel şirketiz (also known as: gerekirse acımadan kalp kırarız).

Bu mevzu nereden çıktı derseniz, durum şöyle: Birleşmiş milletlerin bilimsel çalışmayla pek bir alakası olmayan, gayet politik bir bildirisi var agroekolojiyle alakalı. Maddelerinin çoğunu mantıklı bulsam da yazım şekli ve BM’in bunu yayımlaması baştan sona faul. Usul hatası (usul esastan önce gelir). Mesela herkes doğal gıdaya erişmeli diye BM’den agroekoloji deklarasyonu yayımlarsanız, doğal gıda ürettiğini iddia eden herkes ben agroekoloji yapıyorum der. Şartlarını yazmadan bu iş böyle olmalı diyemezsiniz. Yanlışlığın başlıca nedeni bu. Kalbi olan herkesin “kardiyovasküler bizden sorulur” demesi gibi bir şey bu – hacı doktor olmanız gerekiyor önce. Aldatıcı girişimlerin önünü açıyor. Bildirideki adil üretim ifadesi suistimal edilmeye açık (ki maalesef ülkemizde art niyetli aykırı tiplerin bu ifadeyi çok sık kullandığını görüyoruz). Agroekolojiyle ilgili bildiri yayımlayacak kurumlar bu alanda çalışmalar yapan üniversiteler, dernekler ve ulusal/uluslararası bilimsel örgütlerdir (mesela British Ecological Soc.). Bu BM’in ve alt kuruluşlarının ilk halt edişi değil, kurumun son 30 yılı bunun gibi saçma sapan deklarasyonlarla dolu.

Agroekoloji tabirini kullanan çok değerli ve kıymetli arkadaşlarımız var. Kimiyle tanıştım, kimiyle daha tanışma fırsatım olmadı. Bu sözlerim onlara eleştiri değil, onlardan bağımsız kendi fikrimdir.

Doğal tarım nedir?

Canlıların birbirleriyle ve dünyayla olan ilişkisine ekoloji deniyor. Bizdeki adıyla doğa bilimi. Canlıların birbirleriyle olan ilişkisi sayesinde yapılan tarımsal üretime doğal üretim denir. Yani gübre mi gerekiyor, başka canlıdan alacak (koyun gübresi gibi). Ya da minerale mi ihtiyacı var, bitkinin köklerine mantar taşıyacak o minerali (bor ve kalsiyum gibi). Zararlı mı var, başka böcek yiyecek.

Doğal tarımda başlıca iki yaklaşım var. İlki Fukuoka’nın ekolü – müdahalesiz doğal tarım (doğa tarımı ya da do-nothing farming). Bu yöntemde üretime doğrudan müdahale etmiyoruz.  Üretim olması için gerekli asgari şartları sağlıyoruz (tarlaya tohum serpmek, tohum topu atmak gibi), gerisini doğa hallediyor. Zorunda kalmadıkça müdahale olmuyor.

Diğer doğal tarım yaklaşımında müdahale var. Üretimin daha öngörülebilir olması için doğrudan müdahale ediyoruz. Bu yaklaşıma ekolojik tarım da deniyor. Ekoloji kelimesi doğal anlamında değil ekoloji biliminden geldiği için. Bilimsel çalışmalardan öğrendiklerimize göre sahaya müdahale ediyoruz. Yaptığımız her işlemin bir makalesi bir çalışması var - olmalı.

Doğal tarımın zorlukları da şöyle:

  • Kavram karmaşası var. Doğal üretim ile ata yöntemler hep karıştırılıyor. Kimyasal ilaç veya gübre kullanmadan yapılan üretim doğal üretim değildir (daha da fazlası gerekiyor). Doğal tarım için asgari şartlar var – mesela üretim alanın en az üçte birinin doğal bölgelere ayırılmış olması (bu cümleyi yüzlerce kere daha tekrarlayacağım).
  • Sertifikasyonu henüz yok. Bu yüzden organik sertifikası alamayan/almayan herkes doğalcı oluyor.
  • Uygulamalı ekoloji daha yolun başında. Civanperçemi bahçenizde yararlı böcekleri çekiyor olabilir ancak tarla kenarına ektiğinizde tarladaki bütün yararlı böcekleri kendi üstüne çektiği için tarladaki zararı artıyor olabilirsiniz. Ne sıklıkla ekileceği, nerelere ekileceği, başka hangi bitkilerin olması gerektiği hep önemli konular. Alanın nasıl modelleneceği konusu daha tam oturmadı.
  • Uygulama bölgeden bölgeye, iklimden iklime değişiyor. Japonya’da yaz musonları var, Fukuoka okuyup buraya uygulamaya kalkıyorlar. Andrew Millison izleyen Hindistan’daki (adamların musonları var) uygulamaları buraya uyarlamaya çalışıyor. Bilgi kirliliği gani.
  • Toprak sağlıklı değilse doğal tarım mümkün değil. Onarmak için yaptığımız işlemler (kimyasal onarım, örtü vb.) göze pek doğal gelmiyor ve pahalı.
  • Yerel çeşitler konusu daha hiç çalışılmadı. Hangi yerel çeşitlerden faydalanabiliriz diye aklınıza bir soru gelirse bu konuda doktora yapan birini bulun derim. Kitapla yayınla olacak mevzu değil. Başka bir mevzu da geçenlerde bahçeye gri balıkçıl geldi mesela. Ulaştığım kayıtlarda Gelibolu'da gri balıkçıl gözükmüyor. Kayıtlarda olmadığı için ismini paylaşamıyorum, emin olamıyorum. Aynı problemi onlarca böcek, örümcek ve memelide yaşıyoruz.
  • Doğal tarımda amaç üretimi azaltmak değildir. Konvensiyonel üretimle rekabet edecek düzeyde üretimin devam etmesidir. Mesela geçen sene mısır ektim ve dönümden 950 kg danelik mısır hasat ettim. Konvensiyonel üretimin altında kaldığı doğrudur (1200-1400 kg arası) ancak tohum satın almadım, ilaç kullanmadım (ve diğer farklar). Bu farkları dikkate alırsanız hem fiyatta hem de karda konvensiyonel üretimle rekabet ettiğimi, hatta geçtiğimi sahada gösterdim. Fukuoka kitabında bunu yazıyor, Atthowe de, İspanyadaki enstitütü de, bu işle uğraşan herkes de- hem fiyat rekabeti hem de kar rekabeti. Ancak doğal ürün diye 2-3 kat fiyata tüketiciye iteleyenler çok. Kendi eksikliklerini size iteliyorlar.

Perlit ve vermikülit bahçe toprağında kullanılır mı? Zararı var mı? Doğada çözünür mü?

Perlit de vermikülit de bahçede gerekiyorsa kullanılır. Perlit daha çok drenajı arttırmada, vermikülit de su tutma kapasitesini arttırmada kullanılıyor. İkisi aynı şeymiş gibi bir algı var, değil. Kullanım alanları farklı.

Hobi amaçlı bir bahçeniz varsa ikisini de kullanabilirsiniz. Tecrübem saksı ve kasaları (yükseltilmiş sebze yataklarında) doldururken karışıma bunları baştan eklemek. Doldurduğunuz toprağın üçte biri vermikülit olabilir. Yere ekiyorsanız (hobi) vermikülit de perlit de o kadar etkili değil. Fazla masraf yapmadan önce diğer yöntemleri denemek olurdu (drenaj için tabana odun gömmek, suyun birikmesini engellemek gibi – su tutma kapasitesi için kompost, organik madde miktarını attırmak, malç gibi). Mineral takviyesi sağlar gibi bir ibare var, toprak analizlerinde karşılığı görmedim. Fide toprağı hazırlarken 3’de bir oranında toprak düzenleyici katıyorum. Onun üçte biri perlit üçte ikisi de vermikülit.

Geniş alanlara bu maddeleri uygulamak pek fayda sağlamıyor açıkçası. Tarla, bostan üretiminde pek bahsi geçememesi bundan. Geniş alanlarda tutma kapasitesini arttırmak için satılan ürünler ve organik karşılıkları (mısır nişastası türevleri, biyokömür, leonardit gibi) var zaten.

Vermikülit madenlerinde asbest olabiliyor. Ölümcüldür. Asbest içeren madenlerden vermikülit madenciliği yapılmasına uzun süredir izin verilmiyor. Örnek alıp test ettirmedim, ancak artık tehlike olduğunu sanmıyorum. İkisini de solumamalı, maske takmalı (çok ince malzeme).

Perlit için tarım perliti – iri boy – tercih ediyoruz genelde. Tartes tarımdan alıyorum. Vermiküliti serakülitten alıyorum, toprak karışımına medium boy, viyollerin üzerini örtmek için fine ya da süper fine boyutlarını kullanıyorum.

Bu kadar işi tek başınıza mı yapıyorsunuz? Gönüllü olabilir miyiz?

Çoğunlukla evet. Ağır işlerde yanıma gelen (silaj örtüsünü çekmek gibi) ya da beni lafa tutanım çok ama :) Maalesef daha kurulum aşamasında olduğumuz için (bir de malum ekonomiden) birilerini çalıştıracak bütçem yok. Olsa da yapılacak işler, alınacak malzemeler var. Mesela gübre tankının kurulması altı bin ila sekiz bin lira arasında tutuyor. Bu 3 ya da 4 günlük işçi yevmiyesine denk. Hesaba uymak zorundayım.

Bu hesaba uymak lafının kulağa ukalaca geldiğinin farkındayım. Ancak enflasyonun bu kadar çılgın olduğu bir dönemde hesaba göre hareket etmezsek okka altına gideriz. Çiftliği ilk kuruyorken traktör almalısın diye akıl veren çoktu. Almadım. Hesap alma diyordu çünkü (aşağıda açıklaması var). Ben bu sene borç almadan hasat yaptım ve ayçiçeğimi ektim. İkinci ekin döneminde çiftliği borçsuz döndürdüm yani. Küçük de olsa başarıdır bence.

Gönüllü ağırlayabileceğimiz ya da ziyaretçi kabul edebileceğimiz bir altyapı henüz yok. Tuvaletimiz bile yok daha. Hesaba göre hareket ediyoruz.

Traktör hesabı şöyle. Şu an en ucuz traktör üç yüz bin lira civarında. Bütün masraflarını ihmal edip şu hesabı yapacağız. Üç yüz bin sermayenin yıllık mevduat faizi %50, 150 bin lira (en dümdüz hesap, bileşik hesap yok). Tarlanın dönümü 1000-1500 liraya mal oluyor (sürmesi, ekmesi, ilacı vs). Bölerseniz en az 100 dönüm tarlanız olmalı ki traktör masrafını çıkarsın. Çiftlik bundan küçük, o yüzden traktör yok. Borç alıp yapıyorsanız bireysel ihtiyaç faizleri %60’ların üzerinde. Kabaca 140-150 dönümünüz olmalı. Hesap çok kaba, diğer giderleri ekleyip sayfalarca hesap yaparsanız yakın sonuçlar çıkıyor.

Bileşik faiz ve traktör arkası aparatları da eklerseniz çiftliğin 200-250 dönüm arasında olması gerekir.

Hesaba uymazsanız ne olur? Yan komşum gibi her taksitte dokuz doğurursunuz. Traktör fiyatları bu aralar sabit, artmıyor. Bir de üzerine para kaybedersiniz.

İlaç kullanıyor musunuz? Konvansiyonel tarım yapıyor musunuz?

Hem çiftlik tek parsel değil hem de parseller yan yana değil. Her parselde aynı uygulamayı yapmak zorunda değilim. Bu parsellerin birinde ilaçsız tarım yapmak mümkün değil. Ben ilaçlamazsam komşusu gelip ilaçlıyordu. Şöyle düşündüm. Toprak analizini iyi biliyorum, yapraktan gübrelemeyi de sulamayı da. Bütün alanı zaten doğal tarıma ayıramıyorum. Madem komşular zorla çağıyor teklife icabet etmek gerekir. O parsellerde konvansiyonel üretim yapayım. Konvensiyonelde ben de varım o halde, rekabet edelim.

Bu sene buğdayda hedef 650 kg/da (bölgede iyi tarlalar 500 kg alıyor). Ayçiçeğinde 300 kg’ı geçmek istiyorum (bölge 125-170 kg arasında). Bakalım. Rekoltelere yaklaşırsak tarla kiralayıp uygulayarak konvensiyonel üretimi arttıracağım. Kar arttıkça doğal üretim alanını büyüteceğim.

Doğal ya da organik tarım yapmak için ulaşmanız gereken bilgi konvensiyonel tarımın misli. Biliyoruz ancak sahada da bunun daha çok kazandırdığını, doğrusunun bu olduğunu göstermeliyiz. Şantiyelerden öğrendiğim tek bir şey varsa o da unvan ve bilginin yetmediği. Sahada da kazanmak gerekiyor. Rezil olursam haber ederim :)

Toprak kilden çatlaklarla dolu. Ne yapmalı?

Küçük bir alanla uğraşıyorsanız (100 m2den küçük) tavsiyem alçıdır. Alçı, jips, alçı taşı. Üçü de aynı şey, benzer formdalar. Kili çözer, 1 kg 6-7 m2 alana serpilir. Önce küçük bir alanda deneme yapın, sonuçları görün, ondan sonra daha büyük alanlarda uygulamasını yapın. Trakya’da kil magnezyumca zengin, kalsiyum – magnezyum dengesi magnezyum lehine bozuk. Alçıyla kalsiyum (ve kükürt) ekliyoruz, ancak diğer kalsiyum uygulamalarının aksine alçı pH’ı değiştirmez. Uygulamadan sonra en az bir ay bekleyin (15 günden az sakın beklemeyin), gübre uygulayacaksanız bu süre bittikten sonra uygulayın, iyice çapalayın ve ekin. Toprak analizi yaptırmıyorsanız uygulamayı tekrarlamayın. Yüzeyi hep örtülü tutun.

Yukarıdaki bilgi ezberden. 100 m2den daha büyük alanlarla uğraşıyorsanız mutlaka toprak analizi yaptırın. Analiz sonucu üzerinden yorum yapmak yerinde olacaktır.

Sulama sistemini nasıl kurdunuz?

Klasik tasarımı uyguluyoruz çiftliğe. Klasik uygulama şöyle (bir kağıda çizin): Arazinin en üst kotuna havuz ya da depo, orayı besleyen bir su kaynağı (kuyu, yağmur suyu, dereden aktarılan gibi). Araziye bu suyu dağıtan iki ana hat, biri basınçlı diğeri kendi cazibesiyle akması için. Ara bölgelerde suyu araziye yediren elementler (yağmur hendekleri ya da dipten sızdıran göletler) ve arazinin en al kotunda kaçan suyu yakalayan bir kuyu/gölet, havuz. En altta yakalanan (geri dönüştürülen) su arazinin en tepesindeki depoya ya da ara sızdırma göletlerine basılıyor. Arazinin en elverişsiz, en verimsiz yerlerine de yıllık ihtiyacı karşılayacak kadar büyük su deposu, göleti.

Bizdeki uygulamaya geçmeden önce bu tarz tasarımlarda hedefleri konuşmak gerek. Çiftliklerde su altyapısı pahalı bir uygulama olduğu ve önden tamamlanması gerektiği için, tasarımda aşağıdaki sırayı takip ediyoruz. Bütçeniz varsa en azından ilk üçünü (ya da dördünü) baştan kurun kurtulun, yoksa hedefleri tuttura tuttura ilerliyoruz:

  • Acil bir durum yaşandığında (kuraklık, boru hatlarında problem gibi) kalıcı sermaye kaybı yaşamamak için (hayvanların ölmemesi vb) gerekli asgari su miktarı (sezonu en az kayıpla kapamanız için gerekli miktar). Finansal kayıp var ancak kalıcı bir kayıp olmasın, ağaçlar ve hayvanlar ölmesin. Bizim için bu kabaca 150 ton.
  • Çiftliğin normal işleyişi için gerekli asgari su miktarı. Kayıp da olmasın, finansal kayıp da olmasın. Üretim devam etsin. Mesela Gelibolu yılın dört ayını yağışsız geçirir. Bu dört ay üretime devam etmek için gerekli en az miktar. Bizim için bu takribi 750 ton.
  • Çiftliğin sezonluk su ihtiyacı. Bizi için bu değer 1500- 2000 ton civarında. Diğer adıyla kısıtlı sulu tarım (ayçiçeğini 2 kere sularsanız rekolteniz %25-40 oranında artar, su var diye mısır ekmeye başlamıyoruz, önce ayçiçeğinden devam ediyor karımızı arttırıyoruz)
  • Çiftliğin yıllık su ihtiyacı. Bir yıl boyunca dışarıdan su almadan sulu tarımın tam kapasite devam etmesi. Kabaca 5000 tonluk bir depolamaya ihtiyacımız olacak. Bunun bir kısmı toprakta depolanacak (toprak organik madde miktarının artması gibi). Tam sulu tarım.
  • Çiftliğin 7 yıllık su ihtiyacı (tam bağımsızlık). Buna ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum (hem maliyetten hem de başka şekilde sağlanabilir). Olsaydı 20000 ton gibi bir miktarda suyu depolamamız gerekecekti (bunun yarısı toprakta).

Çiftlikte ilk aşamayı geçen yıl tamamladık. İkinci basamağı da bir aksilik olmazsa bu yıl tamamlayacağız. Her sulama ekipmanın su sarfiyatı zaten üzerinde yazar, boru çaplarını ona göre seçtik (damla sulama için basit hesap Instagram profilimde var). Basınçlı su hattımız 63’lük kangal boru, basınçsız hat 75’llik. Kangal boru sulama basıncına dayanır ancak bağlantı noktalarında sıkıntı olabilir. Bu yüzden bağlantı parçalarını yeşil ya da mavi seriden seçiyoruz (siyah değil), Pimtaş’ın sayfasına bakabilirsiniz.

Omurga sağlığını nasıl koruyorsun?

Kendimce kurallarım var onları takip ediyorum. Bir yandan spor yaptığım için tarladaki hareketime dikkat etmem gerekiyor.

  • Yorulursam dinleniyorum. Bu iş bitecek diye 4 saat aralıksız çalışmıyorum. 40-45 çalışıp 20-25 dk dinleniyorum. Dinlenmeden çalışınca sakatlandığımı fark ettim. Güneş kaçsa da öğle sıcağı gelse de dinlenmeden çalışmıyorum. Sık sık dinlendiğim için çalışmıyor sanıyorlar :) Keyif almazsam bırakıyorum. Güneşten kendimi koruyorum.
  • Tabir biraz garip gelebilir ama çalışırken kolumu, belimi değil de kıçımı (popomu- glute kası) kullanıyorum. Kıç ve karnı (glute ve core) kasmadan, iyice sıkmadan kazmıyorum, kürek sallamıyorum. Mesela eğilecekken eğilmiyorum, kıçımı geri itiyorum eğilmiş oluyorum. Kazmayı indirecekken kolumla güç vermiyorum, kıçımı geri çekiyorum ve karnımı kasıyorum. Kollarım boşta oluyor, yorulmuyorum (gerçi alışması biraz vakit aldı).
  • Aletler ne kadar basitse sizi sakatlaması o kadar rahat. Basit aletleri kullanmadan önce (kazma, kürek, çapa gibi) bu işin ehli olan birinden öğrenmek gerek. Bana kazma’yı öğreten Dozer İsmet (prof. ameledir kendisi, yaşıyorsa Allah uzun ömür versin) 17 farklı tutma şekli gösterdi. Yani kazma sallamanın 17 farklı şekli var. Bir tanesi hariç (diz üstü tünel kazısı hariç) hiçbirinde kolunuzdan kuvvet almıyorsunuz. Youtube’da doğru alet kullanımı diye aratabilirsiniz (İngilizce videolar var).
  • Fiziksel aktivitelerden sonra (ya da öğlen arasında) muhakkak protein alıyorum. Haşlanmış yumurta olur, protein tozu olur. Proteini önerilen dozun yarısı ya da üçte biri oranında alıyorum ancak muhakkak C vitamini ile takviye ediyorum. Limon varsa limon, yoksa suda eriyen C vitaminlerinden. Bol bol su içiyorum, deniz tuzu kullanıyorum. Alternatifi varsa et yerine baklagil ya da sakatat yiyorum (et yerine yürek gibi, hem daha ucuz hem daha sağlıklı).

Ve sonuncusu

  • Son iki senedir kettlebell çalışmaya başladım. Kuvvetim artmadı, kaslarım büyümedi ancak dayanıklığım akıl almaz ölçüde arttı. Haftada 3 gün Steve Cotter’ın 10 dk’lık eğitimini yapıyorum (Steve Cotter's Give me 10 kettlebell workout Part 1 ve Part 2). İnanılmaz fark etti. Şiddetle tavsiye ederim, düşük ağırlıkla başlayın, hareketleri doğru yapmaya özen gösterin. Yavaş olsun, tamamlanmasın ama doğru olsun. Kettlebell eğitiminde erkekler için min 12 kg ile başlayın diyor. Benim kettlebell onun yarısı kadar 7 kg. Bir iki aya farkı göreceksiniz (eğitim satıyorum gibi oldu hehe)

Çalınan alet bulundu mu?

Bulunmadı. Bulamadık. Geçen hafta da iki gün aradım. Aldığını düşündüğüm adamın çalıştığı, gittiği her yeri taradım. Herkesle konuştum ama bulamadım.

Bahçede adam boyundan uzun ot var. Komşular sanıyor ki ben doğal tarım yapıyorum diye otlar bu kadar uzun. Alakası bile yok, makine yok diye. Yenisini de alamıyorum şu an. Köyden birini tutup kestireyim dedim, traktörü olan sulama borularını söktü (nasıl bir başarıysa artık). Tırpan tutan çocuk zeytinleri biçti. Vazgeçtim. Otla karşılıklı oturuyoruz. Yapacak bir şey yok.

Doğal tarımda alanın üçte biri yaban bırakılır yani biçilmez. Ancak bu alan sabit değildir, her sene başka alanlar yaban bırakılır. Şu an çiftlikte olduğu gibi komple ot bırakmak gibi bir duruma hiçbir uygulamada denk gelmezsiniz. Benim beceriksizliğim ve şansızlığım.

Ürünlerinizden satın alabilir miyiz?

Şu aşamada maalesef. Önce kendi çevremin ihtiyacını sağlamaya çalışıyorum (ailem, yakın çevrem ve komşularım). Üretim fazlası oldukça duyuracağım.

Sürdürülebilir üretim için tabandan tepeye ilerlemek gerekiyor. Önce ev, sonra akrabalar ve dostlar, sonra köy, sonra kent sonra kargo. 

 

3 Nisan 2025 Perşembe

çalakalem: toz malçı

Permakültür eğitimi aldıysanız illaki Kızılderililerin kuru tarım yöntemlerini duymuşsunuzdur. Sulamadan mısır yetiştiriyorlar iddiası var mesela. Baştan diyeyim öyle bir şey yok, şehir efsanesi. Gerçi bu efsanenin çıkışmasına neden olan Hopi kabilesinin hikayesi var, ancak onların tekniği buralarda uygulayabileceğiniz bir yöntem değil (denedim, hem de kendi çeşitleriyle, yok – bizim iklime uymuyor). Bizdeki kuru tarımı anlamak için Cumhuriyetin ilk dönemindeki girişimleri ve onu takip eden yanlış uygulamaları anlamak gerekiyor. İnanılmaz bir çalışma yapılmış 1960-70’li yıllara kadar. Osmanlıdan kalan kayıtların elden geçirilmesi, envanterinin çıkarılmasından tutun, ülkedeki üretimin kayıt altına alınması, tek tek analizi… Biz nasıl daha fazla üretebiliriz, nasıl daha verimli üretebiliriz, neler yapmalıyız? Çok zorlamışlar, sahadan içeri girmemişler. İktidarlar değişse de projeler durmamış.

Bu projelerin çeşitler üzerine teknik ayağı var, toplumun uyum sağlaması için gerekli reform ayağı var, teknoloji gelişi mi var, var da var. Kuru tarımı araştırırken o kadar kapsamlı kaynaklara ulaştım ki şaştım kaldım. Benim kafamda “bu iş bu kadardır, daha araştırmaya gerek yok” dediğim nokta ön raporun 10. sayfasında bahsedilmiş oluyordu. Ön raporun daha 170 sf’sı var... Ayçiçeği- buğday döngüsüne bakalım mesela. Tek tek incelemişler, 5-7 yıllık planlar hazırlanmış. Öncesinde baklagil ekiliyor, toprak organik madde miktarından tutun, topraktaki minerallerin korunmasına kadar her şey incelenmiş. Rekolteyi yüksek tutmak için bizim bugünlerde örtü ekini diye sınıflandırdığımız iki uygulama var. Hepsi var döngüde.

Ayçiçeğini 5 yılda bir eken ya da arada bakla eken gördünüz mü hiç? Yok. Neden bu döngüler takip edilmedi, köylüyü eğitmekte vazgeçildi inanın hiç bilmiyorum. Ne desem spekülasyon olur. Yalnızca şunu bilin, şu an köydekilerin ekim dikim teknikleri öyle boş beleş işler değil. Oturulup çalışılmış tekniklerin kalıntıları. Geçimleri ona bağlı olduğu işin teknikleri sizden bizden, herkesten çok iyi biliyorlar. Hatta bizim Bolayır’da olduğu gibi bildiklerinin adından bile haberleri yokken bile çok iyi biliyorlar.

Bu tekniklerden biri toz malcı.

Kopar, toz haline getir!

.

Malç Nedir?

Malç konusunu bırakın buraya sığmaz, 5-6 mevzu yazısı çıkar. Ondan hızlı geçelim. Toprağın yüzeyini korumak, dış etkilerden izole etmek, otların büyümesini engellemek ya da nemi korumak için örtülen herhangi bir malzemeye malç deniyor. Bu kelime ingilizce mulch kelimesinden türetilme. Bir ara örtü/örtük diyorduk ancak bu kelimeler pek tutmadı. Malç kelimesinden devam ediyoruz.

Doğru kullanıldığında iş kolaylığı sağladığı iddiası doğrudur. Ancak malç’ın kendisi ilave iştir. Örnek organik malçtan gelsin, çoğu organik malcın etkili olması için en az 5 cm kalınlığında, tercihen 10 cm kalınlığında sermeniz gerekir. Alana vurduğunuzda kamyonlarca malzemeden bahsediyoruz, getirmesi, sermesi vs hep iş. Plastik malçlar da bedava gelmiyor.

Üç çeşit malç var, organik malç (samandır, komposttur, dal talaşıdır), plastik malçlar (silaj örtüsü, sera taban altı örtüsü, çilek naylonu gibi), bir de toz malcı. Üçünde de amaç toprağın yüzeyini kapamak ve suyun buharlaşmasını engellemek ya da azaltmak. Hızlıca artıları eksileri:

Organik malçlar (saman, kompost, kuru yaprak, dal talaşı, kaba talaş, kes bırak tekniği, kırpılmış çim, kahve telvesi gibi)

Artıları

  • Toprağın organik madde miktarını arttırır
  • Doğru kullanıldığında otları bastırır
  • Erozyonu engeller, tersine çevirir.
  • Isı izolasyonu sağlar, toprağı serin tutar
  • Bıçaklı çapaları vs üzerinden sürebileceğiniz bir yüzey elde edersiniz.

Eksileri

  • Çok miktarlarda gerekir, iş yükü
  • Kompost haricinde hepsi çekirge ve salyangoz sayısını arttırır
  • İlkbaharda toprak geç ısınır.
  • Yağmurun toprağa ulaşmasını büyük oranda engeller (engelleyemiyorsa yeteri kadar malzeme yaymamışsınızdır).
  • Yanlış uygulamalarda topraktaki azotu bağlar (talaş gibi)

Plastik malçlar (çilek naylonu, sera taban altı örtüsü, silaj)

Artıları

  • Kendisi ucuz değildir ancak yabani ot mücadelesinden tasarruf sağladığı için bütçeyi rahatlatır
  • Toprağı ısıtır, baharda daha erken ekilmeyi sağlar
Eksileri
  • Toprağı kirletir (çilek naylonu hele, mahfedir)
  • Kurulumu ve uygulaması bilgi ve özel ekipman ister. Elle, kürekle yapabilirsiniz tabii. Canınızın çıkmasını göze alıyorsanız.
  • Yağmur suyunu keser.
  • Tek yıllık (çilek naylonu) ya da iki-üç yıllıktır (sera taban altı örtüsü)
  • Çok yıllık yabani otlara karşı etkili değildir (kaynaş, ayrık gibi)
  • Kaynaş ve ayrık örtüyü sararsa topraktan sökmek için traktör ya da dana gibi güçlü olmanız gerekir

Toz Malçı nedir?

Peki dışarıdan malzeme getirmeden toprağın kendinden malç elde edebilir miyiz? Evet. Toprağın kendisini kullanarak yüzeyde buharlaşmayı engelleyen, otların çıkmasını engelleyen bir tabaka oluşturabilirsiniz.

Mantığını anlamak için bir tabak suya batırdığınız peçeteleri düşünün. Peçetede herhangi bir kesik yoksa su yavaşça tüm peçeteye yayılacak. Ancak aynı peçeteyi 5 yaşında bir çocuğun babasının gömleğini bulması gibi makasla kesin. Parça pinçik edin. O kadar ki kimi yerleri kopsun. Su tüm peçeteye yayılmaz bu sefer, kesik yerleri atlamayacağı için etrafından dolaşması gerekir. Kopuklara hiç su gitmez.

Toprakta da aynı durum var. Yağmur yağdığında zamanla toprağı ıslaya ıslaya toprağın derinliklerine doğru akmaya başlıyor. Ekim- kasım ayında toprağı kazarsanız yüzeyin ıslak ancak derinlerin kupkuru olduğunu görürsünüz.  Derinlerin de ıslanması ocak-şubat ayını buluyor. Yazın olay tersine dönüyor. Bu sefer yüzey kuruyor, ancak toprağın bir yeri ıslakken diğer tarafı kuru olmaz. Peçetedeki gibi. Bu sefer su yüzeye doğru hareket etmeye başlıyor. Eğer önüne bir engel çıkmazsa (hava gibi, peçetedeki kesiği düşünün) yüzeye kadar gelecek ve buharlaşacak. Tuz buharlaşamayacağı için tuzu kalıyor yüzeyde. Sonbaharda işlem gene tersine dönüyor.

Organik ve plastik malçlar toprak yüzeyiyle havanın temasını kestiği için buharlaşmayı kesiyor. Toz malcında da durum benzer. Toprağın en üst tabakasını öyle bir parçalıyoruz ki (peçeteye binlerce kesik atmak gibi düşünün) su bir türlü tozdan toza atlayamıyor. Güneş toprağı kavururken toz tabakası toprağı koruyor, buharlaşmayı kesiyor.

Nasıl yapıldığına geçmeden önce artıları ve eksileri:

Artıları:

  • İlave malzeme getirmek gerektirmez.
  • Geniş alanlarda mevcut ekipmanla uygulayabilirsiniz.
  • Maliyeti düşüktür
  • Güneşin toprağı ısıtmasına engel değildir. 
  • Yabani ot kontrolü sağlar.

Eksileri

  • Toz tabakası erozyona, bilhassa rüzgâr erozyonuna, açık hale getirir.  Toprağın en üst seviyesi organik madde açısından en zengin, bitkilere en faydalı tabakadır. Bu tabakayı kaybettiğiniz için toprağın organik madde miktarı azalır.
  • Topraktaki taşlar yüzeye çıkar.
  • Yağışlar sonrası uygulama tekrarı gerekebilir.

 Bir başka ifadeyle, ilave bir yatırım gerektirmeden geniş alanlarda toz malcı uygulaması yapmak mümkün. Bu sayede kuru tarımda rekolte artışı da sağlanmış. Hatta bu yöntem, aşağıda ayçiçeğindeki uygulamasını özetledim, üretici tarafından epeyce benimsenmiş. Ancak toprağı rüzgâr erozyonuna açık bırakması ve organik madde miktarını düşürmesi şu an içinde bulunduğumuz durumu gayet güzel açıklıyor.

.

Toz malçı uygulaması bölgeden bölgeye değişse de iki ana adımdan oluşuyor.

Koparmak: Nemli toprağın üst tabakası alt tabakalardan koparılır ve kurumaya bırakılır. Geniş alanlarda bu işlem araziyi sığ sürerek yapılıyor. Bostanlarda kaymak tabakasının katılaşmasını beklemeden en üst tabakayı çapalarsanız koparma işlemini gerçekleşmiş olur. Nemli toprağı ara sürmek, tel çapa ile geçmek bunlar hep koparma işlemi.

Toz haline getirmek: Koparılan tabaka iyice kuruduktan sonra parçalarsanız toz tabakasını elde edersiniz. Geniş alanlarda arazi tırmıkla sığ geçilerek yapılıyor bu işlem. Bostanlarda tel çapa ile iki haftada bir geçerek yapıyoruz. 

 .

Bundan sonrası uygulama. Siz denemelere başlamadan önce akademik çalışmaları da özetleyeyim. Toz malcın organik malç kadar toprakta suyu tutmuyor. Erozyona ve organik madde kaybına neden olduğu da kayıtlarda. Buna karşılık maliyeti yok denecek kadar az, mevcut ekipmanla kolaylıkla uygulanıyor. Organik malçlarda (bilhassa geniş tarım arazilerinde) başa çıkmak sıkıntılı (anıza akim yapan ekipmana ihtiyaç var). Örtü ekini de ilave bir ekin, ilave işçilik ve maliyet. Toz malçı bu başlıklarda öne çıkıyor. Baklagiller, mısır ve ayçiçeğinde toz malçı daha etkili, diğer bütün sebze ve tahıllarda toz malcı tavsiye edilmiyor. Üzüm, zeytin gibi bitkilerin yetiştirilciliğinde toz malçı tercih edilen bir yöntemmiş ancak kıyaslama yapan bir çalışmaya denk gelmedim.

.

Toprağın yüzeyi kupkuru, yürürken ayakkabının içine taş toprak giriyordu
Toprağın yüzeyi kupkuru, yürürken ayakkabının içine taş toprak giriyordu (koparma işleminden sonra)

Koparmanın altında kalan tabaka, nemli ve tavında. Bu tabakaya müdahele edilmeyecek, üst tabaka tırmıkla iyice parçalanacak

Alltaki tabaka oldukça nemli, üstü kuru bir tabakayla kaplı olduğu için kurumuyor
 

.

Arazide – geniş alanlarda- Toz Malcı uygulaması nasıl yapılır?

Çiftliğin bulunduğu Gelibolu’da uygulaması, ayçiçeğinde, şu şekilde yapılıyor. İlk adım hariç toz malcının özeti:

  1. Arazi kışa girmeden derin sürülür- topra
    k koparılır. Bu işlemin amacı suyun toprağın olabildiğince derinine işlemesini sağlamak ve yüzeyde biriken tuzu toprağa karıştırmak.
  2. İlkbaharda, mart ayında toprak ikinci kez sürülür ancak çok derine işlemeden. Genelde 10-15 cm derinden çekiyorlar pulluğu. Hatta kimi durumlarda daha bile sığ, 5 cm. Burada amaç hem araziyi düzlemek hem de tohum ekilecek toprak ile toz tabakasını oluşturacak tabakayı birbirinden ayırmak, koparmak. Buna ikinci sürmek deniyor.
  3. Mart sonu, Nisan başında toprağı incelerseniz yüzeydeki keseklerin kupkuru olduğunu, alttaki toprağın ise nemli hatta biraz tacından fazla ıslak kaldığını görebilirsiniz. Ekilmeye yakın arazinin üzerinden tırmık çekilir (biraz çılgın kullanıyorlar traktörü, gaz sonda :), yüzeydeki kesekler parçalanır ve toz haline getirilir.
  4. Ayçiçeği ekimi malcın altına yapılır.

Bostanda Toz Malçı uygulaması nasıl yapılır?

Fideleri ektikten bir hafta sonra kayak tabakasının oluşmasını beklemeden tavındayken tel çapayla geçilir. Uygulama 2 haftada bir tekrarlanır. Çok derine girmenize gerek yok, ilk 2-3 cm’yi koparmanız yeterli. Yağmur sonrasında kaymak tabakasının oluşmasına izin verilmez, yağışı takiben tel çapa ile geçilir.

Zeytinlikte nasıl yapılır?

Bilmiyorum ancak gördüm. Selçuk’ta yapan vardı ancak konuşma şansım olmadı. Taşlı alanda tırmık çekiyordu. Toprak taşlı toz tabakanın hemen altında nemli kalıyor, güneyin o sıcağında suyu tutuyordu.

Peki bu tekniği nasıl ilerletebiliriz?

Bostanlarda toz malcı uygulamasını seri hale getirecek aletler ve düzenekler var. Malum tel çapa ile bir iki dönüm alanı geçmek çooook uzun zaman alıyor. Bu aletler Kirpinin alet listesinde, hatta 3 sırada. Ancak ülkenin dramı bitmediğinden başımı uzatıp üretmeye çekiniyorum açıkçası (kabaca bi 200 bin liralık finansman gerekiyor). Şimdilik prototipi çiftlikte benimle. Açıkçası plastik malçlarla yarışacak bir teknoloji değil, bir türlü o randımanı yakalayamadım. Lakin plastik olmadan doğal/organik üretim diyorsanız başka alternatifiniz yok.

Geniş alanlarda, arazide, toz malcı uygulamasını etkili kılan traktör arkası aparatlar var. Fideler 20-30 cm boya eriştikten sonra ara çapa yapılıyor bu aparatlarla. Bizde yok. Merak eden de yok. Toprak organik madde miktarı bu kadar düşük seviyedeyken ve mazot pahalıyken kimsenin kullanacağını sanmıyorum.

Türkiye genelinde toz malcı uygulaması üreticiler tarafından sıklıkla başvurulan bir yöntem. Ancak farkında değiller. Tarlayı sürdük diyorlar “baharda ikinci kez sürersen iyi olur” diyorlar (koparma işlemi). Belki tüm ülkeyi dolaşıp uygulamaları, tarihlerini ve aradaki farkları kayıt altına almak en doğrusu? 

 

Hamiş: Okullar açılıp kapanmasa mı :) Her açılışta ve kapanışta komple hastayız. Komple derken komple ofis, komple beden. Toparlarsam sahalara döneceğim.

26 Mart 2025 Çarşamba

mevzu: bir garip insan türü - üreticiler

Bu yazı ziraat sektörünü anlamak isteyenler içindir :) Önce hikaye

.

Üniversite dönemi, maket hazırlıyorum. Çizimleri kâğıda bastım, tek tek kesip kalıbı oluşturacağım. Benek -köpeğim- dibimde. Her hareketimi hür dikkat izliyor. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyor.

Saatlerce kâğıt kestim, saatlerce izledi. Gece uzun, sıçtım mavisini görünceye kadar zamanım var. Lakin bu kuyruklu anlamıyor ne yaptığımı. Dibimde, dibimin dibinde hemide. İnsan maket yaptığını nasıl anlatır ki köpeğe? Makası gösterdim, kâğıdı… Ne yaptıysam anlamıyor.

Dört beş saat sonra dank etti – köpekler gözleriyle anlamaz ki! Koku dünyasında yaşarlar!

Kâğıdı verdim, kokladı. Makası uzattım, onu da kokladı. Sonra makasla kâğıdı kesip ona uzattım. Koklayınca o bomboş gözlerine anlam geldi. Meğerse kâğıt kesiyormuş bu cocuk. Hehe. Tamam dedi, anladı sonunda. Döndü arkasını köşesine uyumaya gitti.

Gecenin geri kalanı bu ihtiyarın horlamaları ve pırtlamarıyla geçti.

.

Nasıl köpekler koku dünyasında yaşarken biz gördüklerime inanıyorsak- kokunun bizde karşılığı yoksa, farklı sektörlerde çalışan insanların farklı farklı dünyalarda yaşıyor. Yaşıyoruz da farkında değiliz farklı türler olduğumuzun.

Mesela inşaatçılar ve madenciler için esas usulden önce gelir. Bodoslama söylerler söyleyeceklerini. Küfür gerektiği yerde kullanılır. Hatta kullanılmalıdır. Sözler az, öz ve direkt olmalıdır.

Gastronomi tayfası -aşçı grubu- bunun tam tersi gibi. Sunum konusu var. Sunum gerçeğin bile ötesindedir. İnanırlar sunuma, sunum her şeydir. Bayılırlar restoranlara gelip sunum yapan tiplere. Sıkıntı şurada, şunu çözmemiz gerekiyor dersin, esasa parmak basarsın, sunumu iyi yapmadığın için unutulursun.

Konumuz tarım. Tarımla uğraşanları anlamak için aşağıdaki noktalara “hassasiyetlere” dikkat etmeniz gerekiyor. Bunları göz ardı ederseniz üreticiler -lütfen kusura bakmayın- sizi kale almaz. Söyledikleriniz bir kulaklarından girer diğerinden çıkar. O halde başlayalım

.

Tarımsal üretim ile tarımsal ticaret başlı başına farklı iki sektör, hangisiyle derdiniz olduğunu iyi bilmeli

Bizim bakış açımızdan buğday buğdaydır, pazı da pazı. Öyle değil işte. Tarım sektörü esasında iki gruba ayrılıyor. Biri tarımsal üretim (buğdayı nasıl üretiriz, daha iyi verim alırız– çimento üretimi gibi düşünün bunu) bir de tarımsal ticaret (bu buğday ekmek için kullanılacak mibzerin satış pazarlamasından tutun da hasat sonrası buğdayın depolanması, “gıda” sınıfına girmesi, makarna olması, pazarlanması- upuzun bir liste var..). Sıralama çook kabaca şöyle Sanayi ağırlıklı tarımsal ticaret >> Tarımsal üretim >> Gıda ağırlıklı Tarımsal ticaret >> Gıda ve Hizmet

Kirpi’den örnek verelim. Kirpi belli bir sektörde takılı kalmak yerine daha akışkan bir şekilde üretimdeki problemleri çözmeye çalışıyor. O yüzden şu sırayla başladık:

  1. Sanayi ağırlıklı tarımsal ticaret: Aletler ve tohumlar
  2. Tarımsal üretim: Doğal üretimde zeytin, domates, salçalık biber, özel çeşitler ve buğday. Konvansiyonel üretimde buğday ve ayçiçeği.
  3. Gıda ağırlıklı tarımsal ticaret: Şimdilik yok. Daha bu aşamayı kuruyoruz.
  4. Gıda ve hizmet: O hiç yok, restorandır işletmedir.

Kendinizi bir aşçı başı (şef) olarak düşünün, tam istediğiniz gibi bir üretici ile tanıştınız. O üretecek, siz de pişirip sunacaksınız… Bu cümle ağır faul, kırmızı kartlık. Üçüncü adımdaki koskoca bir sektörü -tarımsal ticareti- göz ardı ettiniz ve o sektörün görevini muhtemelen üreticinin üzerine yıktınız.

Taşları yerine oturtmak için çiftlik giderlerini inceleyelim. Traktörü, gübresi, işçiliği, kaba paketlemesi vs derseniz nereden baksanız 3 milyon gibi bir tutarla karşılaşıyorsunuz (80bin-150 bin dolar arası). Ürünler hasattan sonra size istediğiniz kalitede ulaşması için gerekli olanları yazalım: paketleme alanı, soğuk hava deposu, nakliye aracı (klimalı tercihen), dağıtım ve sipariş takibi ile ilgili personel. Bunlara ilaveten bir de satış pazarlama grubu var. Hakkıyla bu adımı yapmak isterseniz nereden baksanız gene bir 50bin-100bin dolar daha yatırım, çalışan sayısını 2-3 kat arttırmak gerekli. Yani operasyon nereden baksanız 2 katına çıktı. Pahalı derseniz diyebilirsiniz. Ancak ne derseniz deyin hesabın sonunda toplam gerekli yatırım 2 katına, çalışan sayısı 2-3 katına çıktı. (Ya da arada birileri arada fena hırpalanıyor.)

Bu yüzden bir üreticiyle iletişime geçip ürün almak isterseniz, ondan tüm operasyonunu 2 katına kadar çıkarmasını istediğinizi göz ardı etmeyin. Mümkünse ortada buluşmaya çalışın. Belki boşta duran bir elemanınız vardır, belki açık alanda çalışmak isteyenler vardır. Belirsizlikleri asgaride tutun (alım garantisi ya da destekler). Ondan güzel sunumlar, güzellemeler beklemeyin. Başka bir ifadeyle efsane sunumlar yapan birine denk gelirseniz şüphelenin, üretimini kontrol edin. Başkalarının ürünlerini size kendi ürünüymüş gibi iteliyor olabilir, kendini abartıyor olabilir, gider de gider…

Tarım kumardır. Her el 6 ay sürüyor.

Domatesi, sulu tarımı, kuru tarımı, örtü altı hepsi kumar da en büyük kumar kuru tarım. Örnek ondan gelsin.

Ayçiçeği ektik bu seneki konvansiyonel parsellere. Durumu açıklayayım, bir de bizim gözümüzden bakın. Dönümden gidelim. Kasım ayında gübre aldık, dönüme 1000-1200 lira arasında. Geçen tohum aldık, dönüme 800 lira. Kasım ayındaki ilk sürümden hazirandaki son müdahaleye kadar tarlaya en az 6 kez girilecek. Her giriş en az 300-500 lira arası tutuyor. İlacı vs de ayrı hesap. Ancak bu arada paranın değer kaybetmesi de var. Kasımda başladık tee takip eden sene eylülde hasat olacak. Sırf şu anki ekonomide faizi %40-50 arası tutuyor. Yani gübre 1000 lira değil 1300-1500 lira tuttu. Tohum, 800 lira değil 1100-1200 lira tuttu.

Ayçiçeği ve buğdayın bu seneki alım fiyatı açıklandı mı? Yoo, hasatta açıklanıyor genelde. Biz üretiyoruz ama kaça alacakları bilmiyorum. Kimse bilmiyor.

Yağmur yağmazsa? Çıkartabilecek miyiz bu yatırımı? Rekolte az olursa, dolu yağarsa? Ne yapacağız.

Sulu tarım da kumar. Sadece daha sık oynuyorsun. Ancak durum pek farklı değil. Üç senedir konvansiyonel domatesin dip fiyatı 10 lira (geçen sene de 10 lirayı görünce yuh dedim). Buğdayın fiyatı 3 senede enflasyon kadar artmış olsaydı 18 lira olması gerekiyordu (hata varsa düzeltin), en son 9 liradan verdik. Üç sene evvel 7 liraydı.

Karşınızda kaça satacağını bilmeden birikimini durmadan toprağa yatıran biri var. Risk alıyor, kumar oynuyor. Talepte bulunurken aldığı riskleri anlamaya çalışın.

En uç durumda daha ekim zamanı araya girip fiyat pazarlığı edebilirsiniz.  İlk maliyetler satış fiyatının 10’da birinden az, bu bilgiyle kaporasını bile yatırabilirsiniz, yanarsa da yansın, 10’da birinden az demiş miydim? Riski üreticinin üzerinden almaya çalışın.

Tarımsal üretim zaman alır.

Geçen yaz herhalde dev bir domates üreticisi gümledi. Herhalde diyorum çünkü temmuzun sonunda benden domates talep eden onlarca telefon aldım. Bir günde 200 kg çıkarınca sevinçle yatağa giderden öğlen olmadan 4 tona ulaşınca ne diyeceğimi şaşırdım. Geçen yaz Kirpi’den 14-15 ton domates talep edildi. Talep edildi edilmesine de domates yok ki. Bilseydim mart ayında ekerdim, yer de vardı, eleman da vardı, her şey vardı. Haberim yoktu ama.

Şimdi bu sene böyle bir talep gene gelir diye domatese boğsam tarlayı, işler büyüyecek diye ilave 20 tonluk domates eksem – sonra satamazsam ne olur halim? Fena gümleriz.

Belirsizliği ortadan kaldırmanız gerekiyor. Doğrudan üreticiyle muhatapsanız ondan sizin mutfağınıza gereken miktarı bilmesini bekleyemezsiniz. Haftalık tükettiğiniz miktarları bir kenara mutlaka yazın. Mesela bugünler salçalıkların tohumlarının ekim tarihleri. Arayın ve deyin ki temmuz sonunda senden 400 kg domates alacağız, fiyatı ne? Şaşıracaktır ve bir o kadar mutlu olacaktır. Bu aylarda fiyatta pazarlık edebilirsiniz. Liste vermesini beklemeyin, proaktif olun.

Ödeme yapmadan da olur. Planlamana beni kat, şu kadar alacağım sözü çoğu için yeterli. Siz limon otu derseniz o otun yetişip size gelmesi nerden baksanız 5 ay.

Tarımsal üretimin günü, en kötü haftası var

Ayçiçeği ekiminin tarihleri var. Mesela Gelibolu için martın son haftası ila nisanın ilk haftası. Hadi belki nisanın ikinci haftası. O kadar. Bu tarihler arasında ayçiçeğini tarlaya ektiniz, ektiniz. Ekmezseniz geçmişler ola. Tee seneye kadar ekemezsiniz. Erken ekerseniz – toprak soğuk- tohumlar düzensiz çimlenir, çoğu ölür. Geç ekerseniz toprak kurur, rekolte diye bir şey kalmaz. %30-60 kayıp yaşarsınız. Bunun yaratacağı baskıyı hayal etmeye çalışın. Nisan ayı geldiğinde her işiniz pürüzsüz gitmeli, gübreleri satın almış olmalısınız. Adam gerekiyorsa hazırda beklemeli. Traktörün gıkı çıkmamalı, işi hiç aksatmamalı.

Zeytinde de durum böyle, kirazda da sebzede de… Hepsinde. Sulu susuz fark etmiyor. Mesela sulu yetiştirilen domates, erken ekerseniz rezil olur. Geç kaldığınız her hafta fiyatı %20 düşer. Üç hafta geç kalmanız satacağınız üründen bir gram kar etmeyeceğiniz anlamına gelir. Üreticinin işi gerçekten zor.

Bu yazıyı okuyup da “tarımsal üreticiler neden pazarlamaya, ticarete yoğunlaşmıyor” diye bir soru geldiyse, başlıca nedeni bu. Üretim dikkatinizin tamamını istiyor. Belli dönemlerde hata affetmiyor.

Geçen senelerin birinde bu dramı en acısından yaşadım. Tam ekim dikim döneminde hastam vardı. Şansıma işte bu kritik 2-3 haftaya denk geldi. Bütün yıl banka hesabım doluydu, kullanmadım. O dönemde hastaneye ödeme yapmamız gerekti. O üç hafta çiftliği finanse edemedim, alternatif de bulamadım koşturmacadan. Koca sezonu başlamadan kapattık.

Çalıştığınız üreticilerin bu dönemlerini iyi bilmeli. Antin kuntin talepler o dönemlere denk geldiğinde göz ardı edileceği bilinmeli. Şayet etmiyorsa o üreticiden şüphelenirim ben. Muhtemelen işini hakkıyla yapmıyordur. Bu dönemlerde üreticilere destek atabilirseniz şahane olur. Finansal anlamda olmak zorunda değil. Mesela size ürün getirecek ya da boş kutuları alacak ancak bir türlü gelemiyor. Siz getirtin ya da en azından kutular burada kaldı diye yaygara çıkarmayın.

Pazar bahçeciliğinde pazara ya da dağıtıma çıkılacak günler en kritik dönem oluyor. Aradığınızda ulaşamazsanız şaşırmayın.

Krizlerin her sektörü vurma zamanı farklı

Durmadan ekonomik kriz/buhran/ durgunluk – artık ne derseniz deyin- yaşadığımız için krizi de anlamak gerek. Bir ülke ekonomik bir aksaklığa girdiğinde tüm sektörler aynı anda gümlemiyor. Altyapı ve devletin büyük yatırımlarını yapan şirketler ilk patlıyor (benim gibi köprü üzerine çalışan mühendisler daha kriz başlamadan altı ay önce işten çıkarılırız). Sonrasında yap sat vb konut sektöründe olanlar patlar. Onların patlaması krizin “resmi” başlama tarihidir. Emlak da bu arada gümler (genelde 2-4 ay sonra). Sanayi ve ziraatı devlet çok yakından kolaçan eder. Genelde sanayiyi yavaş yavaş bırakırken tarımı krizin ilk dönemlerinde bol bol destekler. Çünkü ikisi aynı anda patlarsa ülke gümlüyor. Yani krizin başında tarımdaysanız efsane sezonlar yaşarsınız, destekler, açıklanan yüksek fiyatlar vs. Hizmet sektörü krizin gidişatına göre ya desteklenir ya da kendi haline bırakılır.

Krizin son döneminde ziraat da krize girmeye başlar. İlk sene güzel karlar edilirken, artmayan ürün fiyatları neticesinde karlar düşer. Çiftçi tarlaları ekmemeye ya da daha garanti ürünleri ekmeye başlar (mesela bizim köyde “daha riskli” görülen ayçiçeği ekimi azaldı).

Yapsat ve emlak gurubu krizden çıkınca kriz “resmen” biter ya da bitti havasına sokulur ülke. Tarım daha yeni girmişti ama :) Tarımın kendini toplaması krizin bitmesinden 2-3 yıl sonra başlıyor. Destekler 2-3 yıl sonra gelir tekrar.

Şimdiii, 2018’den beri acayip bir durumdayız ülke olarak. Nasıl adlandırırsanız adlandırın. Tarımla uğraşanlar 2020-21-22 yıllarında efsane denilecek karlar yaşadılar benim bildiğim kadarıyla. (2020 öncesinde ben bu sektörü yakından izlemiyordum, o yüzden bilmiyorum. O devirlerde de çılgın traktör ve biçerdöver destekleri olduğu konuşuluyor gerçi). 2023 yılının sonunda tarımda krize dahil oldu bence. 2024 yılında tarla üretim fiyatları iyice baskılanmıştı (sizin marketten aldığınız fiyatlar değil, tarla fiyatları). Bu yıl da muhtemelen aynısı olacak.

Sizin sektörün patlamış olması diğer sektörlerin de krizi aynı şekilde yaşadığı anlamına gelmiyor. Tarımsal üretimde bulunanlarla konuşurken bu duruma özen göstermek gerekiyor. Lehinize de çevirebilirsiniz durumu, destek de olabilirsiniz. Size kalmış.

Tarımda küçük başlayan küçük kalıyor, büyümüyor

İnşaat sektöründeyseniz, farz-ı misal müteahhit iseniz, önce küçük karlı işlerden başlarsınız. Tamir tadilat mesela, toplam tutarın en az yarısı sizde kalır.  Çok yorucudur, insanı tüketir ancak kar oranı büyük. Büyük işlere geçtikçe hırpalanmanız azalır ancak kar oranınız da azalır. Büyük köprü işlerinde bu oran %10’a kadar iner. Zamanla sıyrıla sıyrıla büyürsünüz. Oran düşer ancak kar artar, saygınlık artar.

Tarımsal üretim öyle değil. Bir kere zaten yılda bir bilemediniz iki ekim yapılıyor (çok nadir üç kez). Tarladan kardıracağınız ürün üç aşağı beş yukarı belli. Ağzınızla kuş tutsanız da bölgeniz 300 kg buğday alırken 900 kilo alamazsınız. Toprak aynı topraktır, su yoksa size de yoktur komşunuza da yoktur. Daha çok kazanmak için daha geniş alanları ekmeniz gerekir. Komşunuz sizi hayrına zengin etmeyeceğine göre, gökten toprak inmeyeceğine göre de takılı kalırsınız. 200 dönüm sınırı diye bir şey var mesela bizim bölgede. Kiralık (icar) ya da ikili birli (ortaklaşa, eken iki, araziyi veren bir alır) sistemde bile herkes 200 dönümde takılı kalıyor. Daha büyük traktör gerekiyor, daha çok ekipman gerekiyor, finansman ve adam sıkıntısından büyüyemiyorlar. Devletin ekipman finansmanında destek atması hep bundan.

Üreticilerin çeşitlerini, kullandığı gübreyi ya da ilacı sır gibi saklamasının veya köylünün sır verip ser vermemesinin nedeni bu. Sizi sevmedikleri için değil, birbirleriyle rekabet ettiği için. Komşusunun başarısız olması yani havlu atması köydekine alan açar. Sizi ne kadar sevseler de sizin başarısızlığınız onların başarısı. Gerçi o da bir yere kadar.

Köydeyseniz, köydekilerin bu halini tavrını anlamak gerek. Sizin başarınızın onların da başarısı olduğunu eylemle göstermeniz gerekiyor. Tabii ki ortamın raconuna uygun olarak, gidin köylüye tohumlarınızı dağıtın demiyorum. Danışmanlık da yapmayın. Ben mesela satıştan fazla artan sebzeleri bana iyi davrananlara karşılıksız dağıtıyorum – geçen sene 50 büyük kasa dağıtmışım. Bir sıkıntısı varsa, bunu dile getiriyorsa -benimle o samimiyeti kurduysa- sorununu çözüyorum. Reçete vermiyorum (racona aykırı), sadece çözüyorum. Gibi.

Tarımsal üretim oyun teorisinde zero sum oyunu diye geçer (sıfır toplamlı oyun). Anahtar kelimeniz bu. Bu sektörde mücadele eden biriyle çalışıyorken bu oyunun kurallarını, sınır ve çözümlerini bilmeniz faydalı olacaktır. Gastronomi dünyasına ödev olsun bu zero-sum thinking nedir, ne işe yarar? :)

 

 

16 Şubat 2025 Pazar

mevzu: tavuk yemi üzerine

Geçen tavukların yemi bitti. Yemi kendim kardığım için iş başa düştü, fes de başıma. Malzemeler stoklu, sıkıntı yok. Buğdayı, mısırı, mercimeği, keteni ve diğer hepsi var. Derken…

……

……………

………………….Ulaaaa! Neydi oranlar??

Öyle kala kaldım. Buğdaya ne kadar yonca katıyordum, mercimeğin oranı neydi? Katil -küçük enişteyi öldüren horoz- bana bakıyor, ben ona. Unuttum, iyi mi…

Eve geldim notları karıştırmaya. Daha geçenlerde masamın üstünde olan notlar ortada yok. Rafa kaldırdım herhalde. Notları geçen sene hazırlamıştım, 2023’de. 2024 miyiz, 25’de miyiz? N’oluyor bana yahu.

Haliyle hayatımda ilk kez bir şey unutmuyorum. Bu konuyu unuttuğuma şaşırdım ama. Yıllardır çalıştığım konu. Bir anda puf! Sıfır. Bomboş.

İyi ki notlar var. Yazmışım, karalamışım kenara. O halde gelsin mevzu yazısı.

.

Önce işin hikayesi. Tavuk alalım dedim. Yumurtası filan olur, ortama neşe katar, çocuklar sever. Yumurtası olur, her gün taze taze yumurta alırız sabahları. İnternete baktım, Ataks’lar 250-270 yumurta veriyor, Lohman’lar 300-320. Kümesi inşa ettim, tavukları buldum getirdim. Koyduk kümese, önlerine en kalitelisinden yem. Her gün taze su. Dramı bitmedi bir türlü. Birkaç sezon sonra bu tavuklardan hayır gelmeyeceğini anlayınca kendi cinsimi geliştirmeye karar verdim: Kirpi’nin permakültür tavuğu. Hani şu renkli yumurtalar veren, sağlam dayanıklı çeşit.

Bir yandan da yem konusunu çalıştım. Farklı yem karışımlarını denedim, farklı farklı formüller uyguladım. Yumurtanın tadını, sarısının rengini neler değiştiriyor, oranları ne olmalı. Hepsi. İki formül çıktı ortaya. Biri “tam bütün yem”, diğeri “gündelik yem”. Tam bütün yem ticari sır, bir tek benim değil bu işi yapanların -kişiden kişiye farklılık olsa da- sırrı. Diğeri bu yazıda.

Sonuçları paylaşmadan önce uyarı gelsin. Siz de bu deneleri yapacaksanız tavukları en az 6 ay yem karışımını değiştirmeden beslemeniz gerektiğini unutmayın. Yemi değiştirip 1 ay sonra “bak buğday iyi geldi” ya da “bu mısır yumurtanın rengini değiştirmiyormuş” demeyin. Tavuğun yeme alışması zaten alıyor 1-1,5 ay. Değerlerinin değişmesi de 4 aydan sonra ortaya çıkıyor. Mesela yalnız buğdayla beslerseniz besin noksanlıkları 3. Aydan sonra ortaya çıkmaya başlar – tavuğun ilk durumuna bağlı olarak. Sonra Nasrettin Hocalık durumlar olmasın – eşek tam da açlığı alışıyorken ölmeyiversin.

.

Sade buğday, arpa ya da yulaf köyde oluyor da bizde neden olmuyor?

Köyde elek altında ne kaldıysa veya ne satılmadıysa hayvanlar onunla besleniyor. Buradaki amaç yumurta üretimi ya da yetiştiriciliği değil. Zaten hayvanlar yazın düzenli olarak üredikleri için mantık “kalan sağlar bizimdir”. Her yıl kümes ahalisinin muhtemelen yarısı değişiyor. Hayat varsa (civciv), ölüm de var (muhtemelen çorba). Burada usul böyle. Hayvanlar serbest ama. Buğday ya da arpa günlük ihtiyaçlarının dörtte üçünü karşılıyor. Besin (mineral, vitamin ve diğer protein) ihtiyaçlarının ise taş çatlasa onda birini karşılamaz. Hayvanlar bunu sokaktan temin ediyor. Taş yiyor, böcek yiyor. Köpek, inek -artık ne varsa- dışkısını eşeliyor, yiyor. Çöpleri karıştırıyor. Bir şekilde günü kurtarıyor. Köydeki hayvanı en sağlıklı hayvan sanmayın. Orası hayatta kalma bölgesi. Yılda 100 yumurta anca. Muhtemelen 80. Daha fazla verene “iyi yumurtladı” derler.

Tavukları kapalı tuttuğunuz anda (illa kafes olmak zorunda değil, serbest olamasınlar yeterli) gerekli besinleri alamadığı için eksiklikler bir bir başlar. Sağlıkları azalır, yumurta verimi düşer, tüylerinin parlaklığı gider. Bir ay geçmeden başlar bu belirtiler. Üçüncü aya gelmeden ölümler başlar, en zayıflar elenir. Dördüncü aydan sonra kalıcı etkiler ortaya çıkar. Yeni yumurtlamaya başlamış tavuklar (1 yaş) bu duruma daha dirençli. Halihazırda yumurtlayan ya da civciv çıkaran tavuklar daha çabuk güçten düşer çünkü zaten yumurtlayarak kemiklerinde ve yağda depoladıkları kaynaklar azaltıyorlar. Tavukları tekrar tam yem ile beslemeye başlasanız bile tam anlamıyla toparlamaları 6 ay bulabilir. Bu tür açlık yaşayan tavuklar tekrar iyi besleneniz bile aniden hastalanırlarsa şaşırmayın. Bazen tam toparlayamıyor.

Peki buradan çıkacak ders ne? Hayvanların hareketini kısıtlıyorsanız yalnızca buğday/ara ya da yulaf ile beslemeyin. En azından ağırlıkça %2 mercimek ekleyin (olması gereken %5). Yüz kilo buğdaya iki kilo mercimek yani, öyle çok bir masraf etmez. Mercimeği suda şişirmeden vermeyin, bir gece suda beklesin. Hatta buğdayı da suda şişirin ki yem tüketiminiz azalsın – baya fark ediyor. Evden mutfak atıkları, manavdan pazardan sebze atıklarını da verebilirsiniz. Biraz kum, ince taş da verin. Ama sakın yalnızca buğdayla beslemeyin.

Bu hesap kendini doğruluyor, sağlaması var. Tavuklar yemdeki protein oranı düşerse daha çok yem tüketmeye başlıyor. İdeal oran %19-20 arasında. Gerçek sayılar için Ali Fuat Hoca’nın kitabına bakmanız gerekir ancak bir örnek vermek gerekirse %20 protein oranına sahip bir yemden 150 gr vermeniz gerekiyorsa, %14 protein oranına sahip yem ile tavuğu doyurmak için 200-210 gr yeme ihtiyacınız var. Paradan kısayım, sadece buğdayla besleyeyim derken tükettiğiniz buğday üçte bir oranında arttı. Kirpinin tavsiyesi yeme mercimek ekleyin, geceden suda bekletin şişsin. Mercimek masrafınızı arttırmayacak, bilakis azaltacak. İşin doğrusu için en aşağıda verdiğim formüle geçin.

Gelelim işin çirkin tarafına. Piyasadaki markaların çoğu (yalnızca tavuk değil, köpek mamasında da aynı durum geçerli) yemdeki protein oranını bir tık düşük tutuyor. Sizde tavsiye edilen yem miktarını kullanınca hayvanlar zırt pırt hastalanıyor, veteriner peşinden koşuyorsunuz. Bu arada daha fazla mama tüketiyorsunuz. Hayvanları proteinle takviye edin. Köpeklere haftada bir 2 haşlanmış yumurta, ayda bir, bir kutu ton balığı verin mesela. Bu da en az. Avcı tavsiyesidir (acı değil avcı, ava giden kimsenin verdiği tavsiye). Tavuklar için de durum aynı, hazır yem ile besliyorsanız hem tükettiğiniz yemi azaltmak için hem de hayvanların sağlığı için proteinle takviye edin. Mercimek olabilir, ancak hayvansal proteinler daha önemli. Yem hazırlanırken hayvansal proteinler daha pahalı olduğu için ilk onlar gümbürtüye gidiyor, formülden ilk onları çıkarıyorlar. Hayvansal atıklar neler olabilir? Mesela kasap atıkları (tercihen haşlanmış), siyah asker sineği larvası gibi. Kemik suyu, et suyu, yoğurt gibi ürünler de olabilir (tanıdık restoran varsa bilhassa, tonla protein atıyorlar çöpe).

Önemli nokta. Proteinlerden birinin eksik olması, daha doğrusu hep eksik olması - amino asit eksikliği- hayvanın ömrünü kısaltır, direncini düşürür. İlk döngüden sonra toparlanmasını geciktirir filan falan. Yani mercimek takviyeli buğday ile tavuk besliyorsanız muhtemelen 3 yaşına gelmeden öleceğini – belki 4- , arada bir hastalanacağını unutmayın, duygusal bağ kurmayın, isim vermeyin. Bu uyarı saçma gelmiş olabilir, kusura kalmayın. Aksini çok gördüm. Ondan.

.

Hazır yem alsak da hangisini alsak?

Tabii ki ilk denemelere hazır yemlerle başladım. 2016-2019 yılları arasında piyasadaki yemlerden ulaşabildiklerimin hepsini denedim. İlerleyen yıllarda da şehir dışındaysam ya da hastaysam yem karamadım, aşağıdakilerden devam ettim.

Hayvan yeminde GDO kısıtlamaları yok. Ondan satın alacağınız isimsiz yemlerde (etiket zorunluluğu var da etiketi böyle çuvalın kenarına ayıp olmasın diye dikilen) ithal edilen GDO tahıl ve bakliyata denk gelirseniz şaşırmayın. Yemlere bu mahsullerin katılmasının nedeni fiyatı. ABD deliler gibi soya ve mısır üretiyor, fiyatı düşürüyor. Mısır neyse de yemciler yemdeki protein oranını ayarlamak için soyadan faydalanıyor. Hem soya tavuğun ihtiyacı olan proteinlerin tamamını (amino asitleri) sağlamadığı için hem de GDO yüzünden etiketleri okumadan sakın almayın. Diğer uyarılar yazının sonunda. Hazır yem denemeleri sonucunda şu iki ürün/marka ön plana çıktı. Reklam olsun diye yazmadım, herhangi bir ilişkim, iş birliğim yoktur. Arayıp bir kere konuşmuşluğum da yoktur (tamam belki kargom nerede diye aramış olabilirim).

14 tahıl karışımı:

Malatya’dan birinin hazırladığı 14’lü karışım vardı bir ara. Sonra bir ara ortadan kayboldular. Daha sonra marka mı oldular ne oldular inanın bilmiyorum. Son aldığımın içinde yumurta yemi de katılmıştı. Fiyat performans için en uygun yem bu üründü. Demiyorum ki tavuklar şaha kalktı, tüyleri parıl parıl oldu bir bakan bir daha baktı. Yok öyle bir şey. Ancak hem yumurta verimi hem sağlıkları için en iyi karışım buydu.

Gelelim eksikliklerine. Hayvansal proteinler eksik. Zannedersem yumurta yemiyle bu açığı kapamaya çalışmışlar. İyi de sormazlar mı madem pelet yem katacaktın neden 14 tahılı karıştırıyorsun. Valla bilmiyorum. Pelet yemin içinde GDO var mı, yok mu? Onu da bilmiyorum. Hazır yemde fiyat performansta adres burası ama.

Sadova Yem:

Tavuk yeminde bu işin en iyisi kim diyorsanız, Prunia’dır derim (he ya, onu da bulduk denedik). Türkiye’de hangisi diyorsanız Sadova derim. Fiyatı biraz tuzlu gelebilir, anca hem protein oranları hem de içindeki amino asit dağılımı vs en uygun yem bu markadan çıkıyor. Süs hayvanı yemi ideal oranlara biraz daha yakın. Civciv çıkartıyorken ilk aylarda Sadova’nın yemiyle besliyorum, bizim irmik yumurta karışımıyla takviye ediyorum. Tavsiyedir.

Sadova’yı şu noktalardan eleştiriyorum ben. Neden %100 bitkisel yem? Tavuklar vegan değil ki, hayvansal proteine ihtiyaçları var. Acaba mevzuattan (vardır kesin bir mevzuat) yırtmak için mi? Belli amino asitler yalnızca hayvanlarda var ve bu amino asitler tavuk yemi için elzem. İşin ilginci bu yem ile besleyince o amino asitlerin eksikliği hemen ortaya çıkmadı, demek ki içinde o amino asitler olmalı? Bilemedim. Acaba katkı maddesi gibi ilaveten mi koyuyorlar? Koymuyorlarsa nasıl yapıyorlar? İşin daha da ilginci süs yeminde bu durumun gözükmesi daha geç oluyor. Benim denemelerimdeki sonuçlar böyle çıktı en azından.

Bu markanın ürünleriyle besleyince en yüksek performansı aldım. Sağlık olarak, yumurta sayısı olarak vb. Bu yemin üzerine bir de siyah asker sineğiyle takviye edince hayvanlar uçtu. Evcil hayvan olarak tavuk besliyorsanız Sadova candır. Hayvanlarınızın 3-4 yaştan daha uzun yaşamasını istiyorsanız proteini biraz arttırın (çok da arttırmayın, horozlar fazla protein istemiyor).

.

Tam bütün yem eden önemli?

Öncelikle tam bütün yem nedir? Tavuğun günlük ihtiyacının tamamını sağlayan (yani tam), işlenmemiş, öğütülmemiş vs (yani bütün) yeme tam bütün yem diyorum. Hazır yemler ve sonrasında açlık deneylerinden (yalnızca buğday ya da arpayla beslemek) sonra geriye iki problem kalmıştı. İlki fiyat düşünmeden en lezzetli ve en besleyici yumurtayı elde etmek. Diğeri de maliyetleri dikkate almak oluyor haliyle.

O halde gelsin en besleyici yumurta. Temel fikir şuydu, işlenmemiş gıda ne kadar besleyiciyse o kadar lezzetli olmalı. Tavukların günlük vitamin ihtiyaçları belli, karbonhidrat, yağ ve protein oranları da. Kalsiyum ihtiyacı vs’si de belli. Hepsi kitaplarda var. Bunları tutturmak öyle aman aman bir iş değil. Problem amino asitlerde başlıyor. Proteinin yapı taşı olan amino asitlerin çeşitleri var ve her bir çeşitten belli miktarda alması gerekiyor tavuğun. Bu oranları bütün yemlerde, takviye kullanmadan ayarlamak zor. Temin etmesi de zor ve maliyetli.

İşlenmemiş yemde ısrar etmemin başlıca nedenleri şöyle:

  • Yem maliyetlerini düşürmek için diğer üretimlerden çıkan atıkları hayvanlara yediriyorlar. Mesela protein oranını tutturmak için mezbahadan toplanan kan ve kemiğin ununu, etlik piliç üretiminden çıkan tüy ununu yediriyorlar tavuklara. Ayçiçeği ya da başka yağlık tahılın sıkımından arda kalan küspeyle besliyorlar. İşlenmemiş bütün yemde ısrar ederseniz bu grup toptan devre dışı kalıyor.
  • Pelet yemde içeriğin hepsi karışıyor, tavuk hap gibi yutuyor. Lakin tavuklar da birey. Herkesin her günkü ihtiyacı aynı değil. Tavukların yemin içinden istediklerini seçme şansı olmalı. Yılda 300 gün yumurtlayan hayvan her gün yumurtluyor haliyle. Yılda 150 yumurta veren tavuk bazen 4 gün ardı ardına yumurtluyor (protein tüketimi artıyor) sonra bir hafta yatıyor (yonca tüketimi artar mesela).

Buna göre bir yem formülü çıkardım. Sonra işini ciddiye alan üreticilerin de benimkine yakın formülleri olduğunu gördüm. O yüzden ticari sır. Şöyle ilginç bir durum çıkıyor ortaya:

Tam bütün yem en kaliteli yumurtayı üretmek için ödeyeceğiniz en yüksek ve en düşük fiyatı belirliyor. En düşük, çünkü tavuğu havyarla besleyen bir çılgın illa çıkar. En yüksek, çünkü maliyeti düşürmek için içine küspe, balık/et/kemik/tüy unu katan illa olacaktır. Balık ununun da kalitesine göre fiyatı var. Yumurtanın kalitesini anlamak için bundan güzel parametre yok.

Şubat 2025 itibariyle tam bütün yem ile beslenen tavukların yumurta satış fiyatı -kar dahil- 23,40 tl. 21 olur, 25 olur ancak mertebe bu. Yani bu fiyatın altına yumurta alıyorsanız ya bir şeyler eksik ya katkı maddesi konuluyor ya işlemden geçmiş gıda ile besleniyor demek. Son ihtimal yumurta üretenin yemini kendi üretmesi olur (ki o benim gibiler oluyor, anca o zaman bir tık daha düşüyor fiyatı).

Başka bir ifade ile 20 liranın altında aldığınız her yumurtada bir şeyler muhtemelen eksik. Tabii bu fiyata yumurta üretmek de satın almak da ayrı kafalar. Ancak tam bütün yem ile beslenen tavuktan aldığınız yumurtanın kalitesi… Ben daha “doğru” tadı başka hiçbir şeyden almadım.

.

Gündelik yem

Tam bütün yem mükemmel ama maliyeti de bir o kadar şahane! Maliyeti düşürelim, tadını da çok kaybetmeyelim diyorsanız gelsin gündelik yem.

Kirpi'nin gündelik yem karışımı şöyle:

150 kg buğday*

25 kg kırık mısır (yalnızca kış ayları)

7,5 kg mercimek (25 kg’a kadar artabilir)

10 kg kadar aspir (yumurta sayısına göre artırın ya da azaltın, benim karışımda 25 kg. Çok arttırırsanız horoza dikkat edin, fazla Omega ilk horozu çatlatıyor.)

0,3-0,5 kg keten tohumu

5 kg pelet yonca (ota erişimleri yoksa)

Bu formül için buğday, mercimek, aspir ve yonca mutlaka gerekiyor. İmkân varsa hayvansal proteinler ile (siyah asker sineği larvası) takviye edin. Mutfak atıkları, kompost vs hepsi kümese. Yemi kardıktan sonra güzelce depolayın. İçine en az 500 gr (varsa 1-2 kg) diyatom katın (hem parazitleri öldürür hem de yemin böceklenmesini engeller).

Yemi geceden ıslayın, iyice şişsin. İçinde bakliyat olduğu için şişirmeden vermek olmaz. Hayvanların ulaşabileceği kum, ince taş mutlaka olsun. Bitten koruyun. Suyunu her gün değiştirin.

Bu formül sonucunda elde edeceğiniz yumurta tat ve besleyicilikte marketteki pahalı yumurtalarla yarışıyor. Bizim kümesteki durum bu. Kar edecek kadar fiyatı düşürmüyor ancak pazardan alacağınız yumurtadan daha pahalıya da gelmez. Dengede yani.

*Kendi buğdayımı ürettiğim için formül buğday üzerine kurulu.

**Baştan söyleyeyim bu formül tam değil. İş görüyor.

.

Önemli notlar

  • Yemin içinde olandan önce yemin tazeliği ve depolanma şartları önemli. Doğru depolanmamış hiçbir yemden -markası ne olursa olsun- verim alamazsınız. Yemin mutlaka temiz, küfsüz ve taze olması gerekiyor. Yemde küf olması için üzerinde küfü görmeniz, göz teması kurmanız gerekmiyor. Küf için uygun şartlar var ise küf vardır. Baktınız dükkân ya da depo hava almıyor, biraz nemli. Hemen başka dükkâna. Bir aydır çuvallar orada duruyor, satılmamış. İstikamet diğer dükkân.
  • Tavukların yeme alışması zaman alıyor. Dank diye yeni yeme alışmıyor bünyeleri. Yem geçişlerinden sonra bir kanıya varma için en az 3 ay bekleyin. İdeali altı ay. Alıştıra alıştıra yemi değiştirin, oranları arttırın.
  • Civcivlerin ilk haftalarda aldığı protein miktarı hayvanın bütün hayatı boyunca ne kadar iri ve sağlıklı olacağını belirliyor. O yüzden takviye şart. Tavada irmiği suyla biraz şişirin. Suyunu çektikten sonra içine yumurta kırıp iyice karıştırın. İkinci- üçüncü günden sonra yemini bu karışımla takviye edin (ben Sadova’nın civciv yemiyle besliyorum). Hazır yem yoksa bu karışımla beslemeye bir süre devam edebilirsiniz.
  • Yem karışımları ve yem depolama teknikleriyle ilgili onlarca kitap var sahaflarda (internette de). Ucuzlar hemide. İçerikleri üç aşağı beş yukarı aynı. Merak ediyorsanız temin edin. (Ali Fuat Örsan – Pratik Tavukçuluk mesela)
  • Maliyetleri düşürmek ve yem kalitesinden mutlak emin olmak istiyorsanız (kar etmek istiyorsanız daha doğrusu) yemi kendiniz üretin. Bu fikir manyakça gelebilir. Bir -değil, ikincisi -başka yolu yok. Bizim yem dramları kendi buğdayımı üretmeye başladığım anda kesildi.

Yumurtanın rengi, tadı ve kokusunu etkileyen faktörler var. Onu da başka güne :)