21 Ağustos 2025 Perşembe

şipşak: zehirsiz rekabetçi üretim

Zehirsiz üretim mümkün mü? Mümkün de konvensiyonelle rekabet ediyor mu?

.

Bu yazı şipşak. Bir de yetmezmiş gibi üzerine ticari sırları teğet geçiyor. O yüzden kısadır, idare edin. Boşlukları siz doldurun.

.

Tarım ilaçları mevzusu hassas. Konu öyle bir noktaya geldi ki ağzını açtığında “zehirci” oluyorsun, öbür türlüsüne denk gelirsen “antin kuntin tip” damgası yiyorsun. Kimse de şu işi nasıl yaparız diye tarlaya girmiyor, üstününü başını kirletmiyor.

Öncelikle sapla samanı bir ayıralım. Kimyasal gübrelerle tarım ilaçları aynı şey değil. Aynı kefeye konulmaz. Sanılanın aksine kimyasal gübrelerin hepsi toprağa ve bize zarar vermiyor. Zarar veren kimyasal gübreler ailesinden biri hakikatten toprağa zarar veren çeşitler (şeker gübre, DAP, trifosfat gibi). Diğeri de yavaş salınımlı olsun ya da tarlaya eşit miktarda yayılsın diye sanayi atığı ile kompoze edilen gübreler (taban gübrelerinin çoğu %45-65 oranında ne olduğu belirsiz maddedir/küldür). Yoksa damla sulamada kullanılan (yani saf, külsüz) MAP, çinko sülfat, boraks gibi gübreler eşik değerlerin altında kullanıldığında toprak yaşamına sağladığı yarar zarardan hayli hayli fazladır (tabii ki bu gübreleri kafamıza göre uygulamıyoruz, toprak analizine göre ekliyoruz, eşik değerlere dikkat ediyoruz).

Kimyasal ilaçlar için de benzer bir hikâye var. Ama o hikâye bizde kısa kesiliyor. Sistematik (yani bitkinin sistemine giren ve sonra temizleyemediğimiz) ya da geniş spektrumlu (yani önüne gelen her şeyi ayırt etmeden öldüren) ilaçlarla bizim derdimiz var. Piyasadaki ilaçların neredeyse tamamı bu iki kategoriden birine giriyor. Uygulama zaten baştan sona hatalı. Bu yüzden kimyasal ilaçları sevmiyoruz, alternatiflerini arıyoruz (organik tarımda kullanılan ilaçlar gibi). Ancak bilinsin ki onarıcı tarımda bilhassa yeşil öldüren grubuna giren kimyasal ilaçlar (herbisit) sıklıkla kullanılır (merak edenler instagramdaki örselemek başlığına baksın, yazarsam konu çok uzar). Toprağı onarmayı gri alan gibi düşünebilirsiniz, geçiş bölgesi.

Biri zehirsiz tarım dediğinde kimyasal ilaçların kullanılmadığı konusunda netiz. Ancak gübre konusunda şak diye bir şey söylemek mümkün değil. Biri toprağını analiz ettirmiş, sonuçlara göre bir gübreleme programı çıkarmış, bu programda toprak canlılarına zarar vermeyecek değerlerde ve çeşitlerde doğru kimyasal gübre kullanmış, sıkıntı yok. Diğer adam da gitmiş doğal ve organik diye dönüme 40 ton hayvan gübresi uygulamış. Toprak da ölür, siz de ölürsünüz biz de ölürüz. Gübre konusu hesaba göre.

Kısacası, zehirsiz üretim dendiğinde aklıma kimyasal ilaçsız üretim geliyor. Kimyasal gübreye kısıtlı alanlarda izin var, o da gerekli şartları sağlarsa ve onarmada.

.

Diyeceksiniz ki bu kadar gübre kullanmak gerçekten gerekiyor mu? Sağlıklı bir toprakla uğraşıyorsanız gerek yok. Ancak onarılması gereken toprakla uğraşıyorsanız gübre gerekiyor. Sağlıklı gelişim için toprağın hem kimyası hem de biotası sağlıklı olmalı/dengede olmalı. Aksi taktirde hastalıklar istisna olmuyor, ilaçlar hep gerekiyor. Zehirsiz üretim için onarılmış toprak şart.

Kimyasal gübre meraklısı değiliz. Toprağınızda çinko eksikse organik alternatifi pirinç samanı. Bir, nereden bulacaksın o kadar samanı; iki, bulduğun saman ilaçlı mı? Çinko sülfat’a kayıyoruz ister istemez. Ya da toprakta fosfor eksiği varsa fosfat kayasını nereden temin edeceksiniz? Gübretaş artık satmıyor, geçen sene göbeğimiz çatladı 1 kg’ını buluncaya kadar. Her gün kara kemik/kemik kömürü üretemeyeceğinize göre geriye organik alternatifi pek kalmıyor. MAP -sınır değerlerin altında kullanıldığında- toprak biotasına zararı çok değil. Gibi.

Onarma konusuna uzun uzun girmeyeceğim. Açıkçası 2 yıldan uzun süre çalışılan konu (program vs yazdığım) bence ticari sırdır. Üstün körü de geçmeyelim, her mineralin toprakta ulaşması gereken değerler var. Bu değerler birbirlerine göre değiştiği için sabit değil, birbirlerine göre dengede. Birbirleri arasındaki oranlar üç aşağı beş yukarı sabit kalsa da oranı korumak için farklı topraklarda farklı değerde dengeye ulaşıyor. Olması gerektiği değere yüzde yüz diyoruz (tablodaki 1 değeri). Eğer olması gerektiği değerin beşte birindeyse %20 yani 0,2 yazıyor sol tarafta.  

Tabloları yorumlamak için şu hap bilgiler gelsin. Şayet oran %70’den az ise bitkiler dengesizliği hissetmeye başlar. Bunu telafi etmekte zorlanır, rekolte kaybı başlar. %40’ın altında rekolte kaybı göz ardı edemeyeceğiniz seviyededir. %20’nin altında o klasik mineral eksiklikleri gözükür, büyük rekolte kaybı yaşarsınız, başınız hep ağrır.

Aşağıdaki tabloda onardığım parsellerden birinin 3. Sene uygulamasını görüyorsunuz. Sarılar bu sene eklenenler (organik alternatifi olmayan minerallerde doğaya zarar vermeyecek oranlarda uygun kimyasal gübre kullanılmıştır). Tabloyu incelemeden önce şunu dikkatinize sunarım. Bu onarmanın 3. Senesi. Yani, toprağa ve doğaya zarar vermemek için adım adım ilerliyoruz, çok yavaş müdahale ediyoruz.

Tablodan şunu görebilirsiniz, bor, çinko ve demir geçen sene %40 kritik eşiğinin altındaymış (maviler). Bu şu anlama geliyor. Bor minerallerin taşınmasını sağlayan enzim için elzem olduğu için (arabanın tekeri gibi düşünün), zor taşınan minerallerde geçen sene problem yaşanmış olmalı- Ki öyle oldu. Kalsiyum eksikliği gözüktü bitkilerde. Tabloya bakın, toprakta kalsiyum eksik mi? Değil ama bitki taşıyamıyor, alamıyor. Çinko size fosforda sıkıntı yaşandığını gösteriyor. O da doğru, fosfor eksikliği de gözüktü. Demire şimdilik girmeyelim. Bunlar hep rekolte kaybı. Bunları onarmadan üretime girerseniz günün sonunda ilaçsız üretim olmaz diyen tayfaya katılırsınız. 

Üçüncü sene meşhur %40 kritik eşiğini nihayet aştık (çinko hariç, ama çok yakın).

“O halde zehirsiz üretim başlasın!” dedik ve başladık.

(içses: gümrükten geçtik sonunda!) 

.

Zehirsiz üretim mümkün de konvensiyonelle rekabet edebilir mi? Evet. Onarma pahalı bir süreç olduğu için olabilecek en küçük alanda en büyük üretimi yapmaya çalışıyoruz. Buna yoğun ekim yöntemi deniyor (merak edenler konuyu intensive gardening).

Maliyetleri düşürmek için gideri düşürecek her şey yapılıyor bu üretim modelinde. En büyük maliyet işçilik. O zaman işçilik yok. Çapa yok, yüzeyi örtüyoruz. Sırık yok, sırık çeşitler yok. Fideleri bağlamak yok. Sadece iki kere yapraktan iz element uygulaması yaptık. Bunun dışında rekolteyi yüksek tutmak için hiç boş sulamadık (yani suyla hep takviye -amino asit gibi- verdik).

Zehirsiz üretim olacağı için ilaçlama yok. Bol bol tuzak var. Her 4-5 m’de bir tuta tuzağı kurdum, 15 günde bir yeniledim. Hem enine hem de boyuna yönde. Başta 10 m’de bir koymuştum ancak yeterli olmadı.

Hasat planlı ve hasatta tarladaki hastalıklı ürünlerin hepsi toplandı. Normalde iyiler topnanır gerisi tarlada bırakılır. Bizim için tarlanın hijyeni önemli. Vuruk, ezik, kurtlu vs ne varsa toplandı, dışarıda elendi.

Üretim düşmeye başladığı gibi yeni ürün ekildi. Bitkinin ölmesi beklenmedi.

Bunları yapınca tarımsal ilaç kullanmadan pazardaki ölü fiyatın altına domates ürettim. Sattım ve kar ettim.

Hamiş: Maliyet hesabında enflasyon dikkate alınmıştır.

.

Kısaca:

  • Toprak mutlaka onarılmış olmalı (işin esprisinin %80’i bu)
  • Rekabet ettiğin diğer üreticilerle aynı çeşitleri ekmelisin (elmayla armutu kıyaslamayın, samet F1’se samet F2’i kıyaslayın)
  • Yoğun ekim modeli şart (maliyetlerden).
  • İşçilik masraflarını asgari tut, yatırımlarını bu yönde yap (ot için örtü, silaj örtüsü gibi).
  • Görevleri istifle. Sulama ile takviyeler, hasat ile tarla hijyeni gibi.
  • Hastalık ortaya çıkmadan tedbirlerini al, tuzaklarla zararlı sayısını asgaride tut. Gerekirse diye organik tarımda kullanılmasına izin verilen ilaçları hazır tut. Eşik değerlere dikkat et, geçti mi vur.
  • Üretimin bitmesini bekleme, düştüğü vakit sök yenisini ek.

Ve en önemlisi:

  • Zehirsiz ürettim diye piyasa fiyatının misli fiyatlara ürününü satma. Sertifikan var mı? Yok, o halde manavla rekabet ediyorsun.