9 Aralık 2024 Pazartesi

şipşak: 2024

 Bu sene öğrendiklerim ya da öğrenemediklerim:

  • Mineral dengelemesini çalıştığım ve uyguladığım dördüncü yıldı 2024. Konuyla ilgili kaynakların hepsini taradım, okudum ve modelledim. Gel gör ki yol gösteren olmadan bir konuda ilerleyince insan yaptığı hesapları onlarca kez kontrol etmek istiyor. Bir türlü mutlak emin olamıyor. İlk yaptığım projede de bu his vardı, şimdi mineral dengelemesi için yazdığım programda da. Gelelim sadede, kesinlikle işe yarıyor. Kesinlikle kazanacağınız kar, bitki kalitesi, mahsül kalitesi ve en önemlisi besin değerleri artıyor. Mineralleri dengelemeden sebze bahçesi kurmam artık. Bir ara önce biyoloji diyordum, döndüm gene önce fiziksel, sonra kimyasal sonra biyolojiye. Mahsule göre gübrelemenin defteri benim için kapanmıştır. Toprakta bulunan minerallerin tamamını (mikro ve makroları) hesaba katmadan yaptığımız her yorum yetersiz kalıyor, yanlış sonuçlar veriyor. Toprağın denge kapasitesine göre yaptığımız gübre programını ekilecek mahsule göre yorumlamak gerekiyor. 2022’de bu fikre varmıştım, 2023’de Gelibolu’da, 2024’de ülke genelindeki uygulamalarımla fikir kesinleşti. Elimde artık veriler ve uygulamalar var.Başka bir ifadeyle herhangi bir toprak analizini yorumlamak için N,P,K, Ca, Mg, S, Na, B, Fe, Mn, Cu, Zn, yani hepsi gerekiyor.
  • Mineral dengelemesini överken Solomon'un kusurlarını da unutmamalı. Kuru tarım bir. Sebze bahçesi hariç uygulamalar iki. Uygulama dozajı üç. Yerel etkiler (güneşin toprağı yakması mesela) dört. Toprak mikro ahalisi ile ilişkisi ve örtü ekini planlaması beş. Bunları zamanla çözmem gerekiyor.
  • Aynı toprak örneğini farklı laboratuvarlara gönderdim. Hepsi farklı sonuçlar verdi. Bilhassa mikrolarda sonuçlar alakasız. Hangisinin doğru hangisinin yanlış yaptığına karar vermek yerine bizim laboratuvarlardan birinin sonuçlarını kalibre ettim. Şimdilik işimi görüyor ancak bu konu incelenmeli.
  • Bir başka analiz konusu: Gıda analizleri... Her laboratuar farklı sonuçlar gönderdi.
  • Sebzelerde ve tarla bitkilerinde gelişim gübrelemesi! Bitki büyürken, gelişirken, sulamadan ya da yapraktan verilen gübreler. Amino asitler, mikro besinler... Bu konuya hep tereddütlü yaklaştım -topraktan alınan besin yeterli olmalıydı- lakin sonuçlar farklı söylüyor. Önyargımı kırmam biraz vakit aldı. Bu sene geniş alanda üretim yapacağım -25 dönüm ayçiçeği. Toprakta mineral dengelemesi pahalı kaçıyor. Yapraktan uygulamalar olacak.
  • Doğal tarım, doğayı koruma vs. gibi ifadeler ve bu ifadeler ile yapılan tanıtımlar, sunumlar, eğitimler fazlasıyla muğlak ve yetersizmiş. Bunlara -samimi fikrim- para harcamamak gerekiyormuş. Sürdürülebilirlik de bir diğeri. Bu kavramlar hesap kitap yapabileceğiniz şeyler. Mesela süt alıyorken tam yağlı süt %3,8 olmalı diyoruz ya (ki o da yanlış da neysem), aynısı doğal tarım, fizibilite, biyoçeşitlilik ve sürdürülebilirlik için geçerli. Hesabı var, raporu var. Hesapsız olacak işler değil. Bu konuları inceleyen raporlarda sayı, hesap, matematik arıyorum artık. Yoksa boyama kitaplarının yanına fırlatıyoruz raporu. Gastronomi dünyasından gelsin örnek. Bulaşıkçıyı haftada 4 gün çalıştırmak ile 6 gün çalıştırmanın maliyetini yan yana yazın, adamın kaçmasını vs. 4 günün sürdürülebilir olduğu ortaya çıkacak.
  • Rapor demişken, bu sene bir kaç projenin danışmanlığını yaptım. 20 küsür projeye de teklif verdim. Projelerin kimisi yeniydi, kimisi de daha önce permakültür çalışmaları yapılmış işlerdi. Önceden hazırlanan raporları inceleme şansım oldu. Tüm samimiyetimle söylüyorum, agalar böyle rapor yazılmaz.
  • Bizimkiler -Türkiyedeki tasarımcılar- meğerse gıda ormanını bilmiyormuş. Yerel taksonomi çalışmadan, bir biyoloğun, botanikçinin ya da peysaj mimarının raporu olmadan işe başlanmazdı ki. Mardin'deki projede işin doğrusunu yaptık, iyi ki de yaptık. Çok güzel bir çalışma oldu, sonuçlarını da görme şansımız olur inşallah. Çalışmamız 120 sf raporla başladı, bize örnek olsun diye verilen çalışmada elemanların raporu baştan sona 2 sf. Hemide kapak dahil :)
  • Üretim alanının en az %30’unu doğal hayata, toplam alanın da en az %8, ideali %12’sini çok yıllık çalılara ve ağaçlara ayırmak gerekiyormuş. Bunu yapmazsak doğal tarım, doğal sebze gibi bir ifade kullanmak resmen dolandırıcılık oluyor. Biri size doğal ürün satıyorum derse, kardeşim ne kadar alanı yabana bıraktın demek gerekliymiş. Bu bilgi makalelerden ve uygulamalardan. Bu gidişle yakında sertifikalı doğal üretim gelecek, benden söylemesi.
  • Bahçeye zararlı böcekleri yiyecek böcek ve kuşları çekmek istiyorsak ekmemiz gereken bitkiler var. Bu bitkiler en fazla 20 m mesafeye etki ediyor. Sadece ekmek de yeterli değilmiş, tasarımında dikkat edilmesi gereken noktalar varmış (kapsamlı uygulamadığım için şu şöyledir demek istemiyorum). Durum şu: yanlış tasarımda tarladaki yararlı böcekler yararlı çiçeklere göç ediyor ve tarlayla ilgilenmiyor. Doğru tasarım önemliymiş. Doğru tasarım nedir? Daha öğreniyorum.
  • Akdeniz bölgesinde her dönüme en az bir adet su havuzu, kuru havuz (yüzeyden su gözükmeyen, içi taş ve su dolu havuz), bataklık vs gerekiyor. Etkili olması için belli mesafelerde yerleştirilmesi gerekiyor.
  • Mineral spreyleme konusunu – meyve ağaçlarını bir programa göre sıvı gübreyle spreyleyerek hastalık ve böcek zararını azaltma- daha oturtamadım. Uyguladım, güzel sonuçlar aldım ancak makalelerde yazıldığı kadarı olmadı. Belki iklimdendir, belki tarihleri kaçırdığımdandır. Bilmiyorum.
  • Zeytin ve yaş sebze piyasası çok acayipmiş. Geçen sene maliyetin misli misli birim satış fiyatı verdiler, bu sene de fiyatlar pek artmadı diye üzülenler var. Çok acayip. Ya deli karlar dönüyor ya da olayı çözemedim. Benim kanaatim işini hakkıyla yapanlar ya da hakkı kadarını arayanlar olsa da kayda değer bir kadro herkese yapıştırıyor. Gördüğüm bu. Öğrendiğim de yapıştırırsan kısa vadede, yapıştırmazsan uzun vadede kardasın. Geçen sene zeytin yağının adil fiyatı (benim hesapladığım kar dahil fiyatı) 125 liraydı. O sene bunun neredeyse iki katı açıklandı… Tabii bu durum üreticiden üreticiye değişecek, herkes aynı kalitede ürün üretmiyor. Şartlar da farklı. Ancak şahit olduğum durumlar da var.
  • Yumurta için tavuk yetiştirmek ile yeni bir tavuk çeşidi geliştirmek birbiriyle taban tabana zıt iki şeymiş. Yeni çeşit dediğinizde uygun genleri taşıyan tavukların ne olursa olsun sağlıklı kalması ve üremesi gerekiyor. Yani çeşit geliştirmek hayvanat bahçesinde aslan beslemek gibi. Antibiyotikse antibiyotik, yemse yem. Tereddüt ettiğim için az kalsın bizim çeşit tarihe karışacaktı. İlaç verdim ekibi kurtardım ama artık kimseye yumurta veremiyorum.
  • Genelleme olacak ancak bir kaç istisna haricinde: Sertifikasız organikçiler...Organik olamadıkları için doğalcıyız diyenler. Kimyasalcı tayfa bile antibiyotiklere, ot ilaçlarına vs organikçiler kadar hâkim değil. Kendi ürünlerinde kullandıklarını görmedim, bilmiyorum ancak bu kadar iyi bilmeleri yalan yok ürküttü. Hayvanlar hastalananınca o kadar çok üretici ilaç tavsiyesinde bulundu ki, ne kadar teşekkür etsem az. Bir yandan da korkutucu.
  • Diğer ürküten şey de tavsiye edilen ilaçların bazılarının manda ilacı olmasıydı. Yumurtlayan ile yumurtlamayan tavuk arasında fark var, ona tamamız (bilmeyenler için tavukların solunum sistemi üreme sistemine bağlı, yani solunum enfeksiyonu için verdiğiniz ilaç doğrudan yumurtaya geçiyor. Bu yüzden etlik piliç ile yumurtalık tavuğun ilaçları farklı). Bu durumu kimse takmıyor, yumurtalık hayvana verilmemesi gereken ilacı dayıyor. Hadi ona neyse de mandaya verilen ilacı tavuğa vermek nedir? Hani kocakarı ilacı kullanırken “acaba ilk kim denedi” diye düşünürsünüz ya (tavşan yağı + acı bostan kökü= basur ilacı?), acaba ilk kim manda ilaçlarını tavuklarda denedi. Bu arada denedim, evet, işe yarıyor. Ancak yarılanma ömrü MANDADA 60 gün ve hayır tavuklar sterilize oluyor yumurtadan kalıcı olarak kesiliyor. 
  • Bundan daha da korkutucu bir şey var mı? Varmış. İnsanları korkutup kendi ürünlerini satanlar, doğal ya da organik olmayan üretimleri iteleyenler. Bunu da yıl bitmeden aralık ayında tecrübe ettik. Türkiye'de üretimdeki esas sıkıntı kimyasal ilaçların kullanılması değil ki! (Evet o da başlı başına sıkıntı, ama esas sıkıntı o değil). Bilinçsiz ilaç kullanımı sıkıntı. Mesela 50 cc ilaç kullanın diyorlar ya, adam dayıyor şişeyi, 550 cc kullanıyorlar. Daha etkili olsun diye. Kardeşim zaten ölüyor daha etkili nasıl olabilir ki? Bu problem yalnızca kimyasalcı tayfada yok, organikçiler ve diğerlerinde de var. Marulun altına taze gübre serpiyor daha iyi büyüsün diye. Daha etkili olsun diye. Bu hareket direkt yasak. Ama kime neyi anlatacaksın ki. Şimdi kimyasal var diye sizi korkutup bilinçsiz üretilen ve sertifikası olmayan üretime çekmeye çalışıyorlar. Aman dikkat edin. Esas sıkıntı hep aynı bilinçsizlik, cahillik, okumamak.
  • Hayvanı hasta olan ve yazıp soranlara “bakın veterinere danışmadan ilaç kullanmayın” uyarısıyla kullandığın ilaçların isimlerini yazsan bile “kimyasalcı” damgası yiyormuşsun. Arkandan konuşuluyormuş, bunu da öğrendim. İlaç isimlerini söylemese miydim? Bence hariçten gazel okuyorlar. Tavuk bilmeyen veterinerlerle üç günde bütün kümesi silip süpüren hastalıklarla mücadele ediyoruz. Kimyasala karşıyım, ancak konu can ise geri duracak değilim. İlacı verirsin, hayvanı toparlarsın sonra üretimden ayırırsın. Canını sana teslim etmiş bir canı harcayamazsın. Bence.
  • Uygulamada tecrübesi olmayan insanları ciddiye alamamayı öğrendim bu sene. Kompost anlatıyor ama hayatında 2 metreküp kompost üretmemiş. Bu konuda fikrim katı değildi. Ancak yaştan mıdır nedir bilmiyorum, bu sene rüştünü ispat etmeyenleri gerilere atığımı fark ettim. Doğrudur yanlıştırı bilmem de gürültü azaldı. 
  • Alet üretiminde tam kontrol prensibiyle ilerliyorum. Şayet herhangi bir adımda kontrolüm dışında gelişme olursa o grup çöpe gidiyor. Buna rağmen bir çok noktada sil başlar, kavgalar tartışmalar oldu. Üretimde despot olduğumu söyleyebiliriz. Ancak konu gıda olunca benim despotluğum bile yetmiyormuş. Gıdayla alakalı her başlık sizden yüzde yüz dikkat istiyormuş. Yüzde doksan dokuzsanız yaptığınız, hazırladığınız her şey çöp. Sistemi oturmam vakit alacak.
  • Bu sene bit ve pire senesiydi. Aman Allah’ım. Yağışsızlıktan mıdır, besinlerde yüksek yağ oranından mıdır, belediyeler muhtemelen ilaçlamayı kestiği için midir? Eylül ayında başladım sokak hayvanlarını ilaçlamaya, kasım ayında durumu kontrol altına aldım (mı?).
  • Bit ve pire demişken, keten çuval (ıslak ve ayrışıyorken) efsane ötesi bit pire yapıyor. Öyle böyle değil. Hele tavuk biti. Tabur halinde dolaşıyorlar, şaşarsınız. Yollarda yabani ot kontrolü için keten çuvaldan faydalanıyordum. Bir daha zor. Ben bu kadar çoşacaklarını tahmin etmedim, edemezdim.
  • Geniş alanda (büyük alan ingilizcesi) üretim ile kısıtlı alanlarda üretim çok farklı. Uygulaması da farklı, yaklaşımı da. Mineral dengelemesi ve diğer uygulamalar için hazırladığım takvim ve programları geniş alanlara uygulayım dedim. Olmadı. Düzenleyeyim dedim, iki dosyaydı yedi dosya oldu. geniş alanlar çok farklı. O kadar farklı ki uygulamalar alakasız oluyor. Bostanda domates yetiştirmek ile tarlada domates yetiştirmek arasındaki farkı yazın deseler, domatesi unutun. Bostan vs tarla. Bu kadar. Birbirleriyle alakası yok.
  • Müdahalesiz doğal tarım (Fukuoka – do nothing farming öğretisi) tarihe karışmak üzere. Haklı sebepleri de var. Müdahalesiz doğal tarımla üretim yapmak, daha doğrusu başka coğrafyalara uygulamak çok zor. Fikir yayılsa da teknik yayılmıyor. Bir de müdahale etmeyi öğrendik.
  • Avcı ila av arasındaki doğal döngüyü biz çok yanlış biliyormuşuz. En az iki tane döngü var. Biri yıl aşırı döngü, ilk sene av çok, av çok olunca o sene avcı çoğalıyor. İkinci sene avcı çok, haliyle av azalıyor, üçüncü sene başa dönüyoruz. İkinci döngü genel döngü 7 ila 11 yılda bir tekrar eden, muhtemelen güneşle ya da atmosferik nem ile alakalı döngü. Bu döngülere dikkat ederek doğal tarım tekniklerini uygulamak gerekiyor. Diyelim ki o sene etrafta çekirge yok. Bir yandan saman malcının yararlarını okudunuz, aklınızda gelecek sene bostana uygulamak var. Seneye saman sererseniz geçmiş olsun. Zaten seneye avcıların az olacağı için çekirge senesiydi, bir de saman serdiniz, ateşe benzin döktünüz. Mantığa ters gelse de tam tersini yapmalıydınız. Diyelim ki o sene yaprak biti azdı (meali seneye yaprak biti senesi olacak). Yaprak biti az diye bitti bu iş dememeli, lahanagilleri, brokolileri sökmemeli, çiçeğe tohuma bırakmalı. Yaprak bitleri yazın strese giren bu bitkileri emcükleyecek, onu yiyen avcılar aç kalmayacak ve kışı sağ atlatacaklar. Seneye yaprak biti çok ama avcı da çok! Güzeel.
  • F1’ler! İki senedir ağırlıklı olarak yeni F1’leri deniyorum. Tohumunun tanesi 10 dolar olan mı istersin, lezzet ödülü alan mı dersin. O kadar çok çeşit var ki. Üreticiyseniz -F1’lere karşı olsanız bile- tecrübe etmeniz gerekiyor. Bence. Değilseniz, iyi eğlenceler. Yeni F1'ler çok acayip :) Bu arada üreticiyseniz sakın ama sakın üretim alanınız tamamını F1'lere ya da tersi ata çeşitlere ayırmayın. Dengeyi bulun. Acı tecrübe oluyor sonra. (Kirpiyi yeni tanıyanlar için, ataları bir tur bitirdim ondan F1'lere geçtim).
  • Yatırım planlaması, finansal kararlar ve benzerleri bahçedeki uygulamaları dikte ediyor. Yapılan her harcamayı kesinlikle ayrı bir kasa defterine kaydetmeli. Ürün satılacak, onun geliriyle ödenecek mantığıyla yatırım yapılmaması gereken dönemindeymişiz (ürünler satılmadığı için iflas eden çok oldu). Yatırım işleri kolaylaştırmak yerine üretimi arttırmalıymış (tarlaya su getirmek gibi). Genel giderler asgaride tutulmalıymış. Rüştünü ispatlamayana şans verilmemeliymiş. Gibi. Bildiğimiz, duyduğumuz şeyler, lakin yaşamadan öğrenilmiyormuş.
  • Satışa ara veriyorsanız 6 ay önemli bir süre. Piyasa yokluğa uyum sağlıyor, nişler doluyor, tüketiciler başka kanallara bakıyor ve seni unutuyormuş. Peki ben ne kadar süre ara verdim :) 17 ay :) Aferin bana. 

29 Kasım 2024 Cuma

şipşak: makale nedir, nasıl okunur

Kasım ve aralık ayları ideal eve kapanıp kitap okuma dönemi. Kitaptan daha güzel bir şey varsa o da makaleler. Makale nedir, okurken nelere dikkat edileceği var bu şipşak yazısında.

Yaptığınız bir çalışmayı ahaliye duyurmak için yazdığınız yazıya makale deniyor. Bilimsel makale bunun bir tık alengirlisi. Bir yazım şekli var, kısa olması, başka bir çalışmanın kopyası/taklidi olmaması yani literatüre yeni bir şeyler katması isteniyor. İstenen en önemli özellik de makaleyi okuyanın yaptığınız çalışmayı tekrarlayabiliyor olması. Yani makaleyi okuduğunuzda, elinizde gerekli imkanlar ve teknik becerisi var ise, makalede denilenleri tekrarladığınızda aynı sonuçlara varacaksınız. Yani bir çeşit yemek reçetesi, tarifi. Literatür dedikleri de bir çeşit reçete kitabı. Nasıl yemek kitaplarında bir malzeme listesi, yapımı, resmi vs. var ise makalelerin de bir yazım tekniği var. Önden çalışmanın çok kısa özeti verilir – ki sizin işinize yarayıp yaramayacağını görün. Merak edip devam ederseniz literatürdeki çalışmaların genel hali, eleştirisi ve okuduğunuz çalışmanın yeri vardır. Sonraki kısımda çalışmanın yapılma şekli verilir – ki dilerseniz siz de adım adım çalışmayı tekrarlayabilin, uygulanan yöntemler, formüller vs. Bu kısım genelde çalışmanın en ürkütücü kısmı oluyor. Yemek kitabında soğanları karamelize edip deyip geçerler. “Karamelize edin” ifadesinin bilimdeki karşılığı Lawton et al. (1987) oluyor. Lawton mesela 1987 yılında oturmuş  kankalarıyla (“et al” saz arkadaşları demek), karamelize etmeyi ince ince çalışmış. Öyle tarif gizlemeye izin yok bilimsel çalışmalarda, özel bir merkeze kayıt olmanıza ya da gecelerce restoranlarda sürünmenize gerek kalmıyor. Bu kısma takılmayıp devam ederseniz çalışmanın kendisi çıkar karşınıza. Şunları yaptık, şu sonuçlara vardık, şöyle durumlar oldu derler. Yazının sonunda çalışmanın özeti, öz eleştirisi (şunu yapsak daha iyi olurdu) ve gelecekte neler yapılacağı yazılır, sponsorlara teşekkür edilir. En sonda da “hoca dedi diye yaptık” dememek için, çalışma sırasında okunan, yararlanılan kaynakların tamamı -eksiksiz- referans kısmında verilir. Bütün bu yazının 8-15 sayfa arasında olması istenir. Mevzu budur, bu kadardır, abartılacak bir tarafı yoktur.

Yemek tarifi benzetmesi absürt geldiyse, valla billa gelmesin. Kelimenin tam anlamıyla durum öyle. Gastronomi -yeme içme şeysi- çalışanların yayınladıkları yüzlerce makale var. Tost yapmayı ve makarna pişirmeyi makalelerden öğrendim :) Şu şu özelliğe sahip fırında tavandan 12,8 cm mesafede 214 derecede 75 sn ısıtılan ekmekler… diye yazmışlar kaşar ve tereyağı miktarını araştırdıkları çalışmada :) Büyük nehirleri geçen köprülerin hesabını da toprak analizini yorumlamayı da yararlı böceklerin sayısını arttırmak için gerekli bitkilerin adlarını, peyzaj tasarımını da biyokömürü de makalelerden öğrendim ben. Formata alıştıktan sonra gerisi çok rahat :)

Uzun lafın kısası: makaleler çalışmanın tekrarlanması için verilen tariflerdir. Yazarken de okurken de amaç tekrar.

.

Peki makaleleri nasıl okumalı? Gazete ya da roman okur gibi okunmuyor makaleler. Aksi gibi okuma sırasına göre de yazılmazlar. Şu adımları takip edin:

  1. Önce bulduğunuz kaynağın işimize yarayıp yaramayacağına bakıyoruz. Başlık, öz/abstract ve sonuç kısımlarını hızlıca okuyoruz. Yazara bakıyoruz, referanslarına bakıyoruz. Çalıştığınız konuya yakınsa, benzer ya da zıt sonuçları varsa veya ilginizi çektiyse ikinci adıma geçiyoruz.
  2. Makaleyi baştan sonra, ayrıntılarına ve yöntemlere takılmadan, okuyoruz. Buna ilk okuma deniyor. Yöntemlere fazla takılmayın. Yanınıza kâğıt/kalem alın ve önemli gördüğünüz noktaları not edin. Uzun uzun yazmanıza gerek yok, anahtar kelimeler, makaleyi yazanın iddiaları, aklınıza takılanlar. En fazla 5-6 kelime olacak şekilde.
  3. İkinci okumada baştan ve sondan detaylara girmeye başlıyoruz. Yönteme gömülmemek için bu aşamada girmeyin – gerek yok. Bu çalışma neden yapılmış, nelere dikkat edilmiş ve daha önemlisi nelere dikkat edilmemiş iyice öğreniyoruz. Çalışma sonucunda ortaya çıkanları atlamıyoruz haliyle.
  4. İkinci okumayı makaleyi özümseyinceye kadar tekrar edebilirsiniz. İsterseniz 3 kere isterseniz 10 kere, isterseniz de yazarak çalışın. Makaleden soru sorulduğunda artık tıkır tıkır cevap veriyor olmalısınız ikinci okuma bittiğinde.
  5. Hani olur ya böyle yara ince ince kaşınır. İkinci okumada ister istemez referanslara bakmaya başlayacaksınız. Başlıklarına. Konular ilginizi çekmeye başlayacak. İkinci okumayı tekrarlarken dikkatinizi çeken, yazarın vurguladığı makaleleri işaretleyin. İkinci okuma bittikten sonra işaretli makalelerle, arkada gözünüze çarpan diğer makaleleri internetten çekin, okuma listenize ekleyin.
  6. Bu adımda makaleyi değerlendiriyoruz. Sizin işinize yarar mı, ileride bu konu üzerine bir yazı, sunum hazırlayacak ya da uygulama yapacaksınız bu makaleyi açıp bakar mısınız? Öyleyse A verin :) Bakarım ama o kadar çok değil ise B, okuduk da boşa gitmesin ise C. + ya da – işareti anlaşılması rahat ya da zor anlamına geliyor. A+, efsane makale, temiz yazılmış hoşuma gitti çok yararlı. A-, efsane makale de anlayıncaya kadar canım çıktı demek. Onlarca makale geçecek elinizin altından, bu sınıflandırma elzem.
  7. Bu adımda notunu A+, A- veya B+ verdiğiniz makalelerin yazarlarını tek tek internette aratıyoruz. Eski çalışmalarını tarayıp benzer konuda olan makaleleri çekiyoruz. Yukarıda verilen ilk üç- dört adımı uygulayabilirsiniz, baştan sona okumanıza gerek yok. Vaktiniz var ise okuyun tabii.
  8. Geldik en önemli adıma. Uygulama ya da tekrarlama. A verdiğiniz makaleleri tekrar okuyoruz. Bu sefer yöntemler/formüller/model ve simülasyon kısmını atlamadan. Her makale aynı değil, ancak makalede yapılan çalışmayı bir tur uygulamaya çalışacaksınız bu adımda. Diyelim ki bir çiçeğin yararlı böcekleri çektiği, bu çiçeği ektiğiniz alanda 50 metreye kadar mesafede yararlı böcek sayısını arttırdığı yazıyor. Ekin görün. Başka bir makalede diferansiyel denklemler (değişim denklemleri) var, bilgisayarda modelleme yapmışlar. Siz de MATLAB’i ya da başka bir programı açıp bu formülleri girip modeli oluşturuyorsunuz. Makalede verilen grafikleri siz de çıkarmaya çalışıyorsunuz. Bu adım çok çok ÇOOK önemli. Nasıl pasta tarifi kitabındaki tarifleri uygulamadan pastacı olamıyorsanız ya da kitabı okudum diyemiyorsanız çalışmaları uygulamadan “bu makalenin dediği doğru” diyemezsiniz. Çinlilerin ve maalesef bizimkilerin onlarca makalesi var, içi boş, baştan sona sabunlamışlar. Bu son adıma gelinceye kadar içerdiği palavranın farkına varmıyorsunuz. Birebir aynı sonuçlara ulaşmanıza gerek yok, sadece benzer ya da yakın sonuçlar alacağınızı görmeniz gerekiyor. Bu son adıma üçüncü okuma ya da son okuma deniyor* Başardınız, artık makaleyi okudum diyebilirsiniz.
  9. Son adım, baştan sona tarayıp artık eksik bir noktanın kalmadığından emin olmak. Tebrikler, suyu çıktı makalenin :) Bu arada referanslarda kimi makalelerin çok sık geçtiği fark etmişsinizdir. Süper, onları da suyunu çıkarın bir ara.

* Sekizinci adım ile ilgili not: Tabii ki her makaleyi uygulama şansınız olmayacak. Sizin şansınız yoksa başkaları uygulamış mı? Başkaları referans göstermiş mi? O çalışmaları inceleyin.

.

Kabaca bir otuz ila elli makaleyi tarayacaksınız bu şekilde. Korkutmasın, çoğunu ilk 2-3 adımdan sonra bırakıyoruz zaten. Bunlardan anca ikisi ya da üçü A alır. Bir on tanesi de B. Konuya hâkim olduğunuzu hissedersiniz. Sonra öğrendiklerinizi uygulayın. Keyifli oluyor zira :)

Hamiş: Bilimsel makale bir yazım formatıdır. Eskiden makaleler dergilere gönderilir, konuda bilgili insanlar tarından incelenir, onaydan sonra yayınlanırdı. Artık o kadar palavra dergi, yayın ve dernek var ki, bilimsel denmesi bir yetki ya da otorite ifade etmiyor. O yüzden bilimsel kelimesine fazla takılmamalı, makale ya da çalışma deyin geçip gitmeli.

27 Kasım 2024 Çarşamba

çalakalem: daha çok kompost!

Kompost eğitimi üç seviyede olmalı. İlk seviye şu an eğitimlerde anlatılanların tamamı, ikinci seviye üretimi arttırmak için gerekli bilgiler olurdu. Üçüncü seviye ise üretim ya da satış için üretimde dikkat edilmesi gerekenler olurdu. Satış derken paketleyip kompost satanlar ile belediyeler, üretim derken de ürettiği kompostu çiftliğinde kullanacak üreticileri kastediyorum. Üçüncü seviyede yasalar ve yönetmelikler var – gerçi bizde ya yasanın kendisi yok ya da kimse takmıyor- Mesela, kompostu tarlalarında kullanmak isteyen üreticiler en az beş kere belli sıcaklığa ulaşacak şekilde çevirmesi ve düzenli olarak sıcaklığını kayıt altına alması gerekiyor. Gerçi 90-120 gün kuralı bile bilinmezken ortalığı karıştırmasak mı? :) Belediyelerin bu işte uzmanlığı olan çevre mühendisleriyle çalışması gerekiyor.

Bu yazı ikinci seviye çalakalemi. Yani üstün körü anlatılmış hali.

.

Diyelim ki kompost sisteminizi kurdunuz. İşler tıkırında ilerliyor ancak size daha çok kompost gerekiyor. Ne yapmalı ne etmeli de bu işi oldurmalı?

Öncelikle hesabınızı bir gözden geçirmeli :) Üreticiyseniz, size gerçekten o kadar kompost gerekiyor mu?

Gerekenin Hesaplanması

Bahçe toprağınızın organik madde seviyesi %5’in (kimi iklimlerde %3’ün) altındaysanız öncü bitki bölgesindesiniz. Bu seviyenin üzerine çıkarsanız bakım işlerini kolaylayacak, su tüketimini azaltacaksınız. Yurtdışında birçok üretici ilk yıllarında yılda iki kere olmak üzere 5 cm kalınlığında, toplamda 10 cm kalınlığında kompost seriyor. 100 metrekare bahçeniz var ise bu 10 metreküpe yakın kompost demek. Deli rakamlar! Kompost sudan ucuz olunca tabii ser serebildiğin kadar ancak bu durum bizim için geçerli değil.

Gördüğüm kadarıyla bu sayılar abartılı, bu kadar uygulamadan da durumu kotarabilirsiniz. Toprağınızı toparlamak istiyorsanız ilk 3-4 yıl toplamda 5 cm kalınlığında kompost kullanmanız fazlasıyla yeterli. Şayet mineral dengelemesi yaparsanız, yani toprağınızdaki mineralleri birbirleriyle olmaları gereken değerlere yaklaştırışsanız, kompost ihtiyacınız ciddi oranda azalıyor. Mineral dengesine ulaşılmış topraklarda organik madde seviyesini arttırmak için (dengenin %40 üstü bantta olması durumunda) yıllık yarım cm kalınlığına kompost yeterli olurken, %20 bandındaki topraklarda 1 ila 1,5 cm kalınlığında kompost sermeniz yeterli olacak. Bu değerler yaklaşık değerler.

Mineral dengesi sağlanan toprakların kompost ihtiyacı neden azalıyor diye soracaksanız cevabı şöyle. Charles Dowding gibi tonlarca kompost serenler esasında kompostu toprağa çevirmek konusunda oldukça başarısızlar. Serilen ya da toprağa karıştırılan kompostun büyük bir kısmı (%40-60) ilk sene sonunda gaz olup havaya dönüyor. Bunun başlıca nedeni de eklenen maddenin hayata yani mikroorganizmalara, köklere, yabani ota vs. dönüşmemesi. Eklenen organik maddenin toprakta biyokararlı organik maddeye dönüşmesi için karbon ve azot yeterli değil, diğer elementlere de gerek duyuluyor. O yüzden ya komposta mineralleri eklemeli ya da toprakta hâlihazırlarda o mineraller olmalı. Aksi taktirde eklenen kompost gaz olup uçup gidiyor.

Özetle, 100 metrekare bahçe için gerekli kompost miktarları yeni kurulan bahçelerde 5-10 metreküp kompost, seviyeyi korumak için 1-2 metreküp.  Mineral dengesi sağlanmış alanlarda 0,5-1,5 metreküp kompost yeterli olacaktır.

.

Yukarıdaki hesaba göre de kompost üretiminizi arttırmanız hala gerekiyorsa cevap vermeniz gereken sorular şöyle: Yığını kurarken gereken malzemeyi arttırabilir misiniz, arttıramaz mısınız? Arttırırsanız bu malzemeyi depolayacak altyapınız ve sonra işleyecek ekipmanınız var mı?

Arttıramıyorsanız, yani aynı miktarda malzemeden daha fazla kompost üretmeniz gerekiyorsa, çare biyokömür. Arttırabiliyorsanız aradığınız çözüm kompostun aşamalarındaki ayrıntılarda gizli.

.

Biyokömürle Kompost Üretimi Arttırmak

Kompost üretimi esasında çok verimli bir işlem değil. Yığının ulaştığı sıcaklığa, bekleme süresine ve üretim hızına bağlı olarak giren malzemenin %30 ila %65’i komposta dönüşmüyor, yanıp gidiyor. Yani zar zor taşıdığınız, yığdığınız malzemenin yarısı gaz olup uçup gidiyor. Ham biyokömür işte bu noktada bize yardımcı olacak. Karbonun azotu yakalaması gibi bir özelliği var (aktif karbonun nitratları). Hani kümese ham biyokömür atıyorduk da kümesin içindeki kokuyu bir anda kesiyordu, aynısı. Benzer şekilde yığında biyokömür varsa yığındaki azot uçup gidemiyor, kompost için kullanılan kullanılıyor, geri kalanı biyokömür tarafından tutuluyor. Biyokömür zaten su emen ve suyu tutan bir malzeme, karbonun da tek başına gaz olacak hali yok.  Sıcak kompostta biyokömür kayıp oranını %40’dan %15-20’ye, soğuk kompostta da %60’dan %30lara çekecektir. Başka bir ifadeyle %20 ila %50 daha fazla kompostunuz olacak.

Burada dikkat edeceğiniz noktalar şöyle:

  • Biyokömürün kendisi karbon, hem de yüzde 96-99 saflıkta! Kompost karışımının karbon:azot oranını hesaplarken biyokömürü hesaba katarsanız işler karışır. Bakteriler biyokömürdeki karbonu kullanamazken bizim biyokömür yığındaki azotu kendine bağlıyor. Bakterilerin de yararlanacağı azot miktarı azaldığından oranlar şaşıyor, yığın azot noksanlığından ısınamıyor, gerekli sıcaklığa ulaşamıyor. Bu yüzden yığını kurarken biyokömürün karbonunu dikkate almıyoruz, hesaba katmıyoruz.
  • Biyokömürü kompost yığınına farklı aşamalarda ekleyebilirsiniz. Yığını kurarken eklemek yukarıda açıkladığım gibi hesabı şaşırtıyor. Yığını kurarken biyokömür ekleyecekseniz, kompost yığının hesabını bildiğiniz gibi yağın, biyokömür için ilave ihtiyaç duyulan miktarı da hesaplayıp yığına ilave gübre ekleyin. Tabii bu durumda madde kaybının önüne geçemiyorsunuz. Vaktiyle biyokömürlü yığın kurarken ne kadar ilave azot/yeşil malzeme eklemek gerektiği için bir aralar denemeler yapmıştım. Hesapladığınız değerin yarısından başlayın, duruma göre arttırıp azaltarak ideal orana ulaşabilirsiniz.
  • Komposttaki madde kaybı uygulamadan uygulamaya değişse de %10-15 ilk iki çevirmede, %20-30 ilave çevirmelerde ve geri kalan miktar da yığının olgunlaşması için kenarda beklediği zamanda oluyor.  Yani esas kayıp ilk iki çevirmede değil, onu takip eden işlemlerde. Ayrıca ilk iki çevirmede sıcaklığın 65 derece üstüne çıkması patojenlerin ve tohumların ölmesi için önemli. Ya ilk iki çevirmeden sonra ekleyin ya da yığını dinlenmeye bırakacağınız zaman. Üreticilerin yığını en az beş kere çevirmeniz ve her çevirmede belli sıcaklığa ulaşması gerekiyor. Üreticiler bu yüzden işlemin en sonunda eklemekten başka şansı yok.
  • Biyokömürü öğüterek mi kullanmalı öğütmeden mi? Kendi bahçenizde kullanıyorsanız mıcır büyüklüğünde olması toprağınız için ideali. Ancak ürün satacaksanız müşteriler kompost poşetinin içinden “kömür” çıkmasını pek hoş karşılamayacaktır. Bu yüzden toz halini kullanmanız gerekecek. İri mıcır halindeki biyokömürü komposta ekliyorken uzun uzun hesap yapmanıza gerek yok. Yığının hava almasını engellemez, suyu da yeteri miktarda tutar. Ancak toz biyokömür yığının hava almasını engeller, fazla su tutar ve yığını boğar. Yığın anaerobik olur. Bu yüzden toz halinde ham biyokömür kullanırken su miktarı, özgül ağırlık ve çevirme sıklığı hesaplarına dikkat etmek gerekiyor.
  • Biyokömür ayrışmayan bir malzeme olduğu için kompost küçülürken hacmi azalmayacak. Biraz deneme yanılmayla bitmiş kompostta %5-10 arasında bir miktarı hedefleyin. Bunun için 1,5-2 metreküplük yığına (kenarları 120 cm olan küp) kabaca 20 litre biyokömür (1 çuval) koymanız yeterli olacaktır. 

Biyokömürü, nasıl üretildiğini, değerlerini vs - gerekli gereksiz bütün ayrıntılarını- instagramda işledik. Kirpininburnu profiline girin, sabit hikayelerde adım adıım üretimi var.

.

Kompostun Aşamaları

Dışarıdan getireceğiniz malzemeyi arttırabiliyorsanız, bir süre sonra işleme kapasiteniz ve alanınız yetersiz gelecektir. Verimi arttırmanız gerekiyor. Bunun için de kompostun aşamalarına, bilhassa ön işlemlere özen göstermelisiniz. Kompost yığınını kurulduğunda en hızlı şekilde üretim bandından çıkmalı ve olgunlaşmaya alınmalı ki yeni yığını kurabilir ve üretime devam edebilesiniz.

Kompost eğitimlerinde bodoslama karbon:azot oranından başlanıyor ancak kompost üretimi esasında üç aşamada meydana geliyor. Ve hayır, üç aşama da elzem. Ve evet, karbon:azot oranı 2. aşamada bize gerekiyor.

  • Ön işlemler, önkompost: Malzemelerin ayrışma için hazırlandığı işlemlere verilen genel ad ve bu işlem sonucu ortaya çıkan malzeme.
  • Ayrışma – Kompost: Bu kısmı muhtemelen biliyorsunuzdur
  • Olgunlaşma: Kompostun toprakta kullanılması için yapılması gereken işleme verilen ad.

Bu konuların her biri kendi mevzu yazılarını hak ediyor. Özeti şöyle.

Ön işlemler: Ayrışma aşaması reaksiyonun meydana geldiği, yığının ısındığı, içindeki zararlı mikroorganizma ve tohumların öldüğü aşama. Ayrıca en meşakkatli ve pahalı aşama da bu kısım. Üreticiyseniz kompost çevirecek makine – pahalı, kendiniz için üretiyorsanız -beliniz. İşte ikinci aşamanın pürüzsüz, tıkırında olmasını istiyoruz. Hızlıca olsun, kimse fazla yorulmasın. Hele gelin bunu yığına ekleyeceğimiz malzemelere anlatın. Bir köşede azotça zengin malzemelerden ev ve restoran atıkları. Çok hızlı bozulur, kokar ve işin en kötü tarafı ya çok azdır ya da çok fazladır. Depolayamazsanız, bekletemezsiniz, haşere çeker. Karbonca zengin malzemelerden güz yaprakları. Böceklenmesi problem değil ise bekletebilirsiniz, ancak içinde muhtemelen plastikler ve çöpler vardır. Ayrıca ıslandığında birbirine yapışır, yağının hava almasını engeller. Al başına iş. Aklıma gelen diğer problemleri kısaca şöyle

  • Saman- diğer malzemelerle karıştırması zor, çok hava alıyor, ilave birkaç tur daha karıştırma istiyor. Fare ve böcek çeker.
  • Hayvan gübresi – durduğu yerde ayrışmaya başlar, dipten sızan sıvı. Kokuyor, aletlere yapışır.
  • Kahve telvesi – vıcık vıcık bir şeye dönüşür, küflenir. İyi karışmaz.
  • Kahve kapçığı – aşırı hafif, ince malzeme. Zor karışır, rüzgarla uçar.
  • Dallar – öğütülmek ister
  • Bahçe atıkları – kimi uzun, kimi kalın, kimi dikenli. Öğütülmek ister ama içinde taş olabilir.
  • Restoran atıkları – içinden her tür malzeme çıkar. Saman, yaprak vs ile karıştırmak zor.
  • Hal, mezbaha atıkları – depolanmaz, kokar. Dibinden sızan su ayrı dert. Yığına bütün olarak eklerseniz iyi karışmaz, ilave çevirme ister.

Gibi gibi. Liste uzayıp gidiyor. Neredeyse her malzemenin gıcık tarafı var. Bir işlem yapmadan doğrudan 2. Aşamaya geçerseniz istenen sıcaklıklara ulaşamazsınız, ilave çevirme ister, istenen sürede kompost elde edemezsiniz, üretim alanını gereksiz yere tutar.

Ön işlemler malzemeyi ayrışma sürecine hazırlamak için yaptığımız fiziksel, kimyasal ya da biyolojik işlemlere verilen genel ad. Ön işlemden çıkmış, artık kompostlaşmaya hazır malzemeye önkompost diyoruz.

Örnek vermek gerekirse:

Fiziksel: Samanı ince kıymak (evet kıyılmış samanı bir tur daha kıyıyoruz), dalları öğütmek, çok ince malzemelerle kalın malzemeyi karıştırmak (ince talaş ila kaba talaşı karıştırmak gibi). Azotça zengin atıkları dondurmak ya da kurutmak da bu gruba giriyor (dondurulmuş atıklar hücre zarı patladığı için daha hızlı ayrışır, kurutmak ufalanmasına neden olur).

Kimyasal ve biyolojik: Bilhassa azotça zengin atıklara yaptığımız işlemler. Bokaşi! Bokaşi, nam-ı diğer çöp turşusu ya da kuru turşu, esasında kompost değil, bir ön işlem! Bokaşi dediğiniz malzeme esasında bir önkompost. Kolayca bozulacak bir malzemeyi depolamaya yarıyor, sonra da ayrışma işini hızlandırıyor.

Kahve telvesi ya da kapçığı gibi malzemeleri böceklere yedirmek de başka bir örnek (siyah asker sineği). Amaç sinek üretmek olmadığı için böceklerin atıkta üremesi ve yayılmasına olanak sağlayacak bir ortam sağlıyoruz. Sonra içinde larvalarla birlikte yığına ekliyoruz. Sinekler ve larvaları ilk çevirmede sizlere ömür. Bu biyolojik işlem, kahve telvesi ve kapçığının hızla kompostlaşmasını sağlıyor. Aynı işlemi güz yapraklarına da yapabilirsiniz.

(İkinci aşama için ilave bilgi olarak: Sadece karbon:azot oranına dikkat ederek yığın kuramazsınız. Kendiniz için üretiyorsanız bu konuya dikkat etmenize gerek yok ancak üreticiyseniz su miktarı ve özgül ağırlık gibi hesaplamalara bir göz atmalı. Genelde yığında sıkıntı var ise mevzu bu iki konuda patlıyor. )

yaprakları öğütmek yerine poşetlerde/çuvallarda böceklendirip çıkan ürünü kompostta kullanabilirsiniz.

Üçüncü aşama olgunlaştırma: Kısaca ifade edersek bitkiler topraktan besinleri iki şekilde alıyor. İlki bizim tuzlu su içmemiz gibi. Toprakta tuz var, kökte yok, kökün içine geçiyor. Diğer yöntemde bitki köklerinden zayıf asitler ve amino asitler salgılayarak topraktaki besinleri çekiyor. Bu arada topraktaki bakteri ve mantarlarla iletişime geçiyor. Kompostun içindeki bakteriler ile topraktaki bitkiye besin ileten bakteriler ve mantarlar aynı değil. Sanki biri Çince konuşuyor diğeri Türkçe. Anla anlayabilirsen. Kompostu bir kenara yığıp, tercihan 6 ay dinlendirmemiz yani olgunlaştırmamız işte bu yüzden. Kompost bakterilerinin toprak bakterilerine yol vermesi için bekliyoruz (bu ifade teknik olarak tam doğru değil ama idare edin :). Olgunlaşmamış kompostu toprakta kullanırsanız iletişimin iyi olduğu yerlerde bitkiler kuvvetle büyürken, iletişimin kötü olduğu yerlerde -yani kompost bakterilerinin işinin devam ettiği kısımlarda- bitkiler büyümez, çelimsiz kalır. Olgunlaşmamış kompostu bahçenizde kullanacaksanız, yüzeye serin, toprak ile karıştırmayın. Kompost satacaksanız olgunlaştırmadığınız ürünün satışını yapmayın. Müşteriden kötü yorum alırsınız.

.

Kapanış: İkinci seviyede tek tek malzemeleri inceleyip, ön işlemleri, uygulamaları ve depolama teknikleri anlatılır. Yani konu uzun. Olgunlaştırma konusu da uzun, başlıklar olgunlaştırma tekniklari ve olgunlaştırmayı hızlandıran işlemler, süper kompost yapımı diye gidiyor. Mikroskop altında incelenmesi, analizleri... Konu uzun diye korkutmasın, işin eğlencesi bu seviyede. Üçüncü seviyede yasal mevzuatlar, küçük-büyük ölçekli tesislerin tasarımı ve yerleşimi var.

17 Kasım 2024 Pazar

mevzu: ay takvimi

Şu son haftalarda kafam o kadar dolu ki, bu hafta küçüğünden linç yemişim haberim olmadı. Konumuz ay takvimi.

Tohum ekerken, fide dikerken, sarımsağı toprağa sokarken -sarımsak ekilir mi dikilir mi, kafam hep karışıyor (iç ses: gerçekten ne boş muhabbet ya, her neyse ben yazıya devam edeyim)- Ay’ın evrelerine dikkat etmeli mi etmemeli mi?

Kısa cevap: Günümüz şartlarında (açıklaması aşağıda) pek etkisi yok. Deney sonuçları tutarlı çıkmadı. Ay takviminden daha çok dikkat etmeniz gereken ve sonuçları ciddi oranda fark ettiren onlarca şey var (mineral dengesi, organik madde miktarı, biyolojik faktörler, sulama vb.). Mesela buğday ekmeden önce çinkoyla yüklerseniz rekolteniz %5-15 oranında artar, ancak ekim sırasında mibzeri tıkayabilir- tecrübeyle sabit. Mineral dengelemesi yaparsanız rekolte %30-40 artar. Sulama yaparsanız iki katına çıkabilir…  Ancak Ay takvimi için meeh, boş işler bunlar da demiyoruz çünkü:

  1. Etkisi var ancak denildiği kadar değil, söylenenlere yakın bile değil. Yukarıdaki buğday örneğinden devam edelim, %1-2 anca. %2 rekolte zaten biçerdöverin tarlada bıraktığının beşte biri. Ay takvimine dikkat edip ekmek yerine biçerdövere doğru ayar yaptırırsanız (ki bunun için biçerciye doğru ayar yapmanız gerekiyor- hepsi değişik tipler) tarladan daha fazla buğdayla dönersiniz.

  2. Bu işle ilgilenenlere, hobisi olanlara disiplin getiriyor. Fidelerin ne zaman ekilmesi gerektiği, bunun hesabının nasıl yapılacağını onlarca kez paylaştım/paylaştık. Ancak hesap itici geliyor, ay takvimini takip etmek daha eğlenceli. Herhalde ondan. Daha fazla kişinin bahçeyle, toprakla ilgilenmesi herkesin yararına. Permakültürle ilişkisi mutualist değil, kommensal- sığıntı akım- bir taraf fayda sağlıyorken diğerlerine zararlı bir etkisi yok (konu her açıldığında mütemadiyen linç yemek dışında :)

Açıklaması:

Eski kaynaklara bakarsanız şu tür ifadelere denk gelecekseniz: “toprağı sürün, üzerinden ay geçsin, sonra ekin”. Tamam sürdük, peki neden ayın geçmesini bekliyoruz? Ay derken bir ay yani 30 gün mü, yoksa dolunay mı?

Işık kirliliğinin ortasında yaşadığımız günümüzde pek fark etmesek de Ay’ın evrelerinin doğa üzerindeki etkisi şüphe götürmez. Bu ilişki özellikle gecelerin daha aydınlık geçmesi ve avlanmanın kolaylaşması üzerine kurulu. Dolunay zamanı avlar pek ortalıkta gözükmek istemez. İyileşmiş topraklarda (yani biyolojik olarak aktif, organik madde miktarı yüzde beşten daha yüksek topraklarda- dilediğinizde dirseğinize kadar kolunuzu soktuğunuz) dolunay vakti tek tük solucana denk gelirken, yeni ay döneminde solucandan bahçede yürüyemezsiniz. Toprağın üstü kıyma tabakası gibi solucan ile kaplanır. Tabii ki bu durum yeni aya özgü değil, havanın kapalı ve yağışlı olduğu günlerde de solucanlar yüzeydedir. Bu durum hem ekolojik döngüye hem de bitki gelişimine etki ediyor.

Toprak kalınlığını bu örnek için 30 ila 40 cm derinliğinde hayal edin. Dolunay döneminde solucanlar toprağın alttaki 20 cm’inde yaşamlarına sürdürürken, ışığın olmadığı dönemlerde yüzeydeki 10 cm’de daha aktifler. Solucanlardaki bu davranış değişikliği bitkilerin büyümesi üzerinde bariz etkisi var. Normalde yağmur suyuyla derinlere giden besinler ve mineraller yalnızca kılcallık (suyun yüzeyden buharlaşması) ya da solucan gibi biyolojik etkiler ile yüzeye geri dönüyor. Kılcallığın aksine solucanların taşıdığı tuzlar ve besinler bitkilerin kullanabileceği formda. Bunun nedeni de solucanların sindirim sisteminde hem ayrıştırıcı (kompost) hem de toprak bakterilerinin yaşıyor olması. Solucan gübresini bitkiler doğrudan kullanabilir, hem besinler kullanıma hazır olduğu için hem de gübrenin içinde bitki-bakteri ve bitki-mantar iletişimini sağlayan bakteriler olduğu için. Hatırlarsınız sıcak kompostta bu dengenin sağlanması için kompostu olgunlaştırıyorduk. Kıştan sonraki ilk dolunaya ve de onu takip eden yeni aya solucan dolunayı/ayı denmesi de bundan. Kışın derine giden besinler yüzeye taşınır ve bahara girerken bütün alan gübrelenmiş olur. Bunun dışında solucanlar üremek ve yayılmak için yüzeye çıkıp göç eder. Aynı yerde çok sayıda solucan var ise toprak altında solucan ile beslenen canlılar (toprak çıyanı gibi) çoğalır. Biyolojik olarak aktif topraklarda (muhtemelen denk gelmemişsinizdir) bu göç olayı öyle bir şekilde oluyor ki toprağın üzeri kıyma tabakasıyla kaplanmış gibi.

Biyolojik olarak iyileşmiş toprakla uğraşmıyorsanız yukarıdaki mevzuların sırası karışıyor. Dolunay vakti bahçede birkaç adet solucana denk gelmeniz gayet normal, sürü halinde çıkmışlarsa çıkmak istediklerinden değil, çıkmak zorunda olduklarından. Ya toprak tuzlanmıştır ya avlanılıyordur ya da su basmıştır. Gibi.

Toprağı sürdükten sonra bir ay geçmesini beklememiz bundan. Toprağı sürünce toprağı alt üst ediyoruz ya da deviriyoruz. Her türlü topraktaki bakteri ve mantarların sırası ve dağılımı değişiyor. Toprağa bir anda bol miktarda oksijen geliyor – sanki kompostu devirmişsiniz gibi ayrıştırıcı bakteriler çoğalıyor. Bir dolunay kadar beklerseniz, solucanlar derine geçecek, topraktaki dağılım oturacak ve tıpkı kompostu olgunlaştırdığımızda olduğu gibi bitkinin toprakla iletişimini sağlayan mikroorganizmalar çoğalacak.

Tabii ki bu durum yalnızca biyolojik olarak sağlıklı diyeceğimiz, organik madde seviyesi %5’den fazla olan, mineral dengesi büyük ölçüde bozulmamış (kapasitenin en az %20 ve üzeri) topraklarda her zaman meydana geliyor. Mineral dengesi bozulmuş topraklarda her zaman olmuyor, ritmi bozuluyor. Organik madde seviyesi yüzde beşten az topraklarda bu ritim aranmaz, genelde olmuyor çünkü.

Osmanlı dönemi kaynaklarını tekrarlayacaksanız ya da uygulayacaksanız yukarıdaki duruma dikkat edin. Bizim bahçedeki, iyileştirilmemiş alanlarda denilenleri sayısız kere denediğim halde kitaplarda yazanlar meydana gelmedi. Bol bol kompost ekleyip, mineral dengesini sağladığım ve biyokömür eklediğim topraklarda ise kitapta yazılanların aynısı meydana geliyor. Toprağı sür, başka işle uğraşma, dolunayın geçmesini bekle ve ek. Çapaya da gerek yok, yorulmadan en kolayından iyi ürün alıyorsunuz.

Eski dönem çiftçisi iseniz, topraklar daha bozulmamış, doğanın ritmi Ay’ın ritmini takip ediyor. Tabii ki ay takvimini kullanacaksınız. Solucan dolunayından sonra ya da önce diye başlayacak takvimler. Ona göre tohumlarınızı ekeceksiniz. Yüzlerce beygir gücünde traktörünüz yok, işi toprağa yaptıracaksınız. Toprağın oturmasını bekleyeceksiniz.

Doğa illa Ay’ı mı takip ediyor. Bazen. Toprağın üzeri malç ile kaplıysa zaten ışık gelmiyor demektir. Gündüz, gece, dolunay ya da yeni ay fark etmez, solucanlar her daim toprağı karıştırır, mineralleri alt üst hareket ettirir. Malç tabakası büyük sıcaklık değişimleri de engeller. Malç yok ama hava kapalı, solucanlar için bayram. Ne dolunay ne yeni ay ama ayaz var. Ahali gezmeye çıkarsa hiç şaşırmayın.

.

İlla Ay takvimini takip edeceğim diyebilirsiniz. Doğanın bu takvimi takip ettiğini zaten yukarıda ifade ettim. Ancak bizim şu an uğraştığımız topraklarla uğraşıyorsanız ritim mitim yok. Bu ektiğimiz toprakların çoğu Osmanlı döneminde ekilmiyordu, hatta çoğunda hayvan bile otlatılmıyordu. Boş alandı, çayırlardı. Mesela Bolayır köyündeki çayırlar mevkii -şu an çiftliğin kurulduğu alan- 1940larda suyun gelmesiyle otlatılmaya açıldı, sadece köyün etrafı otlatılır ya da ekilirdi (ki oralarda şu an jandarma var, mezarlık var, kalanında da evler var). O dönemde ekilen alanların büyük bir kısmı şehir ve köylerin büyümesiyle kaybedildi.

Bunun dışında ay takviminde iddia edilen tarihler, yöntemler ya da direktiflerin hiçbirinin bizim şu anki tarıma ya da hobilere uymadığını gördüm. İsterseniz siz de defaten deneyin (istatistiksel olarak anlamlı olması için en az 20-21 defa), sonuçları kayıt altına alın. Aradaki farkın anlamlı olmadığını göreceksiniz (bu da tecrübeyle sabit, onlarca deneme yaptım vaktiyle). Ne zaman doğayı öne alıyorsunuz, toprağınız hayat doluyor işte o zaman tohum ekerken dolunaya dikkat edebilirsiniz. Yok diyorsanız ki beni motive ediyor, ne güzel :) Devam edin.

Önce tohum değil.

Önce takvim değil.

Önce yöntemler değil.

Gurular hiç değil.

Önce toprak.

Önce toprağınızı toparlayın. Gerisi ortaya çıkıyor zaten.

Tohum da ekiyor musunuz dikiyor musunuz, sizin bileceğiniz iş. Nasıl mutlu oluyorsanız :)

Sevgiyle,

Kirpi

 

Hamiş 1: Ay takvimini ben de takip ediyorum - işime geldiğinde. Baktım bahçe işlerini hep öteliyorum, dolunayda yapacağım diyorum. Kendim için.

Hamiş 2: Ayın çekim gücü vs. yapmayın. Dolunay demek ayın yakın olduğu anlamına gelmez. Şayet o kadar etkisi olsaydı Ay her yaklaştığında deprem olurdu- ki bu da depremlerin yarısının yeni aya denk gelmesi demek olurdu. Olmuyor.

25 Ekim 2024 Cuma

ekim 2024 - son birkaç ay

Dev dalgalar hayal edin. Baktığınızda gökyüzünü kaplayan, ucu uçağı görülmeyen. Vursa nefesinizi ciğerlerinizden çekip alacak. Bu dalgaların gölgesinde can simidine sarılmış haldesiniz, bir başınıza oradan oraya savruluyorsunuz, dayak yiyorsunuz. 2018’den beri girişimcilerin neler hissettiğini anlarsınız.

Kirpi’yi kurarken avukatlara ve muhasebecilere onlarca kez danıştım, kapı kapı dolaştım. Altı üstü 10 bin lira sermayeyle şirket kuracaktım ama soruma cevap almadan adım atmak istemedim. Şirket iflas ederse ne olacak? Çoğu cevap veremedi, süreci bilmiyorlardı. Bana şu sözü farklı makamlardan tekrarladılar – iflas etsin diye şirket mi kurulur!?

.

Kurulmaz di mi? Kar etmek için para kazanmak için kurulur şirketler? Di mi?

.

2021’in Eylül ayı. Patent işleri uzun sürmüş, haziranda satışa çıkacak ürünler eylül sonuna yetişmiş. Heyecandan ellerim buz kesti o ay. Başladık diye değil, ilk dalga kafama inmek üzereydi de ondan. Daha satışa başladıktan iki ay geçmeden, limandan bir fersah bile açılmadan fırtına kapandı üstüme. Dolar bir günde iki katını aştı sonra çakıldı. O günden bugüne onlarca dalga yedi Kirpi. Dayaktan serseme dönsem de devam ediyorum, mücadele ediyorum. Hedef fiyattan şaşmadan, tükürdüğümü yalamadan şu aletleri ürünleri üretmeye çalışıyorum. İlk günde verilen destekler silinip gideli çok oldu. Gerçi bu duruma pek de şaşırmamalı, destek verenlerin vermeyenleri kendileri silindi gitti. İlk okuduğumuz kitapları basan Sineksekiz bile gitti, varın gerisini siz düşünün.

.

Aklımdakiler tam deli işi. Girişimler başarısız olmak için atılan adımlardır. Şirketler iflas etsin diye kurulur. İkna etmeye çalıştığınıza ürün satamazsınız. Buhran dönemleri üretim ve inovasyon dönemleridir. Gaza yokuş aşağı giderken basılır. Küçülmek büyümekten daha zordur…

.

Biliyorum, tanıtımı videoları olsa daha güzel olur. Şöyle bir doküman olsa, her aleti tek tek anlatsa… Buğday satışa çıksa güzel olurdu mesela. Ürettiğim kasalarca domatesi satsam daha da iyi olurdu. Verdiğim sözleri tutabilseydim ne güzel olurdu. İş birlikleri olsa, kapı kapı dolaşıp anlatsam güzel olurdu. Olurdu valla. Yalan yok. Ancak olmaz, olamıyor…

Öyle güzel tanıtımlarla, plastiksiz ambalajlarla, iş birliktelikleriyle sürdürülebilir üretim şu an mümkün değil. Videoları edit’leyecek, tanıtımlar hazırlayacak zamanlarda sermaye avına çıkmanın gerektiği dönemdeyiz. Lütfen kimse kusura bakmasın. Sürdürülebilirlik öyle janjanlı sunumlardaki resimler gibi değil. Doğalgazdan kısıp, sobada palet yakmak, sobanın yanına patik demek, tarhana demek.

.

Kirpide dibi sıyırıyorum. Sonuna kadar zorluyorum, zorlanıyorum. Gelecek ay aletleri tamamlanmış olacağım, mesela 500 adet tel çapa geliyor. O zaman biraz keyifleneceğiz.

Sonrası? Sonrası işte işin en şen şakrat kısmı.

.

Hamiş: Bu yazıyı 4,5 dönüm bostanın yollarına sermek için 70 küsür balyayı sırtımda 15 küsür km taşıdığım ayda yazıyorum. Yukarıda yazdıklarımdan emin miyim? Açıkçası kendime güvenmekten başka ihtimalim yok şu an. 

11 Temmuz 2024 Perşembe

şipşak: yağmur hendeği

Konu permakültür olunca klişeleşmiş takıntılar var. Mesela biri bitki kasası, nam-ı diğer yükseltilmiş bitki yatağı. Temiz duruyor, düzenli ancak Akdeniz ikliminde çalışmıyor. Yani bize pek uymuyor. İstisnaları var, okullar, köpek beslenen bahçeler, restoranlar vs.. Diğeri yağmur hendeği. İngilizcesi swale. Eline kepçe geçiren herkesin yağmur hendeği kazası geliyor. Allah’tan kepçenin saati ucuz değil de büyün ülkeyi kazıvermedik. O kadar çok yanlış uygulama var ki, olmayacak yerlere hesapsız kitapsız yapıştırıvermişler.

Geçenlerde Mardin’deydim. Türkiye’de yağmur hendeği tekniğini uygulamanız gereken yerlerden biridir Mardin. Kızıltepe tarafı değil, Ömerli tarafı (Savur’u ve diğerlerini daha dolaşamadım). Projenin sorumlusu araziyi duymuş, tam da olması gerektiği yere yağmur hendeğini yapıştırmış. Hafif bir meyil de vermiş (yönlendirme hendeği diyoruz hafif meyilli yağmur hendeklerine, fazla suyu arazinin daha kurak kısımlarına yönlendiriyor, suyun arazide dağılmasını sağlıyor). Ne yalan söyleyeyim insan yıllar sonra yerinde bir uygulama görünce bir şaşırıyor bir afallıyor.

Hazır denk gelmişken yağmur hendeği hesabının nasıl yapıldığını paylaşayım. Basit bir hesabı var, yarım sayfa bile sürmeyen. Burada uzun anlatacağım, ayrıntılarına gireceğim. Yazı uzun diye tırsıtmasın, konu basit.

.

Öncelikle bilmeniz gereken bazı değerler var:

Mesafe: Hendekler arasında ne kadar mesafe bırakacağınıza siz karar veriyorsunuz. Bununla ilgili kurallar olsa da genelde arazinin dediği oluyor. Tam hendeğin geçeceği yerde büyük bir kaya oluyor, kepçenin kazamayacağı bir katmana denk geliyorsunuz gibi. Traktör çalışacaktır, biçerdöver girecektir, sıralı ağaç ekeceksinizdir, hayvan otlatacaksınızdır. Bunları da dikkate alabilirsiniz. 

Bu örnekte -hesap rahat olsun diye- 15 m kabul ettik.

Yıllık yağış miktarı ve 1 saatlik maksimum yağış miktarı değerleri: Suyla uğraşıyorsanız iki değer çok önemli. Biri yıllık yağış miktarı. Meteoroloji’nin sayfasından bulunduğunuz konuma yıllık ne kadar yağış yağdığını görebilirsiniz. Yalnız burada önemli olan il bazında değil ilçe bazında bu değere dikkat etmek. Mesela Fulya 550 mm yağıyorken, Sarıyer 1100 mm yağış alıyor. İstanbul merkez diye alıp hesap yapmayın. Bu durum yalnızca İstanbul’a özgü de değil, Mardin ortalaması 673 mm iken, Ömerli ilçesi 300-350 mm arasında takılıyor.

Yıllık yağışın ne şiddete yağacağı kendinden daha önemli. Yağmur yıl boyunca yağmur çiselemiyor, bazen 4 ay hiç yağış almadıktan sonra bir anda öyle bir sağanak yağıyor sel oluyor akıyor gidiyor. Boruların, göletlerin ve benzeri suyu kontrol ettiğimiz yapıların kapasiteleri hesaplanırken bu değer çok önemli. Mühendisseniz ve bir yapı tasarlayacaksanız (yani altına imza atacaksanız) bu değeri ilçe bazında Meteorolojiden öğrenmeniz gerekiyor. Mühendis değilseniz ve meteorolojiden öğrenemezseniz tarihsel olaylara bakın ya da eskilerden kalma şu tekniği kullanın: yıllık yağan yağışın yarısı bir günde, onunda yarısı 1 saatte yağar. Mesela yıllık yağış 700 mm ise, günde maksimum 350, saatte de 175 mm yağacak diye varsayabilirsiniz. Bu değer fazla gelebilir – ki esasında öyle. Ancak yağmur yağdığında altyapıya sadece su gelmiyor, yoldaki çamuru, yaprağı pisliği de alıyor. Boruları ve kanalları hesaplarken bu değeri güvenliğin de düşünüldüğünü bilerek değerlendirin. Ayrıca, mesela, İstanbul’da son 20 yılda felakete neden olan yağışlar bu değere çok yakın yağmurlardı, mesela Şileye günlük 200 mm, Kumköy’e 180 mm yağdı. Bu gökyüzünden düşen su miktarı. Yoldaki çamuru, yaprağı vs. de düşünmek için bu değeri yüzde 50 arttıralım, Şile için hesapta 300-350 mm kullanmak mantıklı gelecek. Kayıtlarda görmedim ancak 2023 yılında Arnavutköy’e yağan yağış en fazla saatte 128 mm, toplam 180 mm imiş.  Dediğim gibi biraz güvenli kalmakta fayda var. Türkiye’de yağmur hendeği kazacağınız bölgelerde bu kural genelde geçerlidir (Akdeniz ve karasal iklimin olduğu alanlarda geçerli, diğerlerinde değil.).

Bu örnekte yıllık yağışı 600 mm, yani saatlik yağış 150 mm olsun, hesap rahat olsun.

Toprağın su emme hızı: Bunu raporlardan ya da kitaplardan öğrenebilirsiniz. Lakin her türlü araziye gidip ölçmeniz gerekiyor. Yağmur hendeklerinde suyun 3 günden uzun süre kalması istenmez. Sinek olur, bir sonraki yağışa denk gelirsiniz, yapıyı zayıflatır vb. Elinizde birinin dibi kesik 2 kovayla hendeği kazacağınız yere gideceksiniz. Dibi kesik olanı test çukurunun dibine koyup, kenarlarını iyice kapayacaksınız (yüzeye değil, hendeğinin tabanın oturacağı yere). Sonra içini suyla doldurup toprağın o suyu ne kadar sürede emdiğini kaydedeceksiniz. Diyelim ki kovanızın tabanı 25 cm2, 30 lt su alıyor ve toprak bunu 45 saatte çekti. Bunu m2-saate çevirelim. 1 m2 alanı olsaydı, 120 lt olurdu. 45 dk’da 120 lt ise, saatte 160 lt eder. Demek ki 1 m2 alan saatte 160 lt su emebiliyormuş.

.

Bu değerleri biliyorsanız hesap şöyle yapılıyor:

Her hendek arkasındaki alana yağan yağıştan sorumlu. Hendeği baştan sona ayrı ayrı hesaplamamıza gerek yok, 1 m genişliğinde bir bant hayal edin. 

Biz hendekler arasında 15 m mesafe bırakmıştık, saatlik maksimum yağış miktarı 150 mm. 15*150/1000 (metreküpe çevirmek için)= 2,25 metreküp/ton su ediyor. Hendeğin arkası asfalt ya da beton ise bu suyun neredeyse tamamı hendeğe gelecek. Şayet arkası toprak ise toprak tipine, arazinin eğimine vb bağlı olarak bir kısmını toprak emecek, kalanını yüzey akışına dönüşüp hendekte akacak. Yani hepsi hendeğe ulaşmayacak. Merak edenler için bu azaltma katsayısına runoff katsayısı deniyor ve c ile gösteriliyor. Tarımsal alanlar için katsayıyı 0.60 yani yüzde 60 alabilirsiniz (hatırlatma yağmur suyu toplama hesabında bu katsayıyı 0,8 alıyorduk).


2,25*0,6=1,35 metreküp. Ben bu değeri – güvenli olması için- üst değere yuvarlıyorum. Yani o şiddetli yağışta hendekte 1,5 metreküp su birikecek (neden yuvarlıyorsun, fazla su mu gelecek diyeceksiniz. Yok. Su tek başına gitmiyor, şiddetli yağışlar beraberinde çalı çırpı, taş toprak da getirir. Yuvarlamakta zarar yok. Yüzeyde ot olmayan alanlarda bu azaltma katsayısı kullanılmaz, toprakla dolduracak diye değer büyültülür bile.)

Yani kazdığınız kesit en az 1,5 m2 boyutunda olmalı (resimdeki A)


Niye en az diye soracaksanız, toprak o suyu emecek mi emmeyecek mi? Hadi onu da hesaplayalım.

Diyelim ki hendeğin tabanı 1,5 m genişliğinde. Yukarıda hesaplamıştık, toprak saatte 160 lt su emiyordu. Saatlik değeri günlük değere çevirmek için 20 ile çarpalım (gün 24 saat ama güvenlik için, 20 saat kabulü var). 160*20=3200 lt su, yani hendek günde 3,2 ton su emebiliyormuş. Bizimkisi 1,5 ton’du, hayli hayli yetiyormuş.

Hazır bu kadar hesap yapmışken günlük yağışı da hesaplayalım. Saatlik yağışın iki katıydı. 4,5 ton. Bunun yüzde altmışı hendeğe gidecekti, 2,7 ton. Günlük kapasiteniz 3,2 ton idi, tamam, toprak hepsini çekiyormuş (açıklama: hendeği kazarken çıkan toprağı yamaca yığınca hendeğin derinliği artıyor. hendeğin kesitini hesaplarken onun katkısını ihmal etmiştik, işte günlük değerde o toprağın faydası var, birkaç saatliğine suyu tutuyor birazını emiyor. Onun hesabı farklı.)

.

Not: Bu konu burada bitmiyor. Yukarıdaki hesap tek bir yağmur hendeğinin hesabı. Alt alta hendekler kazacaksanız hepsini maksimum yağışa göre hesaplamanıza gerek yok, üstteki ortalama yağışa göre tasarlayıp en alttakini sel suyunu tutması için geniş tutabilirsiniz. Tabii arada üstteki hendeklerden taşan suyun araziyi oymaması için taşma savağı vb. tasarlamanız gerekecek. Hendeğe hafif bir meyil verip yönlendirme hendeği de tasarlayabilirsiniz, onların hesabı biraz farklı ama benzer. Hendeği kazarken çıkan toprağı yamaca yığıp hendeğin derinliğini arttırabilirsiniz, ancak onun da hesabı ve uygulaması farklı. Bizim kepçe operatörlerine yığılı toprağı sıkıştırtamadığımız için genelde o kesit ihmal edilir. Bu yazı şipşak yazısı, fikir versin diye hazırlandı.

Not 2: Yağmur suyu hasatı ile ilgli teknik kaynaklar var. Bir de amatörler için “Rainwater Harvesting for Drylands and Beyond” kitapları var. İlk cildi Türkçeye çevrildi (teşekkürler!) lakin yağmur hendeği hesabının olduğu ikinci cilt (daha teknik olan) henüz çevrilmedi. Yukarıdaki hesap bu kitaplardan değil, mühendislikten gelen. Konuyu merak ediyorsanız ikinci cildi inceleyebilirsiniz. Mühendisseniz Kaliforniya bize uygun, oranın şartnamesi, araştırmaları vs.

Diğer kaynak da (yamaca hendek nasıl yerleştirlir vb konular için) the permaculture earthworks handbook, Douglas Barnes'e bakabilirsiniz.