22 Ağustos 2025 Cuma

çalakalem: 110 kilo domatese 1 bütün tavuk

Fiyat algımızı yitirdik di mi? Ne alıyorken ne de satıyorken fiyatlara aklımız ermiyor. Geçen kahve içtim, 320 lira verdim. Düşünüyorum bu kahve 21 kilo domates eder mi? Etmez. Domates suyu mu satsam… Değişik…

Sebze, et ve yumurta fiyatları hakkında biraz ukalalık edeceğim.

.

Bir ürünün satış fiyatı onun üretimi hakkında size fikir verir. Maliyetleri biliyorsanız fikir vermez, bağırır :) Domates size “bana hayvan gübresi veriyorlar” der. Çıtır çıtır roka, hem de o fiyata… Organik diye satıyor ama kalsiyum nitratı dayamışlar sanki ha? Üreticiyi tanıyabilirsiniz, üreticinin niyetini okuyabilirsiniz. Başlayalım o halde.

.

Dört tane sınır değer var.

Ölü fiyat- minimum fiyat: Yaz geldi fiyatlar düşüyor. Domates 50 idi, 25 idi, 20… 15… ı ıh 15’in altında düşmedi. Bir iki aklı deli tip hariç kimse 10 liraya inmedi. Bu fiyata -15 liraya- ölü fiyat diyoruz. Üretici bunun altında ürün satarsa büyük zarar eder, karşılayamaz.

Ölü fiyatta üretici de zorlanır, tarlada çalışan da, toprak da. Yatırım yapılamaz. Pazardan sebze alırken iyi tabii de ölü fiyat iyi bir şey değildir, tarımı yavaş yavaş öldürür. Ancak geçicidir. Genelde bolluk dönemine denk gelir, zaten üretici de her hafta kar edecek diye bir şart yok. Üreticiyi kamçılar, bu 1-2 aylık taban fiyat daha verimli üretim yapmaya zorlar. O dönemler boşa çalışmış gibi olursunuz.

Ölü fiyatın altına üretim yalnızca teknolojiyle mümkündür. Bunun dışındaki her durumda “biri bir şey çalıyordur”. İzmir’de domatesin 7 liraya, karpuzun 40 kuruşa satıldığını duydum. Peki nasıl oluyor bu iş. Topraktan çalarsın, işçiden çalarsın… Tarım işçisine sigorta yok, para yok. İşçilik bedavaya gelirse tabii 4-7 liraya üretir satarsın. (Burada belediyede mühendisten fazla maaş alan, çocuğuna iş garantisi verilen işçilerden bahsetmiyoruz, güneşin alnında çadırda yaşayan günlük 800 lira yevmiye ile yaşamaya çalışandan bahsediyorum. Bu hayatlar da var bu ülkede). Domatesi hakkıyla 4 liraya da üretmek mümkün, ancak bunun için dk’da 10 ton domates toplayan hasat makinalarını üretmek gerekiyor.

Gördüğüm kadarıyla domateste ölü fiyat 10-15 lira arasında, yumurtada 4-5 lira, bütün tavukta 75-85 lira (adet). Gibi.

Tavan fiyat –maks fiyatı: Bir şey yapıyorsun da maliyetleri ne kadar abartabilirsin ki. Yumurta için mesela, tavuğa ihtiyacı olan proteinlerin, amino asit, vitamin mineral karbonhidrat… eksiksiz hepsini verdin. Bütün halde verdin (yani başka bir sektörün atığıyla -kan unu gibi- beslemedin). Kaç lira çıktı? 28 lira. Daha pahalı nasıl olabilir ki!? Bu konuyu tavuk yemi başlığında incelemiştik.

Ancak gidiyorlar yumurtanın tanesini (kuluçkalık değil, yemeklik) 35 liradan satıyorlar. Bütün tavuğu elli milyon palavradan sonra (organik bu, kekik verdik vs diye) kg fiyatı 700-800 liradan iteliyorlar. Ne yapmış olabilirler ki maliyeti daha da arttırdılar?

Arttırmadılar. Gördüğüm kadarıyla dürüst değiller. Üretici olduklarını iddia ediyorlar (bir kişi özelinde yazmıyorum bunu) ancak çoğunun ne ÇKS’leri var ne de sertifikaları. Artan maliyetlerden bahseder ancak kendi sattığı için onları etkilemeyen diğer maliyetlerinden hiç bahsetmez (depolama, komisyonlar, büyük üretici sertifikasyon ücretleri vs). Dürüst olmayan insanın da hikayesine de tümden inanmamak gerekiyor. Organik de değil, adil de değil. Fabrika tavuğunu, organik üretimin şartlarını sağlamadan üretip size satıyor. Rokayı 200 liraya iteleyen de gördüm, komşusundan aldığı sabunu size özel sabun diye satanı da. Kimileri de kendi beceriksizliği size yüklüyor. Siz esasında 2 tavuk 10 yumurta aldığınızı sanıyorsunuz esasında 4 tavuk 30 yumurta alıyorsunuz. Diğer tavuk ve yumurtalar arada öldü, çöpe atıldı. Beceriksizliklerini kapamak için mukakkak araya birkaç numara da serpiştirmişlerdir ancak ne sizin ne bizim haberimiz olmadı. Hikâyeye aldandık hokkabaza kanan çocuklar gibi. Yapmayın.

Organik sertifikalı üreticilerin birbirlerinin fiyatlarını çok sıkı takip eder. En pahalı ürün satan organik üretici fiyatı genelde zengin maks – tavan fiyattır. Onun satış fiyatını satış hacmi dengeler. O fiyat için en kaliteli ürünü üretmesi gerekir, ancak satış adedi azalmasın diye fiyatı daha da arttıramaz. Bu fiyatın üstüne satış yapan küçük büyük, tanıdık tanımadık üreticilerden ürün alırken bir kaşınız havada diğeri de hazır beklesin.

Maks fiyatlar domateste 120 lira civarı (cinsten cinse değişse de 140-150 olur, 200 değil yani), yumurtada 28 lira, bütün tavukta kg 500-550 lira civarında. Yurtdışından özel tohum getirmiyorsa, üretim alanını gönüllü karantinada tutmuyorsa yani çok sıra dışı bir durum yoksa gördüğüm fiyatlar bu şekilde.

Organik fiyat – Genelde ölü fiyatın 2-3 katı bandında seyreden, kimi ürünlerde 4, organik üretim için gerekli asgari şartların sağlandığı fiyat. Mesela organik tavuk 300-350 lira makuldür. 250 lira iyidir.  Yumurtada da hazır yemde 10-15 lira arası kabul görür, özel üretimlerde 20 lira’dır (üreticinin kendi yemini kendi kardığı, depoladığı vb). Bu fiyata satanın organik sertifikası olması gerekir, ancak güveniyorsanız dert etmeyin, fiyat aralığı bu.

Adil rekabetçi fiyat- Ölü fiyatın 2-3 katları genelde. Domateste 25 lira makul bir fiyat. 30 olursa iyi olur. 50 lira fazla ama. Organik sertifikası olmayan üreticilerin satması gereken fiyat bu. Şayet daha pahalıya satıyorsa açıklaması gerekir (soru bombardımana tutuyorum, siz de tutun).

.

Antin kuntin çeşitlerin fiyatları genelde daha yüksektir, antin kuntin oldukları için. San marzano domatesi mesela salçalık domatese göre 5-6 kat işçilik gerektirir, örtü altı üretim ister. Diğer çeşitler de benzer. Ancak yukarıdaki fiyatlar size fikir vermesi açısından bence yararlı olacak.

Tavsiyem ölü fiyatın altına satılan ürünleri almayın. Zengin maks da maksimumum da sınırı var. Değişik fantezileriniz yoksa o üreticileri -bilhassa sertifikası olmayanları- göz ardı etmeli. Organik üreticilerin fiyatları belli zaten, diğer sertifikasız üreticilerin de adil rekabetçi fiyat bandında olması gerekiyor. Ekstra bir şeyler yaptıklarını size göstermeliler.

Sevgiler.

.

Bu aralar fiyatlara kafayı takmam gerekti. Domatesi ölü fiyattan satarken bütün tavuğa 1100 lira para saydım. Aynı gün içinde hem domatesin kilosunu 250 liradan satanla çay çorba içtim akşamına günde 800 liraya çadırda yaşayan aileyle aynı ekmeği bölüştük. Gitgeller oluyor. Yazının dili ağır geldiyse affola.

21 Ağustos 2025 Perşembe

şipşak: zehirsiz rekabetçi üretim

Zehirsiz üretim mümkün mü? Mümkün de konvensiyonelle rekabet ediyor mu?

.

Bu yazı şipşak. Bir de yetmezmiş gibi üzerine ticari sırları teğet geçiyor. O yüzden kısadır, idare edin. Boşlukları siz doldurun.

.

Tarım ilaçları mevzusu hassas. Konu öyle bir noktaya geldi ki ağzını açtığında “zehirci” oluyorsun, öbür türlüsüne denk gelirsen “antin kuntin tip” damgası yiyorsun. Kimse de şu işi nasıl yaparız diye tarlaya girmiyor, üstününü başını kirletmiyor.

Öncelikle sapla samanı bir ayıralım. Kimyasal gübrelerle tarım ilaçları aynı şey değil. Aynı kefeye konulmaz. Sanılanın aksine kimyasal gübrelerin hepsi toprağa ve bize zarar vermiyor. Zarar veren kimyasal gübreler ailesinden biri hakikatten toprağa zarar veren çeşitler (şeker gübre, DAP, trifosfat gibi). Diğeri de yavaş salınımlı olsun ya da tarlaya eşit miktarda yayılsın diye sanayi atığı ile kompoze edilen gübreler (taban gübrelerinin çoğu %45-65 oranında ne olduğu belirsiz maddedir/küldür). Yoksa damla sulamada kullanılan (yani saf, külsüz) MAP, çinko sülfat, boraks gibi gübreler eşik değerlerin altında kullanıldığında toprak yaşamına sağladığı yarar zarardan hayli hayli fazladır (tabii ki bu gübreleri kafamıza göre uygulamıyoruz, toprak analizine göre ekliyoruz, eşik değerlere dikkat ediyoruz).

Kimyasal ilaçlar için de benzer bir hikâye var. Ama o hikâye bizde kısa kesiliyor. Sistematik (yani bitkinin sistemine giren ve sonra temizleyemediğimiz) ya da geniş spektrumlu (yani önüne gelen her şeyi ayırt etmeden öldüren) ilaçlarla bizim derdimiz var. Piyasadaki ilaçların neredeyse tamamı bu iki kategoriden birine giriyor. Uygulama zaten baştan sona hatalı. Bu yüzden kimyasal ilaçları sevmiyoruz, alternatiflerini arıyoruz (organik tarımda kullanılan ilaçlar gibi). Ancak bilinsin ki onarıcı tarımda bilhassa yeşil öldüren grubuna giren kimyasal ilaçlar (herbisit) sıklıkla kullanılır (merak edenler instagramdaki örselemek başlığına baksın, yazarsam konu çok uzar). Toprağı onarmayı gri alan gibi düşünebilirsiniz, geçiş bölgesi.

Biri zehirsiz tarım dediğinde kimyasal ilaçların kullanılmadığı konusunda netiz. Ancak gübre konusunda şak diye bir şey söylemek mümkün değil. Biri toprağını analiz ettirmiş, sonuçlara göre bir gübreleme programı çıkarmış, bu programda toprak canlılarına zarar vermeyecek değerlerde ve çeşitlerde doğru kimyasal gübre kullanmış, sıkıntı yok. Diğer adam da gitmiş doğal ve organik diye dönüme 40 ton hayvan gübresi uygulamış. Toprak da ölür, siz de ölürsünüz biz de ölürüz. Gübre konusu hesaba göre.

Kısacası, zehirsiz üretim dendiğinde aklıma kimyasal ilaçsız üretim geliyor. Kimyasal gübreye kısıtlı alanlarda izin var, o da gerekli şartları sağlarsa ve onarmada.

.

Diyeceksiniz ki bu kadar gübre kullanmak gerçekten gerekiyor mu? Sağlıklı bir toprakla uğraşıyorsanız gerek yok. Ancak onarılması gereken toprakla uğraşıyorsanız gübre gerekiyor. Sağlıklı gelişim için toprağın hem kimyası hem de biotası sağlıklı olmalı/dengede olmalı. Aksi taktirde hastalıklar istisna olmuyor, ilaçlar hep gerekiyor. Zehirsiz üretim için onarılmış toprak şart.

Kimyasal gübre meraklısı değiliz. Toprağınızda çinko eksikse organik alternatifi pirinç samanı. Bir, nereden bulacaksın o kadar samanı; iki, bulduğun saman ilaçlı mı? Çinko sülfat’a kayıyoruz ister istemez. Ya da toprakta fosfor eksiği varsa fosfat kayasını nereden temin edeceksiniz? Gübretaş artık satmıyor, geçen sene göbeğimiz çatladı 1 kg’ını buluncaya kadar. Her gün kara kemik/kemik kömürü üretemeyeceğinize göre geriye organik alternatifi pek kalmıyor. MAP -sınır değerlerin altında kullanıldığında- toprak biotasına zararı çok değil. Gibi.

Onarma konusuna uzun uzun girmeyeceğim. Açıkçası 2 yıldan uzun süre çalışılan konu (program vs yazdığım) bence ticari sırdır. Üstün körü de geçmeyelim, her mineralin toprakta ulaşması gereken değerler var. Bu değerler birbirlerine göre değiştiği için sabit değil, birbirlerine göre dengede. Birbirleri arasındaki oranlar üç aşağı beş yukarı sabit kalsa da oranı korumak için farklı topraklarda farklı değerde dengeye ulaşıyor. Olması gerektiği değere yüzde yüz diyoruz (tablodaki 1 değeri). Eğer olması gerektiği değerin beşte birindeyse %20 yani 0,2 yazıyor sol tarafta.  

Tabloları yorumlamak için şu hap bilgiler gelsin. Şayet oran %70’den az ise bitkiler dengesizliği hissetmeye başlar. Bunu telafi etmekte zorlanır, rekolte kaybı başlar. %40’ın altında rekolte kaybı göz ardı edemeyeceğiniz seviyededir. %20’nin altında o klasik mineral eksiklikleri gözükür, büyük rekolte kaybı yaşarsınız, başınız hep ağrır.

Aşağıdaki tabloda onardığım parsellerden birinin 3. Sene uygulamasını görüyorsunuz. Sarılar bu sene eklenenler (organik alternatifi olmayan minerallerde doğaya zarar vermeyecek oranlarda uygun kimyasal gübre kullanılmıştır). Tabloyu incelemeden önce şunu dikkatinize sunarım. Bu onarmanın 3. Senesi. Yani, toprağa ve doğaya zarar vermemek için adım adım ilerliyoruz, çok yavaş müdahale ediyoruz.

Tablodan şunu görebilirsiniz, bor, çinko ve demir geçen sene %40 kritik eşiğinin altındaymış (maviler). Bu şu anlama geliyor. Bor minerallerin taşınmasını sağlayan enzim için elzem olduğu için (arabanın tekeri gibi düşünün), zor taşınan minerallerde geçen sene problem yaşanmış olmalı- Ki öyle oldu. Kalsiyum eksikliği gözüktü bitkilerde. Tabloya bakın, toprakta kalsiyum eksik mi? Değil ama bitki taşıyamıyor, alamıyor. Çinko size fosforda sıkıntı yaşandığını gösteriyor. O da doğru, fosfor eksikliği de gözüktü. Demire şimdilik girmeyelim. Bunlar hep rekolte kaybı. Bunları onarmadan üretime girerseniz günün sonunda ilaçsız üretim olmaz diyen tayfaya katılırsınız. 

Üçüncü sene meşhur %40 kritik eşiğini nihayet aştık (çinko hariç, ama çok yakın).

“O halde zehirsiz üretim başlasın!” dedik ve başladık.

(içses: gümrükten geçtik sonunda!) 

.

Zehirsiz üretim mümkün de konvensiyonelle rekabet edebilir mi? Evet. Onarma pahalı bir süreç olduğu için olabilecek en küçük alanda en büyük üretimi yapmaya çalışıyoruz. Buna yoğun ekim yöntemi deniyor (merak edenler konuyu intensive gardening).

Maliyetleri düşürmek için gideri düşürecek her şey yapılıyor bu üretim modelinde. En büyük maliyet işçilik. O zaman işçilik yok. Çapa yok, yüzeyi örtüyoruz. Sırık yok, sırık çeşitler yok. Fideleri bağlamak yok. Sadece iki kere yapraktan iz element uygulaması yaptık. Bunun dışında rekolteyi yüksek tutmak için hiç boş sulamadık (yani suyla hep takviye -amino asit gibi- verdik).

Zehirsiz üretim olacağı için ilaçlama yok. Bol bol tuzak var. Her 4-5 m’de bir tuta tuzağı kurdum, 15 günde bir yeniledim. Hem enine hem de boyuna yönde. Başta 10 m’de bir koymuştum ancak yeterli olmadı.

Hasat planlı ve hasatta tarladaki hastalıklı ürünlerin hepsi toplandı. Normalde iyiler topnanır gerisi tarlada bırakılır. Bizim için tarlanın hijyeni önemli. Vuruk, ezik, kurtlu vs ne varsa toplandı, dışarıda elendi.

Üretim düşmeye başladığı gibi yeni ürün ekildi. Bitkinin ölmesi beklenmedi.

Bunları yapınca tarımsal ilaç kullanmadan pazardaki ölü fiyatın altına domates ürettim. Sattım ve kar ettim.

Hamiş: Maliyet hesabında enflasyon dikkate alınmıştır.

.

Kısaca:

  • Toprak mutlaka onarılmış olmalı (işin esprisinin %80’i bu)
  • Rekabet ettiğin diğer üreticilerle aynı çeşitleri ekmelisin (elmayla armutu kıyaslamayın, samet F1’se samet F2’i kıyaslayın)
  • Yoğun ekim modeli şart (maliyetlerden).
  • İşçilik masraflarını asgari tut, yatırımlarını bu yönde yap (ot için örtü, silaj örtüsü gibi).
  • Görevleri istifle. Sulama ile takviyeler, hasat ile tarla hijyeni gibi.
  • Hastalık ortaya çıkmadan tedbirlerini al, tuzaklarla zararlı sayısını asgaride tut. Gerekirse diye organik tarımda kullanılmasına izin verilen ilaçları hazır tut. Eşik değerlere dikkat et, geçti mi vur.
  • Üretimin bitmesini bekleme, düştüğü vakit sök yenisini ek.

Ve en önemlisi:

  • Zehirsiz ürettim diye piyasa fiyatının misli fiyatlara ürününü satma. Sertifikan var mı? Yok, o halde manavla rekabet ediyorsun.

 

20 Ağustos 2025 Çarşamba

şipşak: doğal tarım örneği

Doğal tarım ile ilgili şipşak yazıya ihtiyaç varmış. Gelsin o halde.

(Örnek sonda) 

.

Doğal tarımın tanımı şu:

Canlıların birbirleriyle olan ilişkisi sayesinde yapılan tarımsal üretime doğal üretim denir. Yani gübre mi gerekiyor, başka canlıdan alacak (koyun gübresi gibi). Ya da minerale mi ihtiyacı var, bitkinin köklerine mantar taşıyacak o minerali (bor ve kalsiyum gibi). Zararlı mı var, başka böcek yiyecek.”

.

Peki doğal tarım ile organik tarım aynı şey mi?

Değil. İkisi de doğaya saygı duyan üretim modelleri ancak uygulamada ciddi farklılıklar var. Örnekle açıklayayım.

Diyelim ki sabah kalktınız ve evvelsi gün ektiğiniz fideleri bir böceğin kestiğini gördünüz. Ne yapmalı?  Organik üreticiyseniz böceği tespit etmeye çalışırsınız, ona göre yönetmelikte izin verilen bir ilacı tarlanın geri kalanına uygularsınız. Konu kapanır.

Doğal tarımda zarara neden olan böceği tespit edersiniz. Örnek alır, kayıt altına alırsınız. Üretim heba olmaması için organik üretimde izin verilen ilacı tarlaya uygular, sezonu kurtarırsınız (istisnai uygulama). Buraya kadar işlem aynı, ancak sonrası farklı. İlacın tarlaya etkisini kayıt altına almalı, zarar neden olan böceğin davranışını, yaşam alanlarını vs incelemeli ve ilaç kullanmadan üretim yapmak için gerekli asgari şartları gelecek sezon sağlamaya çalışırsınız. Örnek içinde örnek gelsin. Bordo bulamacı ve bakır organik üretimde izin verilen ilaçlardan. Ancak geniş spektrumlu ve bakır toprakta birikiyor, yararlı mantarlara zarar veriyor – haliyle bu özellikler doğal tarımda istenmiyor. Doğal tarımda da -bilhassa ilk senelerde- bordo bulamacı kullanırsanız kimse sizi eleştirmez (kontrol altına alma). Ancak ilerleyen senelerde bakır kullanmadan uygulama yapılması isteniyor (Helen Atthowe’nin kitabını – The Ecological Farm’a bakın)

Kısaca dört temel konuda farklılaşıyor organik tarım ile doğal tarım. İlki işi doğaya yaptırma fikri – bu yüzden doğal tarımda üretim alanının en az üçte biri doğal hayata bırakılır (bu şart). Organik tarımda bu yok, organik doğaya saygılı – o kadar. İkinci farklılık onarma konusu- toprağın fiziksel, kimyasal veya biyolojik özelliklerinde sıkıntı varsa doğa görevini yapamaz (bor yoksa mantar oluşmaz, miselyum bitkiye kalsiyum ve fosfor taşıyamaz). Merhaba diyorsun ve onarma konusuna giriyorsun. Üçüncü fark kayıt. Doğal üretim demek otları biçmedim uzattım demek değil. Durmadan gözlem yapıyorsun, durmadan kayıt tutuyorsun. Yeri geldiğinde bazı cinsleri destekliyorsun, yeri geldiğinde eliyorsun. Ne zaman müdahale edilmesi gerektiğini kayıtlara göre yapıyorsun. Bu yüzden kayıtlar önemli. Dördüncü fark, makale. Ekolojik tarım/agroekoloji/müdahaleli doğal tarım bilimle ilerleyen bir konu. Üretimde geçmeyen zamanın büyük bir kısmı makale okuyarak geçiyor.

.

Doğal tarımın yönetmeliği/ sertifikasyonu var mı?

Henüz yok. Muhtemelen 10-15 yıl içinde ilk örnekleri karşımıza çıkacak. Olmamasının başlıca nedeni gerekli çalışmaların tamamlanmamış olması.

Organik tarımdaki üretim modeli konvensiyonel tarımla aynı. Ufak birkaç değişiklik hariç denklemler aynı, sadece uygulama farklı. Hastalık mı var, organik tarımda izin verilen ilaçları uyguluyorsunuz.  Gübre? Yönetmelikte izin verilen gübreler. Tohum, gene – ancak listede adı olan firmalardan (haliyle uygulamayı kolaylaştırıcı maddeler var, onlar sizi aldatmasın).

Doğal üretim başka bir üretim modelinin uyarlaması değil, baştan sona yaklaşımı farklı. Kafadan doğal alanların kurulması var, onarma konusu var, uygulama farkı var. Kayıt tutmak şart . Her biri ayrı başlıklar ve ayrı çalışma (yönetmelik) gerekiyor – bunların hiç biri henüz yok.

Onarma konusuna bakalım mesela. Regenerative agriculture’ı çalışan – yani içinden geçilmiş tarım alanlarının onarılması, değerlerinin toparlanması konusu- onlarca kurum ve dernek var. Ancak halen daha oturmuş, açıp bakalım şu konunu öğrenelim diyeceğiniz bir kaynak yok. Bu iş böyle yapılmalı diyen bir yönetmelik de yok. Girişimler oluyor, çok uzun süremez yakında gelecektir (BES- Regenerative Agriculture 2025 report’a bakın). En fazla 5-10 sene. O vakte kadar bizim gurular onarıcı tarımda kimyasal ilaç yok demeye devam edebilir (ki esasında var, kimyasal ilaç onarıcı tarımda oldukça sık kullanılır).

Onarma konusu daha tam oturmamışken uygulamalı ekolojiyle konunun çok gerisinden geliyor. Bu alanda bir uygulama kılavuzuna ciddi ihtiyaç var ancak onun da hazırlanması en az 10 sene alır. Doğal tarımın oturması, yönetmeliğinin yayınlanması için de rahat 20-25 sene var.

O vakte kadar maalesef biraz kim kime, dum duma.

.

Doğal tarımına örnek verelim.

Doğada canlılar arasındaki ilişki bir hayli karmaşık. Basitleştirelim. Farzı misal bostanda kurbağa olsa zararlıların hepsini yiyecek, sadece kurbağa besleyerek işin içinden sıyrılacağız. Böyle değil de basit olması için öyle farz edelim.

  • Kurbağalar suda yaşar, karada avlanır. Bostanda kurbağa istiyorsak sulak bir alan yapmamız gerekiyor.
  • Kurbağalar kenarından fazla uzaklaşmaz. Diyelim ki avlanmak için en fazla 20 m kadar uzaklaşıyor (bu değer makalelerden).
  • Bostanımızın genişliği 50 m olsun (tasarımdan).
  • 50 m’ye kurbağaların etki etmesi için bostanın her iki yanına da havuz yapmak gerekecek. Ancak buna rağmen ortadaki 10 m’ye kurbağaların pek bir etkisi olmayacak.
  • Ortadaki alana havuz yapmak yerine ufak bir doğal alan bıraksak, bir yere az biraz kazıp naylon sersek, içine saz eksek kurbağalar burayı atlama alanı olarak kullanır (kullanıp kullanmadığı makaleden geliyor, bu alanların tasarımı, hangi bitkileri içereceği gibi konuların hepsi makalelerden)
(bu aşamada bostanın her iki yanında iki havuz, ortada da ince uzun doğal alan var)
  • Kurbağa davranışı incelenmiş ve görülmüş ki derin havuzlarda ürüyor ancak zamanlarının büyük bir kısmını sığ havuzlarda geçiriyor. Bir havuz hem derin hem sığ ise havuzlar arası geçiş olmuyor. Ancak kurbağaları yaşatmak bizim önceliğimiz değil, biz kurbağaların durmadan yataklar arasında hareket etmesini, önüne çıkanı yemesini istiyoruz. Kurbağa koruma ve yaşatma derneği değil burası, kurbağa çalıştırıyoruz. Çalışmaları için hareket etmeleri gerek. Hareket şart!
  • Makaleler okunuyor ve buna göre bostanın bir yanındaki havuz sığ, diğer yanındaki havuz derin açılıyor. Derinliği, genişliği, tasarımı hep makalelerden.
  • Sonra başlıyoruz gözleme. Ne kadar etkisi var, neler yapıyor…

Şimdiii, bunun gibi yaklaşık 20 avcı böceği, 10-15 tozlaşmaya yardımcı böceği, 10’ar kuş, memeli ve amfibi çeşitleri düşünerek tasarım yaparsanız buna ekolojik tasarım diyebilirsiniz. Sonuçları kayıt altına almanız ve paylaşmanız gerekiyor. 

 

Bir başka ifadeyle tabelaya “argoekolojik zeytinlik” yazmakla, tarlayı akışına bırakmakla ya da ay takvimine göre tohum ekmekle olmuyor bu işler.