Instagram’dan gelen soruların çoğu muhtemelen karakter kısıtlamasından bir acayipti :) Buraya aktarıyorken biraz değişmiş olabilir. Affola. Yalnızca çiftlikle alakalı soruları cevapladım.
.
Gelibolu İstanbul’a uzak değil mi?
Dün yol 7 saatin üzerinde sürdü. Aklımda aynen bu soru vardı. Niye bu kadar uzaktayım diye. Yolda altgeçit inşaatı olmasa iki bilemediniz iki buçuk saatte çiftliğe varıyorum. Gelibolu İstanbul’a en yakın en uzak yer. Köprü geçmiyorum -evim Avrupa yakasında. Ayrıca Gelibolu’da çalıştığımız şantiyeler, iş yaptığımız şirketler/kişiler var. Zaten gidip geliyorum.
Benim kişisel nedenlerimi saymazsanız Gelibolu- Keşan- Şarköy üçgeni bence bu uğraşı için ideal. Çanakkale otoyolu Tem’e bağlanıyor (inşaası yakında başlayacak), otoyoldan çıkmadan ve köprü geçmeden gidebiliyorsunuz. İstanbul’a hem yakın hem uzak. Sanayi yok. İstense olamaz, yer yok çünkü. Tarihi yarımada komple sit alanı. Madenler yok (gene yer yok, olamaz). Denizi soğuk olduğu için tatilcilerin uğrak yeri değil (gene var tatilciler de Akyaka’da milyonluk villada oturan amcanın çektiğinin binde birini çekmiyoruz). İklimi geçiş bölgesi, ne yağışlı Marmara-Akdeniz iklimi. Ne kurak Akdeniz iklimi. İstisnalar hariç üç saatte evdeyim. Günibirlik İstanbul, Tekirdağ, Edirne, Balıkesir yapabiliyorum. Bursa da yapılıyoruş da daha tecrübe etmedim. Gibi.
Bostana naylon seriyorsunuz. Plastikle doğal tarım olur mu?
Bostana naylon sermek büyük hataydı (artık sermiyoruz). Bu hata için bir tek kendimi suçlayabilirim, ancak dahası olmaz. Çünkü bize yol gösteren, bu böyledir, şunu şöyle kurun diyen kimse yok. Bir bakıma öncüyüz, denemeden yanılmadan ilerleyemiyoruz. Naylonu Türkiye’deki sayılı organik çiftliklerden birinde -isim vermeyim- kullanıldığını gördüm. Çok da güzel sonuçlar alıyorlardı. Ancak topraktan mıdır, naylonun kalitesinden midir bilmem, bizim uygulamada naylon parçalandı. Etrafa dağıldı. Her ekim dikim döneminde en az 3 iş günümü yiyor o naylonları toplamak. Büyük hataydı.
Ancak plastiğin doğal tarımda yeri var. Bu konuda fikrim değişmedi. Tek yıllıkların yok, ancak çok yıllık plastiklerin (sera taban örtüsü ve silaj örtüsü) var. Açıklayayım.
Biz onarılmış, temiz topraklarla işe başlamıyoruz. Yıllarca ihmal edilmiş, mineral dengesi bozulmuş, erozyona maruz kalmış topraklarla uğraşıyoruz. Bu topraklar öncü bitkilerin yani en belalı yabani otların sirken, kaynaş, dikenler, pıtrak, tarla sarmaşığı, turp otu gibilerinin yaşam alanı. Toprak tohum bankası alabildiğine bu öncü bitki tohumuyla dolu. Yani toprak steril değil (tohumdan arındırılmış değil). Toprağı onarmaya başladığınız ilk yıllarda bu otlar gerçek potansiyellerini yaşamaya başlıyor. Turp otu 50 cm olur di mi? Yok yanlış biliyorsunuz – 5 metre! Devedikeni mi? 3,5 m boyunda 2 m çapında. Ağacı kesersiniz ama sirkeni kesemezsiniz. Ekolojik döngüde bu arkadaşların bu kalitede toprakta olmaması lazım, ancak biz toprağın kimyasını onardığımız ve halihazırda toprakta bu tohumlar olduğu için ortam çok fena şenleniyor. Instagram hesabımı takip edenler bu aralar ot paylaşımlarımı görüyordur.
Organik malçla bu otlarla mücadele edemezsiniz. Laf olsun diye söylemiyorum. Çiftlikteki uygulamayı küçük ölçekteki onlarca denemeden sonra başladım. Muhakkak düzenli aralıklarla örtmek lazım.
Beklentim onarmanın dördüncü senesinden itibaren bu ot baskısı azalmaya başlayacak. O zaman örtüleri kaldıracağız. O vakte kadar sanki yaranın üzerine bandaj koyduk. Öyle düşünün.
(Düzenli aralıklarla örtmek de şu nedenden. Toprağa konan mineralin organik maddeye dönüşmesi gerekiyor. Bir sezon örtüp diğer sezon kendi haline bırakıyoruz. Bir sezon müdahale bir sezon nadas)
Yaptığınız agroekoloji mi doğal tarım mı?
Agroekoloji ekoloji bilim dalının (doğa bilimi) alt kürsüsü (uygulamalı ekolojinin bir alt dalı). Bilim yani. Ekoloji bilimiyle uğraşmadan agroekoloji ifadesini kullanmak bence yanlış, aldatıcı oluyor zira (yani ziraat mühendisi olmanız da yeterli değil). Makaleleri incelerseniz agroekoloji kapsamına giren uygulamalarla ahalinin yaptıklarıyla alakası olmadığını görürsünüz (ya da tam tersi- vatandaşın agroekolojiyle alakası yok). Mesela makalelerden bir kısmı buğday tarlasına nektarlı, şekerli sıvı sıkmak gibi (ki avcı böcekler gelsin, buğday zararlılarını yesin) konuları inceliyordu.
Biz tarlada bilimsel çalışma yapmıyoruz. Kayıt tutsa da tuttuğum kayıtlar bilimsel değil, bilimsel olacak seviyeye yakın bile değil. O yüzden deney değil deneme diyorum paylaşımlarımda. Çiftlik müdahaleli doğal tarıma bir örnek (ekolojik tarım). Bu alanda öncü bir girişim. Öncü olduğundan sakın mükemmel bir uygulama beklemeyin. Denemeler yapıyoruz, sonuç aldıkça ilerliyoruz. Kar amacı güdüyoruz, STK değiliz, özel şirketiz (also known as: gerekirse acımadan kalp kırarız).
Bu mevzu nereden çıktı derseniz, durum şöyle: Birleşmiş milletlerin bilimsel çalışmayla pek bir alakası olmayan, gayet politik bir bildirisi var agroekolojiyle alakalı. Maddelerinin çoğunu mantıklı bulsam da yazım şekli ve BM’in bunu yayımlaması baştan sona faul. Usul hatası (usul esastan önce gelir). Mesela herkes doğal gıdaya erişmeli diye BM’den agroekoloji deklarasyonu yayımlarsanız, doğal gıda ürettiğini iddia eden herkes ben agroekoloji yapıyorum der. Şartlarını yazmadan bu iş böyle olmalı diyemezsiniz. Yanlışlığın başlıca nedeni bu. Kalbi olan herkesin “kardiyovasküler bizden sorulur” demesi gibi bir şey bu – hacı doktor olmanız gerekiyor önce. Aldatıcı girişimlerin önünü açıyor. Bildirideki adil üretim ifadesi suistimal edilmeye açık (ki maalesef ülkemizde art niyetli aykırı tiplerin bu ifadeyi çok sık kullandığını görüyoruz). Agroekolojiyle ilgili bildiri yayımlayacak kurumlar bu alanda çalışmalar yapan üniversiteler, dernekler ve ulusal/uluslararası bilimsel örgütlerdir (mesela British Ecological Soc.). Bu BM’in ve alt kuruluşlarının ilk halt edişi değil, kurumun son 30 yılı bunun gibi saçma sapan deklarasyonlarla dolu.
Agroekoloji tabirini kullanan çok değerli ve kıymetli arkadaşlarımız var. Kimiyle tanıştım, kimiyle daha tanışma fırsatım olmadı. Bu sözlerim onlara eleştiri değil, onlardan bağımsız kendi fikrimdir.
Doğal tarım nedir?
Canlıların birbirleriyle ve dünyayla olan ilişkisine ekoloji deniyor. Bizdeki adıyla doğa bilimi. Canlıların birbirleriyle olan ilişkisi sayesinde yapılan tarımsal üretime doğal üretim denir. Yani gübre mi gerekiyor, başka canlıdan alacak (koyun gübresi gibi). Ya da minerale mi ihtiyacı var, bitkinin köklerine mantar taşıyacak o minerali (bor ve kalsiyum gibi). Zararlı mı var, başka böcek yiyecek.
Doğal tarımda başlıca iki yaklaşım var. İlki Fukuoka’nın ekolü – müdahalesiz doğal tarım (doğa tarımı ya da do-nothing farming). Bu yöntemde üretime doğrudan müdahale etmiyoruz. Üretim olması için gerekli asgari şartları sağlıyoruz (tarlaya tohum serpmek, tohum topu atmak gibi), gerisini doğa hallediyor. Zorunda kalmadıkça müdahale olmuyor.
Diğer doğal tarım yaklaşımında müdahale var. Üretimin daha öngörülebilir olması için doğrudan müdahale ediyoruz. Bu yaklaşıma ekolojik tarım da deniyor. Ekoloji kelimesi doğal anlamında değil ekoloji biliminden geldiği için. Bilimsel çalışmalardan öğrendiklerimize göre sahaya müdahale ediyoruz. Yaptığımız her işlemin bir makalesi bir çalışması var - olmalı.
Doğal tarımın zorlukları da şöyle:
- Kavram karmaşası var. Doğal üretim ile ata yöntemler hep karıştırılıyor. Kimyasal ilaç veya gübre kullanmadan yapılan üretim doğal üretim değildir (daha da fazlası gerekiyor). Doğal tarım için asgari şartlar var – mesela üretim alanın en az üçte birinin doğal bölgelere ayırılmış olması (bu cümleyi yüzlerce kere daha tekrarlayacağım).
- Sertifikasyonu henüz yok. Bu yüzden organik sertifikası alamayan/almayan herkes doğalcı oluyor.
- Uygulamalı ekoloji daha yolun başında. Civanperçemi bahçenizde yararlı böcekleri çekiyor olabilir ancak tarla kenarına ektiğinizde tarladaki bütün yararlı böcekleri kendi üstüne çektiği için tarladaki zararı artıyor olabilirsiniz. Ne sıklıkla ekileceği, nerelere ekileceği, başka hangi bitkilerin olması gerektiği hep önemli konular. Alanın nasıl modelleneceği konusu daha tam oturmadı.
- Uygulama bölgeden bölgeye, iklimden iklime değişiyor. Japonya’da yaz musonları var, Fukuoka okuyup buraya uygulamaya kalkıyorlar. Andrew Millison izleyen Hindistan’daki (adamların musonları var) uygulamaları buraya uyarlamaya çalışıyor. Bilgi kirliliği gani.
- Toprak sağlıklı değilse doğal tarım mümkün değil. Onarmak için yaptığımız işlemler (kimyasal onarım, örtü vb.) göze pek doğal gelmiyor ve pahalı.
- Yerel çeşitler konusu daha hiç çalışılmadı. Hangi yerel çeşitlerden faydalanabiliriz diye aklınıza bir soru gelirse bu konuda doktora yapan birini bulun derim. Kitapla yayınla olacak mevzu değil. Başka bir mevzu da geçenlerde bahçeye gri balıkçıl geldi mesela. Ulaştığım kayıtlarda Gelibolu'da gri balıkçıl gözükmüyor. Kayıtlarda olmadığı için ismini paylaşamıyorum, emin olamıyorum. Aynı problemi onlarca böcek, örümcek ve memelide yaşıyoruz.
- Doğal tarımda amaç üretimi azaltmak değildir. Konvensiyonel üretimle rekabet edecek düzeyde üretimin devam etmesidir. Mesela geçen sene mısır ektim ve dönümden 950 kg danelik mısır hasat ettim. Konvensiyonel üretimin altında kaldığı doğrudur (1200-1400 kg arası) ancak tohum satın almadım, ilaç kullanmadım (ve diğer farklar). Bu farkları dikkate alırsanız hem fiyatta hem de karda konvensiyonel üretimle rekabet ettiğimi, hatta geçtiğimi sahada gösterdim. Fukuoka kitabında bunu yazıyor, Atthowe de, İspanyadaki enstitütü de, bu işle uğraşan herkes de- hem fiyat rekabeti hem de kar rekabeti. Ancak doğal ürün diye 2-3 kat fiyata tüketiciye iteleyenler çok. Kendi eksikliklerini size iteliyorlar.
Perlit ve vermikülit bahçe toprağında kullanılır mı? Zararı var mı? Doğada çözünür mü?
Perlit de vermikülit de bahçede gerekiyorsa kullanılır. Perlit daha çok drenajı arttırmada, vermikülit de su tutma kapasitesini arttırmada kullanılıyor. İkisi aynı şeymiş gibi bir algı var, değil. Kullanım alanları farklı.
Hobi amaçlı bir bahçeniz varsa ikisini de kullanabilirsiniz. Tecrübem saksı ve kasaları (yükseltilmiş sebze yataklarında) doldururken karışıma bunları baştan eklemek. Doldurduğunuz toprağın üçte biri vermikülit olabilir. Yere ekiyorsanız (hobi) vermikülit de perlit de o kadar etkili değil. Fazla masraf yapmadan önce diğer yöntemleri denemek olurdu (drenaj için tabana odun gömmek, suyun birikmesini engellemek gibi – su tutma kapasitesi için kompost, organik madde miktarını attırmak, malç gibi). Mineral takviyesi sağlar gibi bir ibare var, toprak analizlerinde karşılığı görmedim. Fide toprağı hazırlarken 3’de bir oranında toprak düzenleyici katıyorum. Onun üçte biri perlit üçte ikisi de vermikülit.
Geniş alanlara bu maddeleri uygulamak pek fayda sağlamıyor açıkçası. Tarla, bostan üretiminde pek bahsi geçememesi bundan. Geniş alanlarda tutma kapasitesini arttırmak için satılan ürünler ve organik karşılıkları (mısır nişastası türevleri, biyokömür, leonardit gibi) var zaten.
Vermikülit madenlerinde asbest olabiliyor. Ölümcüldür. Asbest içeren madenlerden vermikülit madenciliği yapılmasına uzun süredir izin verilmiyor. Örnek alıp test ettirmedim, ancak artık tehlike olduğunu sanmıyorum. İkisini de solumamalı, maske takmalı (çok ince malzeme).
Perlit için tarım perliti – iri boy – tercih ediyoruz genelde. Tartes tarımdan alıyorum. Vermiküliti serakülitten alıyorum, toprak karışımına medium boy, viyollerin üzerini örtmek için fine ya da süper fine boyutlarını kullanıyorum.
Bu kadar işi tek başınıza mı yapıyorsunuz? Gönüllü olabilir miyiz?
Çoğunlukla evet. Ağır işlerde yanıma gelen (silaj örtüsünü çekmek gibi) ya da beni lafa tutanım çok ama :) Maalesef daha kurulum aşamasında olduğumuz için (bir de malum ekonomiden) birilerini çalıştıracak bütçem yok. Olsa da yapılacak işler, alınacak malzemeler var. Mesela gübre tankının kurulması altı bin ila sekiz bin lira arasında tutuyor. Bu 3 ya da 4 günlük işçi yevmiyesine denk. Hesaba uymak zorundayım.
Bu hesaba uymak lafının kulağa ukalaca geldiğinin farkındayım. Ancak enflasyonun bu kadar çılgın olduğu bir dönemde hesaba göre hareket etmezsek okka altına gideriz. Çiftliği ilk kuruyorken traktör almalısın diye akıl veren çoktu. Almadım. Hesap alma diyordu çünkü (aşağıda açıklaması var). Ben bu sene borç almadan hasat yaptım ve ayçiçeğimi ektim. İkinci ekin döneminde çiftliği borçsuz döndürdüm yani. Küçük de olsa başarıdır bence.
Gönüllü ağırlayabileceğimiz ya da ziyaretçi kabul edebileceğimiz bir altyapı henüz yok. Tuvaletimiz bile yok daha. Hesaba göre hareket ediyoruz.
Traktör hesabı şöyle. Şu an en ucuz traktör üç yüz bin lira civarında. Bütün masraflarını ihmal edip şu hesabı yapacağız. Üç yüz bin sermayenin yıllık mevduat faizi %50, 150 bin lira (en dümdüz hesap, bileşik hesap yok). Tarlanın dönümü 1000-1500 liraya mal oluyor (sürmesi, ekmesi, ilacı vs). Bölerseniz en az 100 dönüm tarlanız olmalı ki traktör masrafını çıkarsın. Çiftlik bundan küçük, o yüzden traktör yok. Borç alıp yapıyorsanız bireysel ihtiyaç faizleri %60’ların üzerinde. Kabaca 140-150 dönümünüz olmalı. Hesap çok kaba, diğer giderleri ekleyip sayfalarca hesap yaparsanız yakın sonuçlar çıkıyor.
Bileşik faiz ve traktör arkası aparatları da eklerseniz çiftliğin 200-250 dönüm arasında olması gerekir.
Hesaba uymazsanız ne olur? Yan komşum gibi her taksitte dokuz doğurursunuz. Traktör fiyatları bu aralar sabit, artmıyor. Bir de üzerine para kaybedersiniz.
İlaç kullanıyor musunuz? Konvansiyonel tarım yapıyor musunuz?
Hem çiftlik tek parsel değil hem de parseller yan yana değil. Her parselde aynı uygulamayı yapmak zorunda değilim. Bu parsellerin birinde ilaçsız tarım yapmak mümkün değil. Ben ilaçlamazsam komşusu gelip ilaçlıyordu. Şöyle düşündüm. Toprak analizini iyi biliyorum, yapraktan gübrelemeyi de sulamayı da. Bütün alanı zaten doğal tarıma ayıramıyorum. Madem komşular zorla çağıyor teklife icabet etmek gerekir. O parsellerde konvansiyonel üretim yapayım. Konvensiyonelde ben de varım o halde, rekabet edelim.
Bu sene buğdayda hedef 650 kg/da (bölgede iyi tarlalar 500 kg alıyor). Ayçiçeğinde 300 kg’ı geçmek istiyorum (bölge 125-170 kg arasında). Bakalım. Rekoltelere yaklaşırsak tarla kiralayıp uygulayarak konvensiyonel üretimi arttıracağım. Kar arttıkça doğal üretim alanını büyüteceğim.
Doğal ya da organik tarım yapmak için ulaşmanız gereken bilgi konvensiyonel tarımın misli. Biliyoruz ancak sahada da bunun daha çok kazandırdığını, doğrusunun bu olduğunu göstermeliyiz. Şantiyelerden öğrendiğim tek bir şey varsa o da unvan ve bilginin yetmediği. Sahada da kazanmak gerekiyor. Rezil olursam haber ederim :)
Toprak kilden çatlaklarla dolu. Ne yapmalı?
Küçük bir alanla uğraşıyorsanız (100 m2den küçük) tavsiyem alçıdır. Alçı, jips, alçı taşı. Üçü de aynı şey, benzer formdalar. Kili çözer, 1 kg 6-7 m2 alana serpilir. Önce küçük bir alanda deneme yapın, sonuçları görün, ondan sonra daha büyük alanlarda uygulamasını yapın. Trakya’da kil magnezyumca zengin, kalsiyum – magnezyum dengesi magnezyum lehine bozuk. Alçıyla kalsiyum (ve kükürt) ekliyoruz, ancak diğer kalsiyum uygulamalarının aksine alçı pH’ı değiştirmez. Uygulamadan sonra en az bir ay bekleyin (15 günden az sakın beklemeyin), gübre uygulayacaksanız bu süre bittikten sonra uygulayın, iyice çapalayın ve ekin. Toprak analizi yaptırmıyorsanız uygulamayı tekrarlamayın. Yüzeyi hep örtülü tutun.
Yukarıdaki bilgi ezberden. 100 m2den daha büyük alanlarla uğraşıyorsanız mutlaka toprak analizi yaptırın. Analiz sonucu üzerinden yorum yapmak yerinde olacaktır.
Sulama sistemini nasıl kurdunuz?
Klasik tasarımı uyguluyoruz çiftliğe. Klasik uygulama şöyle (bir kağıda çizin): Arazinin en üst kotuna havuz ya da depo, orayı besleyen bir su kaynağı (kuyu, yağmur suyu, dereden aktarılan gibi). Araziye bu suyu dağıtan iki ana hat, biri basınçlı diğeri kendi cazibesiyle akması için. Ara bölgelerde suyu araziye yediren elementler (yağmur hendekleri ya da dipten sızdıran göletler) ve arazinin en al kotunda kaçan suyu yakalayan bir kuyu/gölet, havuz. En altta yakalanan (geri dönüştürülen) su arazinin en tepesindeki depoya ya da ara sızdırma göletlerine basılıyor. Arazinin en elverişsiz, en verimsiz yerlerine de yıllık ihtiyacı karşılayacak kadar büyük su deposu, göleti.
Bizdeki uygulamaya geçmeden önce bu tarz tasarımlarda hedefleri konuşmak gerek. Çiftliklerde su altyapısı pahalı bir uygulama olduğu ve önden tamamlanması gerektiği için, tasarımda aşağıdaki sırayı takip ediyoruz. Bütçeniz varsa en azından ilk üçünü (ya da dördünü) baştan kurun kurtulun, yoksa hedefleri tuttura tuttura ilerliyoruz:
- Acil bir durum yaşandığında (kuraklık, boru hatlarında problem gibi) kalıcı sermaye kaybı yaşamamak için (hayvanların ölmemesi vb) gerekli asgari su miktarı (sezonu en az kayıpla kapamanız için gerekli miktar). Finansal kayıp var ancak kalıcı bir kayıp olmasın, ağaçlar ve hayvanlar ölmesin. Bizim için bu kabaca 150 ton.
- Çiftliğin normal işleyişi için gerekli asgari su miktarı. Kayıp da olmasın, finansal kayıp da olmasın. Üretim devam etsin. Mesela Gelibolu yılın dört ayını yağışsız geçirir. Bu dört ay üretime devam etmek için gerekli en az miktar. Bizim için bu takribi 750 ton.
- Çiftliğin sezonluk su ihtiyacı. Bizi için bu değer 1500- 2000 ton civarında. Diğer adıyla kısıtlı sulu tarım (ayçiçeğini 2 kere sularsanız rekolteniz %25-40 oranında artar, su var diye mısır ekmeye başlamıyoruz, önce ayçiçeğinden devam ediyor karımızı arttırıyoruz)
- Çiftliğin yıllık su ihtiyacı. Bir yıl boyunca dışarıdan su almadan sulu tarımın tam kapasite devam etmesi. Kabaca 5000 tonluk bir depolamaya ihtiyacımız olacak. Bunun bir kısmı toprakta depolanacak (toprak organik madde miktarının artması gibi). Tam sulu tarım.
- Çiftliğin 7 yıllık su ihtiyacı (tam bağımsızlık). Buna ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum (hem maliyetten hem de başka şekilde sağlanabilir). Olsaydı 20000 ton gibi bir miktarda suyu depolamamız gerekecekti (bunun yarısı toprakta).
Çiftlikte ilk aşamayı geçen yıl tamamladık. İkinci basamağı da bir aksilik olmazsa bu yıl tamamlayacağız. Her sulama ekipmanın su sarfiyatı zaten üzerinde yazar, boru çaplarını ona göre seçtik (damla sulama için basit hesap Instagram profilimde var). Basınçlı su hattımız 63’lük kangal boru, basınçsız hat 75’llik. Kangal boru sulama basıncına dayanır ancak bağlantı noktalarında sıkıntı olabilir. Bu yüzden bağlantı parçalarını yeşil ya da mavi seriden seçiyoruz (siyah değil), Pimtaş’ın sayfasına bakabilirsiniz.
Omurga sağlığını nasıl koruyorsun?
Kendimce kurallarım var onları takip ediyorum. Bir yandan spor yaptığım için tarladaki hareketime dikkat etmem gerekiyor.
- Yorulursam dinleniyorum. Bu iş bitecek diye 4 saat aralıksız çalışmıyorum. 40-45 çalışıp 20-25 dk dinleniyorum. Dinlenmeden çalışınca sakatlandığımı fark ettim. Güneş kaçsa da öğle sıcağı gelse de dinlenmeden çalışmıyorum. Sık sık dinlendiğim için çalışmıyor sanıyorlar :) Keyif almazsam bırakıyorum. Güneşten kendimi koruyorum.
- Tabir biraz garip gelebilir ama çalışırken kolumu, belimi değil de kıçımı (popomu- glute kası) kullanıyorum. Kıç ve karnı (glute ve core) kasmadan, iyice sıkmadan kazmıyorum, kürek sallamıyorum. Mesela eğilecekken eğilmiyorum, kıçımı geri itiyorum eğilmiş oluyorum. Kazmayı indirecekken kolumla güç vermiyorum, kıçımı geri çekiyorum ve karnımı kasıyorum. Kollarım boşta oluyor, yorulmuyorum (gerçi alışması biraz vakit aldı).
- Aletler ne kadar basitse sizi sakatlaması o kadar rahat. Basit aletleri kullanmadan önce (kazma, kürek, çapa gibi) bu işin ehli olan birinden öğrenmek gerek. Bana kazma’yı öğreten Dozer İsmet (prof. ameledir kendisi, yaşıyorsa Allah uzun ömür versin) 17 farklı tutma şekli gösterdi. Yani kazma sallamanın 17 farklı şekli var. Bir tanesi hariç (diz üstü tünel kazısı hariç) hiçbirinde kolunuzdan kuvvet almıyorsunuz. Youtube’da doğru alet kullanımı diye aratabilirsiniz (İngilizce videolar var).
- Fiziksel aktivitelerden sonra (ya da öğlen arasında) muhakkak protein alıyorum. Haşlanmış yumurta olur, protein tozu olur. Proteini önerilen dozun yarısı ya da üçte biri oranında alıyorum ancak muhakkak C vitamini ile takviye ediyorum. Limon varsa limon, yoksa suda eriyen C vitaminlerinden. Bol bol su içiyorum, deniz tuzu kullanıyorum. Alternatifi varsa et yerine baklagil ya da sakatat yiyorum (et yerine yürek gibi, hem daha ucuz hem daha sağlıklı).
Ve sonuncusu
- Son iki senedir kettlebell çalışmaya başladım. Kuvvetim artmadı, kaslarım büyümedi ancak dayanıklığım akıl almaz ölçüde arttı. Haftada 3 gün Steve Cotter’ın 10 dk’lık eğitimini yapıyorum (Steve Cotter's Give me 10 kettlebell workout Part 1 ve Part 2). İnanılmaz fark etti. Şiddetle tavsiye ederim, düşük ağırlıkla başlayın, hareketleri doğru yapmaya özen gösterin. Yavaş olsun, tamamlanmasın ama doğru olsun. Kettlebell eğitiminde erkekler için min 12 kg ile başlayın diyor. Benim kettlebell onun yarısı kadar 7 kg. Bir iki aya farkı göreceksiniz (eğitim satıyorum gibi oldu hehe)
Çalınan alet bulundu mu?
Bulunmadı. Bulamadık. Geçen hafta da iki gün aradım. Aldığını düşündüğüm adamın çalıştığı, gittiği her yeri taradım. Herkesle konuştum ama bulamadım.
Bahçede adam boyundan uzun ot var. Komşular sanıyor ki ben doğal tarım yapıyorum diye otlar bu kadar uzun. Alakası bile yok, makine yok diye. Yenisini de alamıyorum şu an. Köyden birini tutup kestireyim dedim, traktörü olan sulama borularını söktü (nasıl bir başarıysa artık). Tırpan tutan çocuk zeytinleri biçti. Vazgeçtim. Otla karşılıklı oturuyoruz. Yapacak bir şey yok.
Doğal tarımda alanın üçte biri yaban bırakılır yani biçilmez. Ancak bu alan sabit değildir, her sene başka alanlar yaban bırakılır. Şu an çiftlikte olduğu gibi komple ot bırakmak gibi bir duruma hiçbir uygulamada denk gelmezsiniz. Benim beceriksizliğim ve şansızlığım.
Ürünlerinizden satın alabilir miyiz?
Şu aşamada maalesef. Önce kendi çevremin ihtiyacını sağlamaya çalışıyorum (ailem, yakın çevrem ve komşularım). Üretim fazlası oldukça duyuracağım.
Sürdürülebilir üretim için tabandan tepeye ilerlemek gerekiyor. Önce ev, sonra akrabalar ve dostlar, sonra köy, sonra kent sonra kargo.