20 Nisan 2022 Çarşamba

çalakalem: tarımsal çölün ortasına doğayı yerleştirmek - 1

Çoook uzun süredir her tür gübre ve ilacın bilinçsiz bir şekilde kullanılınan ve bu nedenle erozyondan toprağını yitirmiş bir arazi bu sene bende. Ben ekeceğim. Ektim daha doğrusu. Aklımdan neler geçiyordu, neler yaptım hepsi bu yazıda. 
 
Şehirdeki sıkıntılar arasında kediler, göz hakkı diye domates bırakmayan insanlar, antisosyal manyaklar ve belediyelerin ilaçlamaları var. Dahası da var, liste uzun. Köyde kedi, manyak ve manyak kediler yok mu?  Var ama kendi dertlerine dalmışlar. Manyaklar daha kolay, sopayla kovalıyorum. Çok abartılarsa bahçeden biber tattırıyorum, bir daha bulaşmıyorlar. İlaçlar aynı. Tarlaya ilacın etki etmesini engellemem gerek. 
 
Aklınıza gelmiş olabilir - yani en azından benim geldi. Komşuyu sopayla kovalamak doğru değilmiş. Öyle dedi annem. Yapma dedi. Kahvedekiler de yapma dedi. Yapmadım. Gerçi o yaptı yapacağını.
Öncelikle problemi tarif edelim. Konvensiyonel tarımın yapıldığı alanlarda, en az onlar kadar kar sağlayacak bir üretim modeli geliştirebilir mi? Bunu yapabilir miyiz? Permi'ler (permakültürcüler) niye bu verimli bölgelerden çok uzakta dağlarlarda tepelerde tarım yapmaya çalışıyor? Niye hem rekabetten kaçıyor hem de sabahtan akşama kadar kötülemekten kendilerini alamıyor? İlaç kullanan, tarlayı süren, ekmeğinin peşinde olan insanları sabahtan akşama yeriyor? Başka bir ifadeyle insanlar niye "doğru" olanı yapmıyor? Cehaletten mi? Teknikler nerede? Uygulamalar- denemeler yanılmalar? Konvensiyonel tarımın yapıldığı alanlar permakültür bakış açısından çöl. Hatta çölden daha çöl. Hayat yok. Dönümlerce toprak çapaladım elle - valla. sonra 2 hafta yerimden kalkamadım-  bir tane solucana denk gelmedim. Tarla köpekler hariç bir tane canlı olmaz mı koca alanda. Onlar da tek tük, uzaylı görmüş gibi uzun uzun izlediler beni.
 
Bence arsayı toparlamak için iki cephede savaşmak gerekiyor. İlki dış etkilerin arsayı etkilemesini engellemek, ikincisi de toprağı adam etmek. Yani ilki çevreye sıkılan ilacın bahçeye etki etmesini engellemek, ikincisi toprağın eski karakterine kavuşmasını sağlamak.
 
İlaçtan başlayalım. Şehirde de ilaçlandığımızdan biliyorum mesafeleri. 8, 15, 50 m. İlaç bahçe sınırından (ağaçlar çalılar varsa) 50 m içeriyi etkilemiyor. 15 metrede eh, %80 etkilemiyor. Bir iki hafta sonra kendi haline geliyor. 8 metre sınır gibi, fifti fifti. Öldürüyor, destek varsa toparlıyor. Yoksa toparlayamıyor. Elli metre çok gelmeyebilir. Şöyle düşünün 22 dönüm bir arsa hayal edin, kabaca 150 m'ye 150m. Elli metre çekerseniz size 2,5 dönüm kalır. Neredeyse tamamı boşa çıktı. Konvensiyonel tarım yapılan bölgelerde doğal/doğa/organik - artık ne derseniz-  tarım yapılamamasının sebeplerinden biri bu.  30 dönüm arsan olacak, sen ortadaki 4-5 dönümde ürettiğinle komşunla rekabet edeceksin. Çok zor. Hudutları 50 m içeri çekmek ekonomik değil. 15 metre olur çok net.
 
 
Sınırdaki o feda ettiğimiz bölgeye dış bahçe dedim. Siz isterseniz fedai deyin ya da mimaride dendiği gibi çekme bölgesi deyin. İsmi ne olursa olsun bu bölge dışarı sıkılan ilaçlardan ve diğer etkilerden ilk etkilenen bölge olacak. Etrafı tarım arazileriyle sarılı olduğu için, rüzgarın ve yağışın önünü kesen bir tek ağaç yok. Kale duvarı gibi olmalı, dışarının içeriyi etkilemesini engellemeli. Ekonomik değeri olmayan ağaçları ekip geçip gitmek de mümkün değil. Sürdürülebilir olması için sizin arsanın komşudan daha çok kazandırması gerekiyor. Bu bölgede de öyle ya da böyle bir çeşit üretim olmalı, araziye meyve ağaçları, malç ağaçları ekmeli. Meyveler sizin için olmayabilir, ama olmalı. Üretim şart.
 
İçeride kalan bölge artık korunduğu için permakültür tasarımınızı uygulayabilirsiniz. Başka üretim modellerini de uygulayabilirsiniz. Gerçi şekline kafayı taktım. İlk problemimiz arazinin şekli. Daha doğrusu Türkiyedeki parsellerin şekilleri. Planlama yapıyorken sanki daha dikdörtgen icat edilmemiş gibi abudik gubidik şekiller çizmişler planlara. Daire şeklinde araziler, üçgenler, 18genler, iç bükeyler dışbükeyler. Düz çizgi yok memlekette. Biz gidip bu abudik gubidik arazilerde bir de 15-8 metre içeri çekince ortadaki arazi iyice saçmalıyor. Olaya bi çerçeveye oturtmak gerek bence. Daire dedim, daire olsun benim bahçem.

Yaptıklarıma geçmeden bir de toprağa bakalım. Toprak doğal üretimin temeli. Hani permakültür kitaplarını okuyunca size pastörel hikayeler anlatılıyor ya. Zararlılar yok, yararlılar onları avlayıp yiyor. Çok salyangoz yoktur az ördek vardır! Kuraklık insanlığın yarattığı bir kavram! Gibi gibi. Yalan değil bu sözlerin hepsi doğru ama ama'sı var. Doğaya gücünün veren, onu dayanıklı kılan şey toprak. Toprağınız kötüyse geçmiş olsun. Uğraşır durursunuz. Ayrıca o kadar karmaşık bir konu ki, disiplinler arası. En kabasından- topraktaki organik madde seviyesi %5-8'den az ise tehlike bölgesindesiniz (iklime göre değişiyor). %3'den az ise doğa tek başına işi götüremez. Toparlayamazsınız. Olay sadece organik madde de değil. Kalsiyum magnezyum- anyon katyon dengesi.. Toprağa gereğinden fazla organik madde katarsanız (yurtdışında çapasız tarım yapanlarda oluyor, bizde henüz mümkün değil) kalsiyum dengesi bozulmasın diye midye kabuğu ekliyorlar toprağa. Diğer sıkıntımız da bizde 0 ve A tabakası yok, yani en üstündeki organik maddece zengin tabakalar akıp gitmiş. Toprak analizi sonrası çıkan sonuçları değerlendiriyorken buna dikkat etmek gerekiyor, bilhassa kalsiyum değerindeki sapmalar ana kayaya bu kadar yakın olmaktan kaynaklanıyor. 
 
Peki napmalı? İlk önce ne yapmak istediğinize karar vermek gerekiyor. Sizin amacınız ürün almak mı yoksa toprağın sağlığına kavuşmasını sağlamak mı? Yani ya ektiğinizi beslemek ya da toprağı beslemek. Ürün almak istiyorsanız, olayın ticaretinde masrafı az olsun istiyorsanız ektiğinizi beslemek daha mantıklı. Mesela toprakta çinko/boron vb. eksikliği var diyelim. Damla sulamaya mikroelement gübresi katarsınız ya da bitkileri gübre çözeltisiyle spreylersiniz olur biter. Bitkide ve ürünlerde mikroelement eksikliği gözükmez. Bunu üreticilerin çoğu yapıyor, bitkiyi yakından takip ediyorlar. Eksikliği gördükleri anda uygulama yapıyorlar. Organik, kimyasal fark etmez. Toprak analizi yaptırıyorsunuz, ne ekeceksiniz diyorlar. Mısır diyorsun, ona göre gübre yazıyorlar. Bir de olayın toprak tarafı var. Ürüne göre değil topraktaki eksikliklerine göre gübreleme yaparsınız. Öncelikle bizdeki gibi organik madde miktarı az olan topraklarda bereketi tutmak hiç kolay değil. Kalsiyum magnezyum oranını düzeltmek, anyon katyon dengesini sağlamak gerekiyor. Organik madde miktarını arttırmak zaten şart. Eksik - erozyonla akıp gitmiş mineralleri geri kazandırmak da şart. Biyokömür gibi yardımcı düzenleyiciler de gerekebilir. Konu çok uzun ve karışık. Bu kadar emeğe karşılık daha besleyici ve daha lezzetli ürünler (benim sebzeleri yiyenler bilir) alıyorsunuz. Hastalıklarla böcekler de baş ağrıtmıyor (bununla ilgili bir yazı hazırlıyorum, uzadıkça uzadı, blog'a sığmayacak gibi. Merak edenler Steve Solomon'un kitaplarına bakabilir).
 

Apartman/yazlık bahçesindeki toprakla konvensiyonel tarım yapılan alanlardaki toprak farklı. Biri yıllarca bakımsız kalmış bir alan, diğeri her yıl onlarca zehrin atıldığı, her tür erozyana maruz kalan bir alan. İlkini bizim ülkedeki permakültürcülerin bahsettiği yöntemlerle hızlıca toparlayabilirsiniz. Kompost koyarsınız, taş tozu, tavuk gübresi, bokaşi.. Tarımsal alanlar öyle değil. Bir kere organik madde tükendiği ve elementlerin tutunabileceği hiçbirşey kalmadığı için boron, çinko gibi elementler akmış, gitmiş, bitmiş. Yıllarca kireç iyidir toprağa kireç atın dedikleri için topraktaki kireç değerleri uçmuş, maksimum değerlerin 20 katı değerler gördüm. Toprağı killi olanların topraklarına bunun tam tersine -Mg- dikkat etmesi gerekiyor, ancak dikkat edilmemiş uygulama yapılmamış. Bitkilerin büyümesi için gerekli azot, fosfor ve potasyum değerlerine gelecek olursak: Şeker gübre kullanımı nedeniyle toprakta karbon kalmamış, bitkinin kullanacağı formda eklendiğinden akıp gitmiş. Kendi de kalmamış. Toprakta organik madde kalmadığı için fosforu doğal döngüye katacak toprak biotası (toprakta yaşayan canlılar) kalmamış. Toprakta fosfor var ama bitkiler alamıyor, test sonuçlarında çıkmıyor. Organik madde oranı artarsa (örtü ekimi gibi) -dışarıdan fosfor eklemeseniz de- fosfor değerleri artacak, sankiyoktan var oluyor gibi. Potasyum toprakta hiç kalmamış. (analiz yaptırır ve hesap yaparken arkadaşlarımdan kendi analizlerini istedim. Orada çıkan değerlere bakarak yazdım bu paragrafı. Salgın hastalık gibi herkeste aynı sıkıntılar var).
 
Konvensiyonel tarım yapılan araziler bir bakıma uyuşturucu bağımlısı gibi. Hayatın tutunabileceği hiçbir şey kalmadığı için -bilhassa ilk senelerde- ürün almak o kadar zor ki. Araziden araziye değişir ama bence olay yedi yıldan başlıyor. Toprak en az yedi yılda kendini toparlıyor. Bu problemle daha önce uğraştığım için biliyorum, korku filmlerinden sahneler oluyor bahçede. Çekirge istilası, salyangozların ağaçları yemesi, her yeri kaplayan örümcek ağları ve yüzlerce akrep ya da kurbağa. Bitkilerin aniden ölmesi, çiçek açmayan domatesler, ürün vermeyen balkabakları. Bir günde tüm bahçeyi silip süpüren mantar hastalıkları. Say say bitmez. Bunların hepsi doğanın . Çekirge yiyen kuşlar, parazitler daha ortada yok. Normal olmayan şey toprak sağlıklı olmadığı için bitkilerin bu istalacı saldırısına direcinin olmaması.
 
Peki, ne yaptım?
 
Öncelikle dış bahçe ve iç bahçe diye ikiye ayırdım bahçeyi. İç bahçeyi daire şeklinde yapacağımı yazmıştım yukarıda. İstiyorum ki elimde bir model olsun, istersen bu tarlaya, istersem başka bir tarlaya şak diye uygulayabileyim, yalnızca birkaç değeri değiştirmem yeterli olsun. Konvensiyonel tarım bu demek değil mi zaten? Adana'ya da traktörle ekiyorsun, Bartın'a da, Ağrı'ya da. Kardeşim burada krater bahçeciliği daha uygun, sen git kendi bahçene yağmur hendeği kaz demiyor kimse. Kim bilir belki ileride başka bir yere de bunu uygulama şansım olur. Daire olması şu sebeplerden:
  • Traktörün içeride çalışması rahat. İlla düz gidecek diye bir kural yok, dönsün işte. Bir tek dairenin merkezini sürmek, tel çekmek sıkıntı. Ancak gerekli değil ki. İçeride oturacak, aletleri koyacak, ileride su deposuna (umarım) bir yer lazım.
  • Daire olması bölge bölge ekmeyi aşırı kolaylaştırıyor. Merkeze bir kazık çaktım, ip çektim. Sabit bir çap üzerinde ekim yapabiliyorum bu şekilde. İpi biraz kısalt (sıralar arası mesafe kadar) bir tur daha. 
  • Abudik gubidik şekillerde parseller buldum TKGM'in sayfasında. 40 dönüm, 10 dönüm, 6 dönüm.. Kenarları 15 m çektim. İçine farklı şekilleri denedim. Sekizgen, kare, dikdörtgen, daire.. Kullanılabilir araziyi en az kaybeden daire oldu. Daire çaplarını standardize ettim. 76 m çapında (4 dönüm), 50 m çapında (2 dönüm) ve 30 m çapında (700 metrakare). Bu üç daire ile arazi şekli ne olursa olsun üretim yapabileceğiniz satandart alan elde ediyorsunuz. İleride planlamayı aşırı kolaylaştıracak.
  • İç alan daire olunca, dışarıdaki alan da rahatlıyor. Fedai bölgeye sıra ekimi yapabilirsiniz, her 5 m'de bir meyve ağacı ya da Stefan Sobkowiak'ın Triolarını. Daire sıraların yönünden bağımsız. Kare olursa karenin kenarının sıraya dik/paralel olması gerekiyor. Yoksa geçmiş olsun.
  • Sağlıklı sistemlerde çevre etkisininden yararlanmayı, hatta mümkün oldukça arttırmayı tavsiye ederler. Sağlıklı sistemlerde. Burası sağlıklı değil, amacım çevre etkisini olabildiğince azaltmak, hatta olmamasını sağlamak. Daire olması ideal bu iş için.
  • Tel çekmek gerekirse aynı tel uzunluğuyla en geniş alanı çemberle sarabilirsiniz.. Masrafları da düşünmek lazım.
  • Karakter veriyor. Sevdim :)
 
Gelelim dış alana. Dış alana Stefan Sobkowiak'tan esinlenerek Trioları dikeceğim. İlk senelerde mevya ağacı dikacek kadar gözümü akrartmadım. Trio sisteminin türkçesi 3 ağaç yöntemi olur herhalde. Bir tane kabuklu yemiş ağacı (ceviz, fındık, pikan vb), bir tane azot tutucu ağaç (akasya gibi baklagil ağaçlar) ve bir tane de meyva ağacı (elma, armut, dut vb.) olacak şekilde ekiyorsunuz. Plan bu, gerçi daha ekmedim. Bu sene dış alana baştan sona örtü ekimi yaptım. Elime geçen tohumların hepsini serptim, balkabağı, mısır, buğday, darı, bezelye, nohut, aspir, ayçiçeği cinsleri, yonca, üçgül, salatalık, domates, devedikeni - evet tarlaya devedikeni ektim-. Aklınıza ne gelirse. Tohum fiyatları uçmuş, dönümüne 250-300 tl tohum parası verecek halim yok elde bu kadar tohum varken. Devedikenini cimrilikten katmadım gerçi, var bir sebebi. Bu mevsimde ağaç ekimi olmaz zaten. Fide alacağım, yapacağım bol bol, tarlaya ekmek için. Bu yazının ikinci kısmında yazarım kimi nereye ektiğimi :)
 

Çember içine belli aralıklarla mısır, balkabağı, soya fasulyesi ve yerfıstığı ektim. Aralıklar ve cinsler çöl ekimi için önerilen mesafelerde. En güzel mısırları ekmedim, kuraklığa dayanıklı cinsleri seçtim. Çeroki mısırı mesela. 2 metre arayla, her çukura 5 tohum. Mesafeler gene Steve Solomon'dan. Biraz da tecrübeden. Aralara karabuğday ektim, örtü ekimi olsun diye. Yaz bitince bir daha bakacağım, denemek istediğim onlarca şey var. İlk seneden kendimi hayallere kaptırmak istemedim. Daha arazide su yok, yol yok, imar yok, depo bile koymanız yasak, teli - çiti yok, deniz kıyısı durmadan rüzgar ediyor, komşu (şu meşhur komşu) traktörüyle geldi selam verip tarlayı ilaçlamaya başladı. 100 m öteden beni bir güzel yıkadı, sağolsun. Denize attım kendimi. Daha çok işi var.

Toprağa yaptıklarım permakültür camiasında linç ya da aforoz yeme nedeni olduğu için sona bıraktım. Excel tabloları hazırladım, burnundan girdim kulağından çıktım ama bir türlü bu arsayı toparlamak için kimyasal harici bir çözüm bulamadım. Ekonomik değil. Ekonomiyi fazla takma diyebilirsiniz, katılmıyorum. Ekonomi esastır. Yolu olmayan bir yere (tarlalar arası yolu da yok) kamyonlarca organik maddeyi getirme şansım yok. Kulübe yapamayacağım bir yere kaya tozu getiremem, madenden kaya fosfatı olmaz. Olamaz. Tutmuyor hesaplar. Ayrıca yukarıda yazdım, kimyasal gübre uyuşturucu gibi. Bir anda keserseniz toprak afallıyor. Toparlaması, mantar ağlarının oluşması, toprak biotasının oturması vakit alıyor. Esas bundan korkuyorum. Deli yürek gibi fırlamanın anlamı yok. (Sporda sakatlanmaların çoğu idmansızlıktan, hazırlanmamaktan oluyor. Yıllarca masa başında oturmuş, omurgası yamulmuş, iç organları yağla kaplanmış adamı alıp 3km yüzdürüyorlar. Şanslıysa omzu sakatlanıyor, değilse EKG'de kalpte sıkıntı olduğu gözüküyor. Konvensiyonel tarım yapılan arazilerde toprağın hali de aynen böyle. Omurgası yamuk, yağlanmış, uyuşturucu bağımlısı bir insan var karşınızda. Yarın bu adama maraton koşturabilir misiniz? Önce sağlığına kavuşması gerek). İlk iki - üç sene topraktaki dengesizliği toparlamak amacım. Analiz sonucunda önerilen değerleri değil toprağı toparlamak için gerekli gübreyi getirttim, uygulattım. Masraflı da olmadı, dönümü -her şey dahil, toprağın hazırlanması vs.- 400-450 tl tuttu. Seneye de böyle, sonra durum değişecek. Bu sene ve seneye örtü ekimiyle toprağa şeker pompalayacağım, malç olup yüzeyi örtecek, nemi içinde hapsedecek. Toprak kimyası dopingli gibi bir anda toparladığı için biyolojisinin de coşmasını bekliyorum.
 
 
Linç yiyeceğimi biliyorum. Burada kendimi açıklamak için bir örnek vermeden geçmeyeyim. Çinko mesela. Eksikliği yazın büyük sıkıntı. Benim araziye 3-3,5 kg çinko vermem lazım. 10 dönüm arsa için 20-35 kg çinko. Lütfen kaç balya pirinç samanı gerektiği hesaplayın . Sonra da maliyetini. Göreceksiniz ki ekonomik olması için ürünün ihtiyacına gre gübreleme yapacaksınız, ya da bilinçlis bir şekilde organik madde (kompost) ekleyeceksiniz. Bilinçsiz diyorum çünkü daha dengesiz olacak. Hobi olarak gene linç edebilirsiniz ama önce konuşalım :)

Arazinin daha çok işi var. Tel çekmek, ağaçları ekmek lazım. Su gerek...
 
Böyle başladım. Nasıl olacağını hep birlikte göreceğiz. Yol uzun :)