Yazı uzun – özeti en sonda. Ayrıntıları merak ediyorsanız size
bekleyen üç bin kelime var:)
.
Japon’nun birinin bir fikri varmış. Çokları gibi günbatımına
karşı elinde birasıyla “aman bea” demek yerine (evet, evet Japonya’da da bea
diyorlar) ömrünü vermiş, fikrini kovalamış. Savrulmuş, yorulmuş, bir şeyler
ortaya çıkarmış. İyisiyle kötüsüyle, eksiğiyle fazlasıyla yaptıklarını
kitaplara dökmüş. Bu kitaplar onlarca dile tercüme olmuş. Milyonlarca insanın
gözlerini açmış, ilham olmuş, sonrasında para ve zaman kaybedecekleri çabalara
baş koymalarına neden olmuş. Bizlerin köyün en yaşlısı gibi sevdiğimiz Masanobu
Fukuoka‘nın hikayesi budur. Gerçeği zaten bir yerlerde yazılırdır.
Bu adamcağızın kitapları İngilizceye çevrilirken iyi
çevrilmedi. Diğer dillere geçerken de İngilizceden çevirdikleri için dünyanın
en teknik dillerinde bile saçma sapan tercümeleri var. Ama bizde öyle mi!
Gördün deli, savrul geri :) Nasıl olduysa öyle başarılı çevirmişler ki
Türkçeye, Japonca biliyorsanız bile Türkçesini okuyun derim. Terimleri tercüme
etmek zordur, çevirmen nasıl olduysa cuk diye oturtmuş kelimeleri. Bu durum
kitap dünyasında çok nadir olan bir hadise, kıymetini bilmeli. Alın okuyun
mutlaka.
Peki dangalaklarla dolu bu güzel ülkemizde durumlar nasıl?
Açıkçası ortam karışık. Organik ifadesini korunduğu için ne kadar ürün
itelemeye çalışan varsa “doğal” ve “Fukuoka’nın izinden gidiyoruz” diye
yapıştırıyor.
Hadi başlayalım.
.
Giriş:
Fukuoka’nın kitaplarını okuduktan sonra sizi değişik bir
duygu saracak. Doğru yaa, böyle olmalı diyeceksiniz. Sonra tohum topu tarifi
için kitabı açacaksınız, bulamayacaksınız tarifini. Okuduğunuzdan adım gibi
eminken çıkmayacak sayfaların arasından. Sonra tarife benzer birkaç paragraf
bulacaksınız. Tam buldum diyeceksiniz ancak uygularken yazılanların yetersiz
olduğunu göreceksiniz (bu arada çöl kitabında reçetesi var). Sanki tarifini kendine
saklamış, söylemiş ama söylememiş. Vermiş ama saklamış.
Müdahalesizlik prensibi zırt pırt karşınıza çıkacak. Bir şey
yapma bir hafta sabredersen uğurböcekleri gelecek zaten diyecekler. Farklı
farklı isimler verecekler, aynı şeyden bahsedecekler. Kitapta yazıyordu
diyeceksiniz.
Sepp Holzer’in hügelkültürünü (odun yatağı) okurken ya da
videolarını izlerken Fukuoka’nın da odun gömdüğünü hatırlayacaksınız. Böyle çok
eskilerden silik anılar gibi. Kitabı tekrar karıştıracaksınız, şanslıysanız o
cümlelere tekrar denk geleceksiniz.
Kirpinin hikayesi şu: 2013’den beri (yüksek tezini
imzalatmaya İstanbul Üniversitesine giderken almış kitabını, tez yüzünden
oldukça travmatik bir andı. Raftan aldığım anı çok net hatırlıyorum) Fukuoka’yı
derinlemesine çalışıyorum. Sabah akşam onunla yatıp kalktım demem, ama
permakültür sınavı yapsalar ve soruları seçme şansım olsa ilk Fukuoka’yı seçerdim.
Ne uygulamalar yaptım, ne eğlendim :)
.
Genel:
Fukuoka Kimdir? Ne yapmıştır?
Fukuoka’nın bir iddiası var. Diyor ki doğa mükemmeldir, her
görevi bizden kat be kat daha verimli, hızlı ve doğru yapacak canlılar var. Biz
ne kadar uğraşırsak uğraşalım bunu çözemeyiz. Bu yüzden gerekmediği sürece
müdahale etmemeli, bu dünyanın olsa olsa çobanı olmalıyız. Zaten daha fazlası
olamayız.
Fukuoka buradan yola çıkıp bu fikrin doğrulunu kanıtlamaya
kendini adamış. Yazdığı kitaplar tarif değil, kendi hikayesi. Zorluğu bundan
zaten, belgeselde gördüğünüz yemeği yapmaya çalışıyorsunuz.
(okuyacağınız iki paragraf genel görüşle çelişecek ancak
benim fikrim şu yönde) Tarihsel açıdan Fukuoka’nın fikirleri Bill Mollison ya
da Sepp Holzer gibi modern üretim tekniklerine veya yeşil devrime tepki akımı
değildir (gayet tepkili ama öyle bir tavır değil). Onlar gibi alternatif üretim
modeli ve felsefesi geliştirmeyi düşünmez (siz yakıştırıyorsanız o ayrı, ancak
değil). Fukuoka’nın Doğal Tarımını 1950’lerden sonra üretimi baştan sona
değiştiren yeşil devrim ve teknoloji selinde yerinden oynamayan bir kaya gibi
düşünebilirsiniz. Bu sayede devrimlerin kendilerini haklı çıkarmak için -modern
tarım olmadan toplum beslenmez, doğal tarımla rekolte hedeflerini
tutturmazsınız ya da doğal tarım fiyat rekabeti yapamaz gibi iddialarla- ezdiği
aksini savunan fikirlerin sığındığı bir alan yaratmıştır. Tezat oluşturan
durumları örnekler sunmuş, kanıtlamış, yol göstermiştir.
Fukuoka’nın fikirleriyle öncü değildir. Öncü kişinin arkasından
gelenlere yolu açması gerekiyorken, Fukuoka yalnızca nelerin mümkün olduğunu (fiyat
rekabeti, toprak onarılması gibi), nelerin mümkün olmadığını (meyve ağacı
budama konusu), hangi ayrıntıları atladığımızı (doğada görev boşluğu olmadığı
gibi) ve modern tarımdaki tutarsızlıkları (ilaç uygulamaları ve dozajları,
tohum seçilimindeki hatalar gibi) göstermiştir. Bu yaptıklarının önemsiz
olduğunu göstermez, çünkü basit fikirleri sahada kanıtlamak en zoru.
Bill Mollison’a ekonomist, toplumbilimci diyen tayfanın
Fukuoka’ya filozof demesine inanın hiç şaşırmıyorum. Yok hacılar, bacılar. Az
buçuk felsefeye merakınız varsa Fukuoka’nın konuyla alakası olmadığını
bilirsiniz. Ayrıca Bill Dedeye böyle yakıştırmalar yapanların uyanır uyanmaz
kafasını buzlu suya sokması lazım.
Fukuoka gençliğinde bilimle uğraştığı için çalışma şeklini
sistematik görebilirsiniz. Ancak bu uğraşında “bilim adamı” değildir, bilim
yapmamıştır. Onu yapacak sermayesi de yoktur. Çiftliğin ilk yıllarında zaten
sağlam sürünmüş, zorlanmış ve defalarca kez başarısız olmuştur. Kitaplarında bu
kısımları hızlı geçiyor. Kitabı okuyan bizler de ilk günlerden yardığını
hissine kapılıyoruz.
İyi bir doğa gözlemcisidir. Kitaplarındaki gözlemler
(örümcek ağları, ani böcek patlamaları ve harmonik dengeler) doğrudur.
Bahsedilenleri hem İstanbul’daki bahçemde hem de bu aralar Gelibolu’daki
çiftlikte yaşıyoruz. O yüzden kitapta anlatılan masallar palavra değil, dediği
gibi olan şeyler.
.
Fukuoka’nı doğal tarımının permakültürde ya da ekolojik
tarımdaki yeri nedir?
Blogda daha önce bundan bahsetmiştim:
“Canlıların birbirleriyle ve dünyayla olan ilişkisine
ekoloji deniyor. Bizdeki adıyla doğa bilimi. Canlıların birbirleriyle olan
ilişkisi sayesinde yapılan tarımsal üretime doğal üretim denir. Yani gübre mi
gerekiyor, başka canlıdan alacak (koyun gübresi gibi). Ya da minerale mi
ihtiyacı var, bitkinin köklerine mantar taşıyacak o minerali (bor ve kalsiyum
gibi). Zararlı mı var, başka böcek yiyecek.
Doğal tarımda başlıca iki yaklaşım var. İlki Fukuoka’nın
ekolü – müdahalesiz doğal tarım (doğa tarımı ya da do-nothing farming). Bu
yöntemde üretime doğrudan müdahale etmiyoruz. Üretim olması için gerekli
asgari şartları sağlıyoruz (tarlaya tohum serpmek, tohum topu atmak gibi),
gerisini doğa hallediyor. Zorunda kalmadıkça müdahale olmuyor.
Diğer doğal tarım yaklaşımında müdahale var. Üretimin daha öngörülebilir
olması için doğrudan müdahale ediyoruz. Bu yaklaşıma ekolojik tarım da deniyor.
Ekoloji kelimesi doğal anlamında değil ekoloji biliminden geldiği için.
Bilimsel çalışmalardan öğrendiklerimize göre sahaya müdahale ediyoruz.
Yaptığımız her işlemin bir makalesi bir çalışması var - olmalı.”
.
“Müdahalesiz” ne demek?
Ekolojik dengeyi parmağınızın ucunda dengede tutuğunuz bir
basketbol topu gibi düşünemezsiniz. Durmadan değişim halindedir ancak
kararlıdır. İlla bir şeye benzetmek istiyorsanız halaya ya da stadyumlardaki
Meksika dalgasına benzetebilirsiniz. Herkesin bir görevi var ve uyumlu.
Halaya bir iki kişi girse çıksa fark etmez, halay devam eder
ya ekolojik döngüde de bazen kimi canlılar çıkıyor kimileri dahil oluyor. Her
bir duruma kararlı hal deniyor. Mesela orman düşünün, içinde ayı var. Bir
dengeye ulaşır ya, kararlı durum. Ayı yok, onun yerine kurt var. Başka bir
kararlı durum. Her canlının olduğu, değişikliklere en dirençli kararlı durum içlerindeki
en önemlisi – en kararlı durum. Ona ulaşırsak bizim – insanlar olarak- bir şey
yapmamıza gerek olmayacak. Hiç müdahale etmeyeceğiz. Herkesin yeri var, görevi
var. Sistem tıkır tıkır işliyor.
İsteriz ki sebzelerimiz yetişsin, ağaçlardan meyve
toplayalım. Bostanda bir tarafımızı ayı kapmasın. Bu yüzden ekolojik dengeyi
lehimize (insanların) kaydırıyoruz. Haliyle yapılacak işler çıkıyor. Tohumunu
ekmezsen buğday alamazsın.
Fukuoka yapacağımız her hareketin bir müdahale olduğunu ve
dengeyi bozduğunu söylüyor. Bu da bize daha çok iş olarak geri dönüyor. Daha
çok iş yapıyoruz, daha çok müdahale ediyoruz ve dengeyi daha çok bozuyoruz.
Fukuoka o yüzden bir sıkıntı gördüğünüzde aklınıza ilk “hiçbir şey yapmamak”
gelsin diyor, müdahale etmeyin diyor. Anca zorunlu kaldığınız durumlarda
müdahale edin diyor.
Yaprak bitinde bu konunun klasik örneği. Müdahale etmezseniz
muhtemelen 2-3 hafta içinde uğurböcekleri devreye girecek. Kül atarsanız, ilaç
sıkarsanız uğurböcekleri çoğalmayacak. Onlar çoğalmadığı için yazın başka başka
problemlerle uğraşacaksınız. Mesela yazın zararlı böcekleri yiyen çit kuşu
ilkbahar başlarında uğurböceğiyle beslenir. Siz yaprak bitini öldürdüm diye
sevinirken yazın çekirge kâbusu yaşayacaksınız.
Müdahalesiz doğal tarımda sistemin en kararlı duruma
yaklaşmasını sağlıyoruz ve zorunlu kalmadıkça ekolojik döngüye müdahale
etmiyoruz.
.
Gelişme:
Kitapları Nasıl okumalı?
Açıkçası doğru okumalı. Baştan dedenin bizimle uzaktan
yakından alakası olmayan bir coğrafyada yaşadığını bilmeli. Bir de Japonya’nın
muson kuşağında olduğunu hem yaz hem de kış musonundan etkilendiği bilinmeli.
Ney? Muson mu? Hani şu Hindistan’da olan şey. Evet o.
Muson yağmurları bizim ülkede felaket oluşturan yağmurlardan
kabaca 8-10 daha kuvvetli yağan yağmurlara verilen ad. Karalar hızla
ısındığında denizdeki nemli havayı içeri çekiyor o nem yağmur olarak yağıyor.
Akdeniz görece küçük olduğu için bu durum bizde çok kısıtlı. Hindistan Hint
okyanusun nemini kendi üstüne çekiyor. Fena yağıyor (1200 -2000 ve hatta 3000
mm kadar). Aynı durum Pasifiğin nemini üstüne çeken Çin için de geçerli (gelmiş
geçmiş en büyük sel felaketleri Çin’de yaşanmıştır). Bilin bakalım Çin ile
Pasif Okyanusu arasında kim var? Masanobu Fukuoka’nın yaşadığı Japonya :)
Japonya’nın şöyle bir olayı daha var. Kışın karalar daha
hızlı soğuduğu için bu sefer işlem tersine dönüyor ve rüzgâr karadan denize
esiyor. Çin’den denize esen rüzgâr, deniz üzerinden nem toplayıp bu sefer
Japonya’ya yağdırıyor. Kış musonu. Biz burada kuraklıkla mücadele ederken dedeye
yaz kış yağmur yağıyor.
Muson bölgelerindeki uygulamalar bize uygulanmaz diye bir
kaide yok. Uygulanır. Ancak verilen yılları kabaca 5 ile 7 arası bir sayıyla
çarpın. Hindistan’da arazi 5 yılda mı toparlamış, 20 yılda yer altı suları dolmuş,
nehirler tekrar akmış. Tamam, aynı sistemi Akdeniz iklimine uygularsanız ilk
sonuçları almanız 25 sene. Andrew Millison’nun youtube paylaşımlarında hiiiiç
mi hiiç bahsetmediği mevzu bu işte. Yoksa biz de biliyoruz iki emdirme havuzu
kazdırmayı. Doğa da benzer bir hadise var. Doğayı su onardığı için, sularsanız
Fukuoka’nın verdiği takvimde ilerler her şey. Su yoksa 5-7 ile çarpın.
Bir başka hadise de adam tarlaya yonca, ak üçgül tohumu
atıyor. Akdeniz’de at bu tohumları, sonra çağır beni yazın sapsarı tarlada
oturalım, iki muhabbetin belini kıralım :)
Fukuokanın Bahsetmediği konular var mı?
Yani bahsetmiş de üstün körü geçmiş. Dikkatli okumuyorsanız
kesin gözünüzden kaçar. Tarlaya müdahale etmiyor ancak ormanın yanına kurun
diyor. Bundan daha büyük müdahale olur mu? Resmen müdahaleyi ormandan ithal
ediyorsun. Bizler tarımsal çölün ortasında doğayı tekrar ayağa kaldırmaya
çalışırken o sadece ormandaki ekosistemi kendi bahçesine yaymaktan bahsediyor
(bunu tavsiye ediyor). Sıfırdan kuruyorsanız müdahalesiz iyileşmenin başlamasının
bile yıllar alacağını göreceksiniz. Bu yüzden çoğunluk müdahale edelim ama
nasıl etmeli diye mineral dengelemesi, yararlı böcekler ve bitkiler gibi
konulara kayıyor.
Fukuoka’nın bahsetmediği diğer konu da ideal dengeye farklı
iklimlerde, toprak yapısında vb. nasıl ulaşacağımız. Öğrencilerinin farklı
iklimlerde başlattığı onlarca proje var. İçlerinden sayılı birkaçı başarılı
olmuş, ancak yüzlercesi patlamış. Tamam hepsinin başarı olmasını beklemiyoruz
ancak oran gerçekten iç karartıcı. Bunun nedeni fikrin yanlış olması değil,
Dede’nin çekiç sallamayı anlatmak yerine hikâye anlatması.
Üretimi doğaya yaptırabilir miyiz?
Hem evet hem hayır. Ekoloji konusu biraz geriden geliyor. Bilim
bazı konularda biraz yavaş. Konuyla alakasız örnek gelsin: bizler çocukken dinozorların meteordan mı
öldüğü yoksa yanardağdan öldüğü bilinmiyordu. Artık diyoruz ki bundan 66 milyon
yıl önce Chicxulub Kraterini oluşturan asteroit yüzünden öldüler, K- Pg yok
oluşu. Ekoloji bilim dalları içinde eeeeeen geriden gelen başlıklardan.
Fukuoka ve öğrencileri bunu yapabileceğimizi kısıtlı da olsa
örneklerle gösterdiler. Dediklerinin doğruluğuna kefil olurum, çünkü ben de
denedim ve doğrulayan sonuçlar aldım. Lakin konu “nasıl” mevzusunda takılı
kalıyor. Farklı iklimlerde nasıl yapacağız bu işi. Ayrıca güzel turp üretiyoruz
ancak başka?
Çapasız tarım mümkün mü? İlaçsız üretim mümkün mü?
Gene hem evet hem hayır. Fukuoka evet mümkün dese de kendi
bahçesi hariç kanıt sunmuyor. Tamam oluyor da nasıl oluyor. Aradan geçen 50
senede artık şunu diyebiliyoruz: toprak onarıldıysa (mineral dengesinde %40
eşiğini geçtikten sonraki hal), biyolojik olarak aktifse ve gerekli ekipmanınız
varsa evet çapasız (hatta işlemesiz) tarım yapabilirsiniz. Toprakta
kalsiyum-magnezyum oranı kaçmışsa, fosfor çinko oranı bozuksa ve bor eksikse
dilediğiniz kadar yırtının çapasız tarımda çok ciddi rekolte kaybı yaşarsınız.
Toprağın biyolojik olarak aktif olması da gerekli. Organik madde miktarının
%5ler seviyesine ulaşması, bunun en az yarısının da biyokararlı organik madde
olması gerekiyor (yoksa hidrofobik – su iten toprak oluşur). Küçük ölçekte
Fukuoka’nın serpeme ve kil topu yöntemleriyle ekim dikim işinden
sıyrılabilirsiniz ancak orta/büyük ölçekte ekim dikim işleri için anıza ekim,
doğrudan ekim araçlarına da ihtiyacınız olacak. Ve bu araçlar hiç ucuz değil.
İlaçsız üretim konusu çok ayrı bir konu. Onarıcı tarım
üzerine çalışan örgütlerin yayınlarına baktığınızda ve BES gibi derneklerin
yayınlarını takip ettiğinizde çoğu durumda ilaca alternatif bulunmadığını
göreceksiniz. Yani yok değil var ancak ciddi rekolte kaybına neden oluyor.
Yabani ot mücadelesi – hele hele büyük alanlarda ve onarılmamış topraklarda- tam
bir baş belasıdır. Toprağı onarmak zaten pahalı bir işlem, büyük alanlar ciddi
yatırım gerektiriyor. Bu esnada rekolte kaybını göze alamıyor çoğu üretici. Bu
arada rakamlar üreticinin göz ardı edebileceğiniz rakamlar değil. Mesela dönüm
başına kabaca 10 bin lira yatırım (250 dolar) ve ilk 4-5 yıl boyunca yıllık 5000
lira rekolte kaybı (125 dolar) olacaktır. Fukuoka’nın arsasının ona aileden
geçtiğini söylemiştik di mi? :)
Fukuoka ilaç kullanmadan da üretim yapabileceğimizi
gösterdi. Hatta pirinç gibi çok yoğun işlem gerektiren bir tahılı müdahalesiz
yetiştirdi. Bu bir kenarda dursun. Aynısını buğdayda, ayçiçeğinde, pamukta,
mısırda yapmak ayrı bir macera. Çözülmesi gereken onlarca problem var. Küçük
ölçekteyseniz sıkıntı yok, büyük ölçek başka bir konu.
Toprağın üstü yeşil örtü mü olmalı hep? Yonca mı ekmeliyiz?
Hayır. Yazdıklarımı tekrar edeceğim, Fukuoka Muson
bölgesinde yaşıyor. Yağış alan bir bölgeyle kimi zaman 6 genelde 4 ay yağış
almayan, kuraklıkla mücadeleyi kaide bellemiş bölgeleri bir tutamazsınız.
Bizde toprakta su tutmak için yapılan işlemi anlamak için
buğday-ayçiçeği ekim nöbeti incelenmeli. Normalde bu ekim nöbeti programı 7
tahılı kapsarken, sahadaki uygulamalarla (Cumhuriyetin kuruluşundan 1960lara
kadar süren deneme yanılmalarla) iki tahıla indirgenmiş, araya su yakalama
boşluğu eklenmiş. Buğday hasadını takiben toprak eylül sonu ekim başı gibi
derin sürülür. Kışın ot çıkmasına müsaade edilmez. Bu sayede sonbahar – kış ve
ilkbahar başında yağan yağmur toprakta depolanır. Ayçiçeği ekiminde toz malçı
uygulaması yapılır. Önce sığ sürülerek yüzey koparılır. Sonra tırmık çekilerek
bu en üst tabakanın su iletemeyen toz tabakasına dönüşmesi sağlanır. En son
ayçiçeği ekilir. Hatta ayçiçekleri belli bir boya geldikten sonra bir kere daha
tırmık çekilir (hem otları öldürmesi hem de bahar yağışlarıyla kaymak tabakası
kaplayan toprağı tekrar parçalamak, toza dönüştürmek için, suyun buharlaşmasını
engellemek için).
Yani biz topraktaki suyu arttırmak için üzerine bir şey
ekmiyoruz, bilakis parçalıyoruz, derin sürüyoruz.
Fukuoka’nın yöntemini küçük ölçekte ya da su alan alanlarda
yapabilirsiniz (dedikleri doğru). Yıllık yağışı 800 mm’den az olan ya da
Akdeniz-Karasal iklimde bulunan bölgelerde yonca topraktaki suyu kullanır,
toprağı sıkar ve daha hızlı kurumasına neden olur.
Akdeniz iklimi farklı bir manyaklık.
Doğal ağaçlar güçlüdür. Hastalık gelmez diyorlar? Doğru mu?
Yeanniii. Sağlıklı beslenirseniz hiç hastalanmayacağınızı mı
düşünüyorsunuz? Hayat demek ölüm demektir, güç demek zayıf demektir. Bir kümese
baktığınızda 10 tane tavuk 1 tane horoz görüyorsanız, bilin ki diğer 9 horoz ya
çorba oldu ya da mevcut horoz tarafından parçalanarak öldürüldü. Bu da en iyi
senaryo. Malum civcivlerin yarısı erkek yarısı dişi çıkıyor…
Yetiştirdiğimiz kültür çeşitlerinin çoğu (neredeyse tamamı) doğada
tek başına hayatta kalamayacak zayıf canlılar. Köpeğinden tutun sebzesine,
tavuğundan tutun meyve ağacına. Hepsi bizim sayemizde hayattalar.
Fukuoka da bunu fark etmiş. Tamam kararlı durumu kendi
lehimize (insan) çekiyoruz ancak sebzeler bu durumda bile zorlanıyor, müdahale
gerektiriyor. O yüzden kitabında yabanileştirmekten bahsediyor, ata çeşitler ve
yabani çeşitlerin incelenmesi gerektiğini söylüyor. Meyve ağacı konusunu
çözememiş ama. Müdahalesiz doğal tarımda turp, pirinç, buğday, acı yeşillikler
gibi çeşitlerin kolay yetiştirilmesi hep bundan. Meyve ağaçlarının en doğalları, genelde
aşılanmamış olanları hayatta kalıyor ve ürün veriyor (bkz: gıda ormanı).
Peki yetiştiremeyecek miyiz? Gayet güzel yetiştirirsiniz.
Toprağı onarırsanız bitkileriniz daha dirençli olacaktır. Hastalıklar rüzgâr
gibi bahçeyi kasıp kavurmaz. Gene dikkat etmeniz, gözünüzü açmanız gerekiyor.
Müdahale gerekirse müdahaleli doğal tarıma buyurun efendim.
Ekolojik tarım. GMC, Helen Atthowe (kendisi Fukuoka’nın öğrencisi zaten).
Doğal ürünler çok pahalı. Fukuoka bu konuda ne diyor?
Fukuoka diyor ki -kitabı tersten okuyanlardan olmayın- ben
ilaç atmıyorum, gübre atmıyorum, sulamıyorum. Bir tek çıkıp topluyorum.
Maliyetim yok ki pahalı olsun. Piyasa fiyatına satıyorum, daha çok kar ediyorum
diyor.
Kitabı doğru okursanız Fukuoka’nın fiyat rekabeti ettiğini
(kar rekabeti değil), pazardaki konvensiyonel ürünle aynı ya da yakın fiyata
ürünlerini sattığını görürsünüz. Doğal ürünlerin fiyatı bizde olduğu gibi 5 -10
kat pahalı olamaz.
Atthowe organik sertifikalı ürünler ile doğal ürünlerin
fiyatlarının başa baş olduğunu, daha fazla olmayacağını ifade ediyor. Eşiyle
pazara çıktıklarında amaçlarının ürünü bitirmek olduğunu, pahalıya satalım az
satalım olmadığını vurgulamak lazım. Geri taşımak istemiyorlarmış. Konvensiyonel
ürünlerle rekabet etmiyormuş çünkü 1) hem zaten satılıyor 2) konvensiyonel
ürünlere devletin yaptığı destek fiyatları kıyaslamayı güçleştiriyor.
Dedikleri doğru. 2023 sezonunda ürettiğim zeytin yağının
kafamdaki satış fiyatı 200 liraydı. O yıl açıklanan resmi rakam budan daha bile
fazlaydı. Ben 200 liraya tüm maliyetimi çıkarıyorum, vergisini vs ödüyorum,
üzerine %40 kar ediyorum ve hala tavsiye edilen fiyatın altında çıkıyor.
Masrafım yok çünkü!
Nedir bu tohum topu yöntemi? Niye ısrarla kil topu diyorsun
(Kirpi’de)?
Tohum topu yöntemi Fukuoka’ya atfedilse de esasında antik
mısırdan günümüze kalan yöntemlerden biri. Tohumu kil ile kaplıyorsun ve bu
küçük topçukları etrafa serpeliyorsun. Kil tohumu havadan, sudan, zamansız
çimlenmeden ve böcek, fare ve kuşlardan koruyor. Serperek %5 verim alırken, kil
topuyla bu oranı %60-90 arasına çıkartıyorsun. Mükemmel.
Fukuoka’dan sonra bu yöntem geliştirilmeye devam edildi.
Yahoo groups vardı bir ara, orada onlarca deneme paylaşıldı. Tohum karışımları
denendi, içine çimento katıldı, gazete hamuru katıldı, mikoriza katıldı. Binlerce
deneme… Bu arada gruba katıldım, kil topu üretme makinesi yaptım. Evde bir
yerde motoru ve bağlantıları duruyor olacak. Varili başka işte kullandık.
Görüldü ki bu yöntem sebze ekmek için çok da uygun değil.
Geniş alanların restorasyonu için, onarılması için tercih edilen bir yöntem.
Geniş alanlara çiçek mi aşılamak istiyorsunuz? İdeal.
Meğerse mevzu tohum değilmiş. Bu alanları onaran şey tohum
değilmiş. Kilmiş. Daha doğrusu kilin içindeki bakteri ve mantarlar. Tohumunu
ektiğimiz bitkiler bu bakteri ve mantarla enerji sağlıyormuş. Kil toplarını bir
de yararlı mantar ve bakteri aşılayarak deneyin ve sonuçları kendi gözünüzle
görün (illa özel mikoriza sporu karıştırmanıza gerek yok, elekten geçirilmiş
keçi gübresi, sağlıklı kompost gibi de olur.).
Bu sonuçları gördükten sonra tohumsuz “tohum topları”
hazırladım ve uyguladım. Bitki gelişimi, doğanın onarılması ve diğer konularda
aynı sonuçları aldım yalnız içinde turp tohumu olmadığı için bu alanlarda turp
yetişmedi haliyle. Bir de tohumsuz tohum topu attığım alanlara sonradan turp
tohumu serptiğim denemem var. İçinde turp tohumu olanla aynı sonuçları aldım.
Turplar daha seyrek ekildiği için daha albenili oldu.
O yüzden kil topu diyorum. Mevzu tohum değil çünkü, mevzu
kil.
.
Sadede gelecek olursak:
- Fukuoka’nı kitaplarını bir tarif kitabı gibi okumayın.
Hikayesini anlatıyor. Okuduklarınızı bahçeye uygulamak belgeselden tarif çekmek
gibi bir şey.
-
Kitapları Türkçeye çok iyi tercüme edilmiş. Okuyun (gözünüzü seveyim lütfen okuyun :)
-
Japonya musondan etkileniyor. Musonla Akdeniz ya da
karasal iklimi bir tutmazsınız. Fukuoka’nın bahsettiği iyileşme silsilesini
burada yaşamak istiyorsanız su gerekir. Onun 5 sene dediği şeye susuz ortamda anca
25 senede varırsınız.
-
İyileşme silsilesi diye bahsettikleri tamamen doğru. Bizzat
2 kere yaşadım ve ikincisi halen Gelibolu’daki çiftlikte devam ediyor. Şu geri
geldi, bu böcek bu sene çok diye paylaşıyorum.
-
Kurak iklimlerde toprakta su tutma uygulamaları ile muson
yağışı alan bölgelerdeki uygulamalar farklı. Bizim iklimlerde toprağa yonca
ekmeniz toprağın tuttuğu suyu arttırmaz, azaltır. Toprağa saman sermeniz -hele tam
kararlı duruma gelmeden- çekirge istilasına neden olur.
-
Müdahalesizlik prensibi hep yanlış anlaşılıyor. Ne
yapacağınızdan tam olarak emin değilseniz müdahale etmeyin. Müdahale daha sonra
sizin daha çok dahil olmanıza neden olur. Kararlılık kavramı önemli – yukarıda
açıkladım.
-
Müdahalesiz doğal tarımda -adı üsütnde müdahale olmadığı
için- ilaç, gübre ve emek gerektiren çapa vb eylemler yoktur. Sağlıklı bir
toprakla uğraşıyorsanız bu şekilde üretim yapabilirsiniz. Ancak muhtemelen
yıllardır erozyona uğrayan, kimyasal dengesi bozulmuş, biyoloji namına boş bir
toprakla uğraşıyorsunuz. Önce onarmanız gerekecek.
-
Fukuoka fiyat rekabeti yapar. Doğal tarımla ürettiğiniz
ürünlerin satış fiyatı konvensiyonel üretilenlerle organik ürünler arasında bir
yerde olmalı.
-
Müdahalesiz doğal tarım olgunlaştığında (7 ila 15 yıl) rekolte
olarak konvensiyonel üretimle rekabet edecek hale geldiği iddiası doğrudur. Yani
500 kg/dönüm buğday alıyorsanız doğru uygulanan doğal tarımda da buna yakın bir
ürün alabilirsiniz. Nasıl’ını çözmeniz gerekecek sadece :)
-
Kil topu (tohum topu) geniş alanların restorasyonunda,
onarılmasında, toprağa yararlı mantar ve bakteri aşılamada ve ağaçlandırmada
etkili bir yöntem.
-
Bizim gurular sağ olsun permakültüre dadananın eli kopuyor.
Organiğe dadanan olursa organikçiler saldırıyor. Doğal tarım maalesef boşta. “Doğal”,
“ekolojik”, “agroekolojik” ürünler alırken dikkatli olmalı. Toprağa kükürt atan
biri Fukuoka’nın izinden gidiyor olamaz. Bordo bulamacı kullanmaz. Fanatik gibi
yaptım oldu diyenlere denk gelebilirsiniz, sonuç görmeden aldanmayın (bu aralar
bazı sinsi gruplar permakültür’e sızmaya çalışıyor – kafası sinsiliğe çalışanın
eli işe gelmez)
-
Fukuoka felsefeci değildir- felsefeyle alakası yoktur.
Kitaplarında hikayesini anlatıyor. Modern uygulamalara zıt bir iddiası varmış
ve bu iddiada haklı olduğunu sahada göstermiş. Bunu başarmak zaten en zoru, o
yüzden dede diyoruz kendisine. Lakin daha denemeden, sonuçlarını göremeden kitapların
havasına kapılmayın. Başka iklimlerde, toprak koşullarında bu sonuçları
tekrarlamada zorlandılar. Başarılı olan birkaç öğrencisi ve meraklısı var (biri
Selanik civarlarında) ancak çokları başaramadı. Bu konudaki merak ve eğilim
müdahaleli doğal tarıma (ekolojik tarıma) kaydı.
-
Günümüzdeki tarım uygulamalarında Fukuoka’nın yeri var.
Kararlılık durumu, doğayı daha kararlı hale getirmek, doğada görev boşluğunun
olmaması, Müdahalesizlik prensibi ve uygulamaları, yabani çeşitler gibi onlarca
kavram ve prensip var. Ancak erozyona uğramış, kimyası bozulmuş alanlarla
uğraşıyorsanız biraz toprağı onarmayı, mineral dengesini ve (gene) Müdahalesizlik
prensibini çalışın derim.