30 Temmuz 2025 Çarşamba

çalakalem: arısal mevzular

Biliyorsunuz son birkaç yıldır Gelibolu’da çiftlik kuruyorum. Bu çiftlikte üretimin doğal olmasını, tarımsal çölün orasında bir vaha olmasını ve bölgedeki konvensiyonel üretimle rekabet etmesini istiyorum. Arada sırada bunu başardık, bunu yapamadık diye haberler duyuyorsunuz benden. Peki nerden esti de konu arıya geldi?

Doğal tarım konusuna uzun uzun girmeyeceğim ancak tanımı şurada dursun: “Canlıların birbirleriyle olan ilişkisi sayesinde yapılan tarımsal üretime doğal üretim denir. Yani gübre mi gerekiyor, başka canlıdan alacak (koyun gübresi gibi). Ya da minerale mi ihtiyacı var, bitkinin köklerine mantar taşıyacak o minerali (bor ve kalsiyum gibi). Zararlı mı var, başka böcek yiyecek.”

Böcekleri başka böceklerin yemesi konusunu çözdük gibi. Bu konu hem akademik çalışmalarla hem de bizim çiftlikte deneme yanılmalarla tatmin edici seviyede çözüldü. Hangi çiçekten ne kadar ekmeli, nerelere nasıl ekmeli konuları oturdu kafamızda. Ancak etraf sebzeden çok çiçek olunca, insan arılar nerede diye soruyor. Sonra kirli hanım çiçeği üstünde bir arının son bızırtısını duyuyorsun, örümceğin onu kebap gibi çevirdiğine tanık oluyorsun. Rekor kıran mısır tarlasında yapraklarının ince ince kesildiğini, arıların bu yaprakları yuvaya taşıdığını görüyorsun. Şuraya oturayım da biraz dinleneyim dediğinde gayet sinirli sinek tipli bir arının etrafında bin beş yüz milyon tur dönüyor. Diyorsun ki örümcekleri, kertenkeleleri, kuşları düşündük de arıları niye dikkate almadık? Arı demek bal arısı mı demektir yoksa yaban arıları da olmalı? Tam her şey bitmişken en başa dönüp çiftliğin tasarımını değiştiriyorsun. Çalışmalar 2-3 yıl atıyor.

Ben diyorum en azından. Demesek olurdu da dedim bir kere :)

.

O zaman gelsin feragatname. Efendim öncelikle benim arıya alerjim var. Sizdeki gibi elim kolum şişmiyor. Boğazım kapanıyor, nefesim kesiliyor acilde kırmızı alanda gözümü açıyorum. Kendim yapamazken kimseye arı budur, arıcılık böyle yapılır deme gibi bir niyetim yok (kendi çapımda diyorum o ayrı). Ancakkitaplarda, videolarda ve sosyal medyada sorularımın cevabını bulsaydım konuya bu kadar girmek zorunda kalmazdım, kopyalar geçerdim (şikayetçi değilim ama kalmazdım :). O da yok, o yüzden konuya bir yerden girmek gerekti. Doğal tarımın problemlerini çözmeye çalışıyorum, tasarıma arıları da eklemek istiyorum. Lütfen buradan arıcılığı öğrenmeye çalışmayın, öyle bir iddiam yok.

Burcu Hanım'a ve Paye’den Beyza Hanım’a da buradan sonsuz teşekkür ederim. Bu konuda kime soru sorabilirim diye Instagram’da paylaşım yaptığımda onlarca kitap ve makale gönderdiler (malesef tarladaki üretime denk geldi, daha çeyreğine bile bakamadım). Tıkandığımda, işin içinden çıkamadığımda yardımcı oldular. Çok çok teşekkür ederim. Onlar olmasa halen daha debelenip duruyordum. Tavukçu ya da sebzeci tayfada yok bu, çok kıymetli.

Buradan benim konuyu öğrenmeye başlayalı daha 6 ay olmadığını çıkartabilirsiniz. Anlatım ondan oldukça kaba saba. Affola.

.

Bostanda arı konusu açıldığında ister istemez arıları ikiye ayırıyoruz, bal arıları ve diğer arılar. Esasında böyle ayırmamalıyız, diğerleri diye ayırdığımız arıların birbirleriyle alakası yok. Hepsini bir kitaba toplayalım demişler, binlerce sayfa süren ve bölümlerin birbirleriyle alakası olmayan kaynaklar ortaya çıkmış. Ancak bal deyince akan sular duruyor. O yüzden doğal tarımda da bal arısı ve diğerleri diye konuya bakacağız. Yanlış olduğunu bilip ilerlemeli.

.

Diğer arılar:

Kitapların daha binde birini okumadığım için ayrıntılara daha sonra gireceğiz. Konuyu hızlı ve öfkeli şöyle özetleyebiliriz:

  • Doğal tarımda avcıları yıl boyunca beslemek önemli. Zararlıların sayıları bir anda artarken avcı sayısının artması yıllar sürebiliyor. Ayçiçeği zararlısını düşünün mesela. Nisan- mayıs gibi ayçiçeği ekildi. Haziran ayında zararlı tezgahını kurdu. Ağustos ayında üredi ve kendini toprağa gömdü. Gelecek sezona kadar bekleyecek. Onun avcısı ne yapacak? O da mı kendini gömecek? Bu yüzden avcıların çoğu genelci, her çeşit zararlıyla ve hatta yararlıyla besleniyor. Önüne ne gelirse yararlı zararlı fark etmeksizin mideye indiriyor. Bu arkadaşları (peygamberdevesi, örümcekler, hatta kirpi gibi) yıl boyu beslemek lazım ki zararlıları gördüğü gibi mideye indirsin. Yıl boyu avcıları besleyen fedailerimiz var. Mesela uğurböceği – böcekçil kuşları besliyor. Toprak solucanı ve tespih böceği kirpiyi besliyor. Arılar da – yaban arıları da peygamberdevesi, örümcekleri ve benzerlerini besliyor. İlk maddeden yabani arıları yenmesi için besliyoruz demek biraz acayip olduğu doğrudur ancak gerçek bu.
  • Doğada aynı görevi yapan iki canlı olmaz. Her görev boşluğunu (niş’i) yapan bir tür vardır. Çiçek aynı olsa bile hava sıcaklığı, nem ve diğer çevresel faktörler değişiyor. Açıkçası çiçekler de değişiyor. Bu yüzden arılar kendi aralarında yılı bölüşmüşler. İnşaatçı arılarına ağustos ayında pek denk gelemezsiniz, çünkü ilkbaharı seviyor. Baharın başında çiçek açan baklalar 2-3 hafta bakla tutmuyor çünkü bahçenizde yeterli sayıda bombus yok (bal arıları daha uyanmadı). Mısırda tozlaşmada sıkıntı yaşıyorsunuz çünkü bal arıları o dönemde polen topluyor, tozlaşmaya faydası yok. O görev yaprak kesen arılarının işi. Bu ve bunun gibi onlarca sebepten dolayı olabildiğince çok çeşit yabani arıya bahçemizde ortam sağlamak istiyoruz.
  • Arı otelleri arıları gözlemlemek için güzel ancak yabani arılar doğal ortam istiyor. Öğrenmek için kullanabilirsiniz ancak yabani arıların sayısını arttırmak istiyorsanız yapmanız gerekenler farklı. Mesela çapalanmayan alanlar, güneye ya da güney doğuya bakan taş/tuğla duvar. Yağmur almayan kumlu alanlar gibi. Bunların çoğu şehir ortamında halihazır olduğu için hobiciler bir arı oteli patlattı mı tüm arılar oraya doluşuyor. Tarlada bu ve benzeri onlarca şartı sağlamak için her arı cinsinin ihtiyaç duyduğu alanları yaratıyoruz. Yoksa tarlaya iki arı oteli kurmakla çözülseydi bu iş…
  • Bal arıları ile yabani arılar aşırı bir durum yoksa birbirleriyle rekabet etmiyor. Niye rekabet etsinler ki? Herkesin olayı farklı. Ancak siz gidip 10 dönüme 1 kovan konması gereken bir bölgede, dönüme 10 kovan koyarsanız yabani arıları unutun. Taşıma arıcılıkta hiç mi hiç dikkat edilmeyen, doğanın içine eden bir uygulama bu. Bostan ya da çiftliklerde buna mutlaka dikkat ediyoruz.
  • Tekrar yazayım, gözden kaçmasın. Yabani arıları desteklemek istiyorsanız toprağı çapalamak yok. Eski kütükleri atmak, yakmak yok. Alanın en az üçte birini yabanıl bırakmanız gerekiyor. Ama hepsinden önemlisi -gene tekrar- çapa yok! Çiçek ekeyim, arı oteli yapayım -bunlar hep ikinci, üçüncü sırada. En önemlisi çapa. Daha doğrusu çapalamamak.

Bal arısı mevzusu

Arıcılığı yıllardır okuyorum ancak alerjimden dolayı cesaret edemedim. Modern arıcılığın doğal tarımla/üretimle uzaktan yakından alakasının olmaması beni hep hayrete düşürmüştür. 1800’lerden sonra üretimin kolaylaştırılması için yapılan işlemlerin çoğu arıcılığı bizim anladığımız “doğal”dan koparmış. Bizim doğal tarımda, permakültürde, hayvancılıkta bildiklerimizle günümüzdeki arıcılık taban tabana zıt. Meraklı arıcı birkaç kişi haricinde bizim yaptıklarımızı anlayan malesef yok. Genelde doğal üretim dediğimizde ilaçsız üretim anladıklarını da gördüm. Buna benzer bir muhabbeti yıllar önce tavukta etmiştik, ona güvenerek yazdım yukarıdakileri.

Arıcılıkta konvensiyonel üretimin temellerinin atıldığı 1800’lü yıllardan önceki arıcılığı araştırdım. Sepet örmek açıkçası zor geldi. Canlı kovan yapmaya (yaşayan ağaca şekil vererek kovan yapmak) ömrüm yetmez. Kütük kovan yapayım dedim. Eski usul, içini yakarak. Bununla ilgili yazı gelecek. Eski usul kütük kovanda kovan kontrolü yılda iki kez yapılıyor (ya da yapılmıyor). Genelde kovan öldüğü vakit bal hasat ediliyor (ya da nadiren sonbaharda, az miktarda). Kaynakların yalancısıyım; nasıl viskiye meşe fıçının tadı geçiyorsa bala da kütüğün tadı geçiyormuş. Göreceğiz.

Bir yandan eskiyle yeniyi kıyaslamak için bildiğiniz kovanda üretim başladı. Ben değil, yeğenim. Kendi yapıyor, bildiğini yapıyor. Ancak bizim doğal bahçede, doğal üretimin yapıldığı alanlarda. İlk balımızı hasat ettik, 30 bin lira harcayıp 3 kg bal hasat ettik :) Malum ilk sene. Ama ne bal! Çok çok iyi. Öğlen tattım, akşam oldu rayihası hala damağımda.

Dönüme kaç adet kovan koyabiliriz, neler eklemeli neler ekmemeli mevzularını hep araştırıyorum bu aralar. Şimdilik şu bilgi gelsin, bahçede söktüğümüz ancak her yıl ısrarla gelen onlarca yabani ot var ya (akrep otu, turp otu gibi) işte onlar hep bal arıların favorileri. Ballı baba dendiğinde eflatun çiçekler açan minik bir bitki düşünmeyin, onun farklı farklı çeşitleri var, hepsi arıların en sevdiği. Yabani otları sökerken, bahçeyi temizlerken arıların hangilerine konduğuna bir bakın derim. Akrep otunu artık bostandan sökmüyoruz mesela.

.

Özetlemek gerekirse:

  • Yabani arıları bu sezonu atlattıktan sonra inceleyeceğim. Her biri için ayrı ayrı incelemek, tasarımda dikkat etmek gerekiyor.
  • Bal arısını iki farklı usulde yetiştiriyoruz (deniyoruz). İlki modern arıcılıktaki gibi kovanda (yeğenim). İkinci yöntem içi yakılarak oyulmuş kütük kovanlarda, yabani şekilde yetiştiricilik (ben). Her ikisinde de ortam doğal, bol bol yabani çiçek var, doğal üretimin ilkeleri takip ediliyor.
  • Kütük kovan yazısı yakında burada, kapağını yapmaya fırsat bulamadım bir türlü. 

6 Temmuz 2025 Pazar

mevzu: Fukuoka'yı anlamamak

Yazı uzun – özeti en sonda. Ayrıntıları merak ediyorsanız size bekleyen üç bin kelime var:)

.

Japon’nun birinin bir fikri varmış. Çokları gibi günbatımına karşı elinde birasıyla “aman bea” demek yerine (evet, evet Japonya’da da bea diyorlar) ömrünü vermiş, fikrini kovalamış. Savrulmuş, yorulmuş, bir şeyler ortaya çıkarmış. İyisiyle kötüsüyle, eksiğiyle fazlasıyla yaptıklarını kitaplara dökmüş. Bu kitaplar onlarca dile tercüme olmuş. Milyonlarca insanın gözlerini açmış, ilham olmuş, sonrasında para ve zaman kaybedecekleri çabalara baş koymalarına neden olmuş. Bizlerin köyün en yaşlısı gibi sevdiğimiz Masanobu Fukuoka‘nın hikayesi budur. Gerçeği zaten bir yerlerde yazılırdır.

Bu adamcağızın kitapları İngilizceye çevrilirken iyi çevrilmedi. Diğer dillere geçerken de İngilizceden çevirdikleri için dünyanın en teknik dillerinde bile saçma sapan tercümeleri var. Ama bizde öyle mi! Gördün deli, savrul geri :) Nasıl olduysa öyle başarılı çevirmişler ki Türkçeye, Japonca biliyorsanız bile Türkçesini okuyun derim. Terimleri tercüme etmek zordur, çevirmen nasıl olduysa cuk diye oturtmuş kelimeleri. Bu durum kitap dünyasında çok nadir olan bir hadise, kıymetini bilmeli. Alın okuyun mutlaka.

Peki dangalaklarla dolu bu güzel ülkemizde durumlar nasıl? Açıkçası ortam karışık. Organik ifadesini korunduğu için ne kadar ürün itelemeye çalışan varsa “doğal” ve “Fukuoka’nın izinden gidiyoruz” diye yapıştırıyor.

Hadi başlayalım.

.

Giriş:

Fukuoka’nın kitaplarını okuduktan sonra sizi değişik bir duygu saracak. Doğru yaa, böyle olmalı diyeceksiniz. Sonra tohum topu tarifi için kitabı açacaksınız, bulamayacaksınız tarifini. Okuduğunuzdan adım gibi eminken çıkmayacak sayfaların arasından. Sonra tarife benzer birkaç paragraf bulacaksınız. Tam buldum diyeceksiniz ancak uygularken yazılanların yetersiz olduğunu göreceksiniz (bu arada çöl kitabında reçetesi var). Sanki tarifini kendine saklamış, söylemiş ama söylememiş. Vermiş ama saklamış.

Müdahalesizlik prensibi zırt pırt karşınıza çıkacak. Bir şey yapma bir hafta sabredersen uğurböcekleri gelecek zaten diyecekler. Farklı farklı isimler verecekler, aynı şeyden bahsedecekler. Kitapta yazıyordu diyeceksiniz.

Sepp Holzer’in hügelkültürünü (odun yatağı) okurken ya da videolarını izlerken Fukuoka’nın da odun gömdüğünü hatırlayacaksınız. Böyle çok eskilerden silik anılar gibi. Kitabı tekrar karıştıracaksınız, şanslıysanız o cümlelere tekrar denk geleceksiniz.

Kirpinin hikayesi şu: 2013’den beri (yüksek tezini imzalatmaya İstanbul Üniversitesine giderken almış kitabını, tez yüzünden oldukça travmatik bir andı. Raftan aldığım anı çok net hatırlıyorum) Fukuoka’yı derinlemesine çalışıyorum. Sabah akşam onunla yatıp kalktım demem, ama permakültür sınavı yapsalar ve soruları seçme şansım olsa ilk Fukuoka’yı seçerdim. Ne uygulamalar yaptım, ne eğlendim :)

.

Genel:

Fukuoka Kimdir? Ne yapmıştır?

Fukuoka’nın bir iddiası var. Diyor ki doğa mükemmeldir, her görevi bizden kat be kat daha verimli, hızlı ve doğru yapacak canlılar var. Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım bunu çözemeyiz. Bu yüzden gerekmediği sürece müdahale etmemeli, bu dünyanın olsa olsa çobanı olmalıyız. Zaten daha fazlası olamayız.

Fukuoka buradan yola çıkıp bu fikrin doğrulunu kanıtlamaya kendini adamış. Yazdığı kitaplar tarif değil, kendi hikayesi. Zorluğu bundan zaten, belgeselde gördüğünüz yemeği yapmaya çalışıyorsunuz.

(okuyacağınız iki paragraf genel görüşle çelişecek ancak benim fikrim şu yönde) Tarihsel açıdan Fukuoka’nın fikirleri Bill Mollison ya da Sepp Holzer gibi modern üretim tekniklerine veya yeşil devrime tepki akımı değildir (gayet tepkili ama öyle bir tavır değil). Onlar gibi alternatif üretim modeli ve felsefesi geliştirmeyi düşünmez (siz yakıştırıyorsanız o ayrı, ancak değil). Fukuoka’nın Doğal Tarımını 1950’lerden sonra üretimi baştan sona değiştiren yeşil devrim ve teknoloji selinde yerinden oynamayan bir kaya gibi düşünebilirsiniz. Bu sayede devrimlerin kendilerini haklı çıkarmak için -modern tarım olmadan toplum beslenmez, doğal tarımla rekolte hedeflerini tutturmazsınız ya da doğal tarım fiyat rekabeti yapamaz gibi iddialarla- ezdiği aksini savunan fikirlerin sığındığı bir alan yaratmıştır. Tezat oluşturan durumları örnekler sunmuş, kanıtlamış, yol göstermiştir.

Fukuoka’nın fikirleriyle öncü değildir. Öncü kişinin arkasından gelenlere yolu açması gerekiyorken, Fukuoka yalnızca nelerin mümkün olduğunu (fiyat rekabeti, toprak onarılması gibi), nelerin mümkün olmadığını (meyve ağacı budama konusu), hangi ayrıntıları atladığımızı (doğada görev boşluğu olmadığı gibi) ve modern tarımdaki tutarsızlıkları (ilaç uygulamaları ve dozajları, tohum seçilimindeki hatalar gibi) göstermiştir. Bu yaptıklarının önemsiz olduğunu göstermez, çünkü basit fikirleri sahada kanıtlamak en zoru.

Bill Mollison’a ekonomist, toplumbilimci diyen tayfanın Fukuoka’ya filozof demesine inanın hiç şaşırmıyorum. Yok hacılar, bacılar. Az buçuk felsefeye merakınız varsa Fukuoka’nın konuyla alakası olmadığını bilirsiniz. Ayrıca Bill Dedeye böyle yakıştırmalar yapanların uyanır uyanmaz kafasını buzlu suya sokması lazım.

Fukuoka gençliğinde bilimle uğraştığı için çalışma şeklini sistematik görebilirsiniz. Ancak bu uğraşında “bilim adamı” değildir, bilim yapmamıştır. Onu yapacak sermayesi de yoktur. Çiftliğin ilk yıllarında zaten sağlam sürünmüş, zorlanmış ve defalarca kez başarısız olmuştur. Kitaplarında bu kısımları hızlı geçiyor. Kitabı okuyan bizler de ilk günlerden yardığını hissine kapılıyoruz.

İyi bir doğa gözlemcisidir. Kitaplarındaki gözlemler (örümcek ağları, ani böcek patlamaları ve harmonik dengeler) doğrudur. Bahsedilenleri hem İstanbul’daki bahçemde hem de bu aralar Gelibolu’daki çiftlikte yaşıyoruz. O yüzden kitapta anlatılan masallar palavra değil, dediği gibi olan şeyler.

.

Fukuoka’nı doğal tarımının permakültürde ya da ekolojik tarımdaki yeri nedir?

Blogda daha önce bundan bahsetmiştim:

“Canlıların birbirleriyle ve dünyayla olan ilişkisine ekoloji deniyor. Bizdeki adıyla doğa bilimi. Canlıların birbirleriyle olan ilişkisi sayesinde yapılan tarımsal üretime doğal üretim denir. Yani gübre mi gerekiyor, başka canlıdan alacak (koyun gübresi gibi). Ya da minerale mi ihtiyacı var, bitkinin köklerine mantar taşıyacak o minerali (bor ve kalsiyum gibi). Zararlı mı var, başka böcek yiyecek.

Doğal tarımda başlıca iki yaklaşım var. İlki Fukuoka’nın ekolü – müdahalesiz doğal tarım (doğa tarımı ya da do-nothing farming). Bu yöntemde üretime doğrudan müdahale etmiyoruz.  Üretim olması için gerekli asgari şartları sağlıyoruz (tarlaya tohum serpmek, tohum topu atmak gibi), gerisini doğa hallediyor. Zorunda kalmadıkça müdahale olmuyor.

Diğer doğal tarım yaklaşımında müdahale var. Üretimin daha öngörülebilir olması için doğrudan müdahale ediyoruz. Bu yaklaşıma ekolojik tarım da deniyor. Ekoloji kelimesi doğal anlamında değil ekoloji biliminden geldiği için. Bilimsel çalışmalardan öğrendiklerimize göre sahaya müdahale ediyoruz. Yaptığımız her işlemin bir makalesi bir çalışması var - olmalı.”

.

“Müdahalesiz” ne demek?

Ekolojik dengeyi parmağınızın ucunda dengede tutuğunuz bir basketbol topu gibi düşünemezsiniz. Durmadan değişim halindedir ancak kararlıdır. İlla bir şeye benzetmek istiyorsanız halaya ya da stadyumlardaki Meksika dalgasına benzetebilirsiniz. Herkesin bir görevi var ve uyumlu.

Halaya bir iki kişi girse çıksa fark etmez, halay devam eder ya ekolojik döngüde de bazen kimi canlılar çıkıyor kimileri dahil oluyor. Her bir duruma kararlı hal deniyor. Mesela orman düşünün, içinde ayı var. Bir dengeye ulaşır ya, kararlı durum. Ayı yok, onun yerine kurt var. Başka bir kararlı durum. Her canlının olduğu, değişikliklere en dirençli kararlı durum içlerindeki en önemlisi – en kararlı durum. Ona ulaşırsak bizim – insanlar olarak- bir şey yapmamıza gerek olmayacak. Hiç müdahale etmeyeceğiz. Herkesin yeri var, görevi var. Sistem tıkır tıkır işliyor.

İsteriz ki sebzelerimiz yetişsin, ağaçlardan meyve toplayalım. Bostanda bir tarafımızı ayı kapmasın. Bu yüzden ekolojik dengeyi lehimize (insanların) kaydırıyoruz. Haliyle yapılacak işler çıkıyor. Tohumunu ekmezsen buğday alamazsın.

Fukuoka yapacağımız her hareketin bir müdahale olduğunu ve dengeyi bozduğunu söylüyor. Bu da bize daha çok iş olarak geri dönüyor. Daha çok iş yapıyoruz, daha çok müdahale ediyoruz ve dengeyi daha çok bozuyoruz. Fukuoka o yüzden bir sıkıntı gördüğünüzde aklınıza ilk “hiçbir şey yapmamak” gelsin diyor, müdahale etmeyin diyor. Anca zorunlu kaldığınız durumlarda müdahale edin diyor.

Yaprak bitinde bu konunun klasik örneği. Müdahale etmezseniz muhtemelen 2-3 hafta içinde uğurböcekleri devreye girecek. Kül atarsanız, ilaç sıkarsanız uğurböcekleri çoğalmayacak. Onlar çoğalmadığı için yazın başka başka problemlerle uğraşacaksınız. Mesela yazın zararlı böcekleri yiyen çit kuşu ilkbahar başlarında uğurböceğiyle beslenir. Siz yaprak bitini öldürdüm diye sevinirken yazın çekirge kâbusu yaşayacaksınız.

Müdahalesiz doğal tarımda sistemin en kararlı duruma yaklaşmasını sağlıyoruz ve zorunlu kalmadıkça ekolojik döngüye müdahale etmiyoruz.

.

Gelişme:

Kitapları Nasıl okumalı?

Açıkçası doğru okumalı. Baştan dedenin bizimle uzaktan yakından alakası olmayan bir coğrafyada yaşadığını bilmeli. Bir de Japonya’nın muson kuşağında olduğunu hem yaz hem de kış musonundan etkilendiği bilinmeli. Ney? Muson mu? Hani şu Hindistan’da olan şey. Evet o.

Muson yağmurları bizim ülkede felaket oluşturan yağmurlardan kabaca 8-10 daha kuvvetli yağan yağmurlara verilen ad. Karalar hızla ısındığında denizdeki nemli havayı içeri çekiyor o nem yağmur olarak yağıyor. Akdeniz görece küçük olduğu için bu durum bizde çok kısıtlı. Hindistan Hint okyanusun nemini kendi üstüne çekiyor. Fena yağıyor (1200 -2000 ve hatta 3000 mm kadar). Aynı durum Pasifiğin nemini üstüne çeken Çin için de geçerli (gelmiş geçmiş en büyük sel felaketleri Çin’de yaşanmıştır). Bilin bakalım Çin ile Pasif Okyanusu arasında kim var? Masanobu Fukuoka’nın yaşadığı Japonya :)

Japonya’nın şöyle bir olayı daha var. Kışın karalar daha hızlı soğuduğu için bu sefer işlem tersine dönüyor ve rüzgâr karadan denize esiyor. Çin’den denize esen rüzgâr, deniz üzerinden nem toplayıp bu sefer Japonya’ya yağdırıyor. Kış musonu. Biz burada kuraklıkla mücadele ederken dedeye yaz kış yağmur yağıyor.

Muson bölgelerindeki uygulamalar bize uygulanmaz diye bir kaide yok. Uygulanır. Ancak verilen yılları kabaca 5 ile 7 arası bir sayıyla çarpın. Hindistan’da arazi 5 yılda mı toparlamış, 20 yılda yer altı suları dolmuş, nehirler tekrar akmış. Tamam, aynı sistemi Akdeniz iklimine uygularsanız ilk sonuçları almanız 25 sene. Andrew Millison’nun youtube paylaşımlarında hiiiiç mi hiiç bahsetmediği mevzu bu işte. Yoksa biz de biliyoruz iki emdirme havuzu kazdırmayı. Doğa da benzer bir hadise var. Doğayı su onardığı için, sularsanız Fukuoka’nın verdiği takvimde ilerler her şey. Su yoksa 5-7 ile çarpın.

Bir başka hadise de adam tarlaya yonca, ak üçgül tohumu atıyor. Akdeniz’de at bu tohumları, sonra çağır beni yazın sapsarı tarlada oturalım, iki muhabbetin belini kıralım :)

Fukuokanın Bahsetmediği konular var mı?

Yani bahsetmiş de üstün körü geçmiş. Dikkatli okumuyorsanız kesin gözünüzden kaçar. Tarlaya müdahale etmiyor ancak ormanın yanına kurun diyor. Bundan daha büyük müdahale olur mu? Resmen müdahaleyi ormandan ithal ediyorsun. Bizler tarımsal çölün ortasında doğayı tekrar ayağa kaldırmaya çalışırken o sadece ormandaki ekosistemi kendi bahçesine yaymaktan bahsediyor (bunu tavsiye ediyor). Sıfırdan kuruyorsanız müdahalesiz iyileşmenin başlamasının bile yıllar alacağını göreceksiniz. Bu yüzden çoğunluk müdahale edelim ama nasıl etmeli diye mineral dengelemesi, yararlı böcekler ve bitkiler gibi konulara kayıyor.

Fukuoka’nın bahsetmediği diğer konu da ideal dengeye farklı iklimlerde, toprak yapısında vb. nasıl ulaşacağımız. Öğrencilerinin farklı iklimlerde başlattığı onlarca proje var. İçlerinden sayılı birkaçı başarılı olmuş, ancak yüzlercesi patlamış. Tamam hepsinin başarı olmasını beklemiyoruz ancak oran gerçekten iç karartıcı. Bunun nedeni fikrin yanlış olması değil, Dede’nin çekiç sallamayı anlatmak yerine hikâye anlatması.

Üretimi doğaya yaptırabilir miyiz?

Hem evet hem hayır. Ekoloji konusu biraz geriden geliyor. Bilim bazı konularda biraz yavaş. Konuyla alakasız örnek gelsin:  bizler çocukken dinozorların meteordan mı öldüğü yoksa yanardağdan öldüğü bilinmiyordu. Artık diyoruz ki bundan 66 milyon yıl önce Chicxulub Kraterini oluşturan asteroit yüzünden öldüler, K- Pg yok oluşu. Ekoloji bilim dalları içinde eeeeeen geriden gelen başlıklardan.

Fukuoka ve öğrencileri bunu yapabileceğimizi kısıtlı da olsa örneklerle gösterdiler. Dediklerinin doğruluğuna kefil olurum, çünkü ben de denedim ve doğrulayan sonuçlar aldım. Lakin konu “nasıl” mevzusunda takılı kalıyor. Farklı iklimlerde nasıl yapacağız bu işi. Ayrıca güzel turp üretiyoruz ancak başka?

Çapasız tarım mümkün mü? İlaçsız üretim mümkün mü?

Gene hem evet hem hayır. Fukuoka evet mümkün dese de kendi bahçesi hariç kanıt sunmuyor. Tamam oluyor da nasıl oluyor. Aradan geçen 50 senede artık şunu diyebiliyoruz: toprak onarıldıysa (mineral dengesinde %40 eşiğini geçtikten sonraki hal), biyolojik olarak aktifse ve gerekli ekipmanınız varsa evet çapasız (hatta işlemesiz) tarım yapabilirsiniz. Toprakta kalsiyum-magnezyum oranı kaçmışsa, fosfor çinko oranı bozuksa ve bor eksikse dilediğiniz kadar yırtının çapasız tarımda çok ciddi rekolte kaybı yaşarsınız. Toprağın biyolojik olarak aktif olması da gerekli. Organik madde miktarının %5ler seviyesine ulaşması, bunun en az yarısının da biyokararlı organik madde olması gerekiyor (yoksa hidrofobik – su iten toprak oluşur). Küçük ölçekte Fukuoka’nın serpeme ve kil topu yöntemleriyle ekim dikim işinden sıyrılabilirsiniz ancak orta/büyük ölçekte ekim dikim işleri için anıza ekim, doğrudan ekim araçlarına da ihtiyacınız olacak. Ve bu araçlar hiç ucuz değil.

İlaçsız üretim konusu çok ayrı bir konu. Onarıcı tarım üzerine çalışan örgütlerin yayınlarına baktığınızda ve BES gibi derneklerin yayınlarını takip ettiğinizde çoğu durumda ilaca alternatif bulunmadığını göreceksiniz. Yani yok değil var ancak ciddi rekolte kaybına neden oluyor. Yabani ot mücadelesi – hele hele büyük alanlarda ve onarılmamış topraklarda- tam bir baş belasıdır. Toprağı onarmak zaten pahalı bir işlem, büyük alanlar ciddi yatırım gerektiriyor. Bu esnada rekolte kaybını göze alamıyor çoğu üretici. Bu arada rakamlar üreticinin göz ardı edebileceğiniz rakamlar değil. Mesela dönüm başına kabaca 10 bin lira yatırım (250 dolar) ve ilk 4-5 yıl boyunca yıllık 5000 lira rekolte kaybı (125 dolar) olacaktır. Fukuoka’nın arsasının ona aileden geçtiğini söylemiştik di mi? :)

Fukuoka ilaç kullanmadan da üretim yapabileceğimizi gösterdi. Hatta pirinç gibi çok yoğun işlem gerektiren bir tahılı müdahalesiz yetiştirdi. Bu bir kenarda dursun. Aynısını buğdayda, ayçiçeğinde, pamukta, mısırda yapmak ayrı bir macera. Çözülmesi gereken onlarca problem var. Küçük ölçekteyseniz sıkıntı yok, büyük ölçek başka bir konu.

Toprağın üstü yeşil örtü mü olmalı hep? Yonca mı ekmeliyiz?

Hayır. Yazdıklarımı tekrar edeceğim, Fukuoka Muson bölgesinde yaşıyor. Yağış alan bir bölgeyle kimi zaman 6 genelde 4 ay yağış almayan, kuraklıkla mücadeleyi kaide bellemiş bölgeleri bir tutamazsınız.

Bizde toprakta su tutmak için yapılan işlemi anlamak için buğday-ayçiçeği ekim nöbeti incelenmeli. Normalde bu ekim nöbeti programı 7 tahılı kapsarken, sahadaki uygulamalarla (Cumhuriyetin kuruluşundan 1960lara kadar süren deneme yanılmalarla) iki tahıla indirgenmiş, araya su yakalama boşluğu eklenmiş. Buğday hasadını takiben toprak eylül sonu ekim başı gibi derin sürülür. Kışın ot çıkmasına müsaade edilmez. Bu sayede sonbahar – kış ve ilkbahar başında yağan yağmur toprakta depolanır. Ayçiçeği ekiminde toz malçı uygulaması yapılır. Önce sığ sürülerek yüzey koparılır. Sonra tırmık çekilerek bu en üst tabakanın su iletemeyen toz tabakasına dönüşmesi sağlanır. En son ayçiçeği ekilir. Hatta ayçiçekleri belli bir boya geldikten sonra bir kere daha tırmık çekilir (hem otları öldürmesi hem de bahar yağışlarıyla kaymak tabakası kaplayan toprağı tekrar parçalamak, toza dönüştürmek için, suyun buharlaşmasını engellemek için).

Yani biz topraktaki suyu arttırmak için üzerine bir şey ekmiyoruz, bilakis parçalıyoruz, derin sürüyoruz.

Fukuoka’nın yöntemini küçük ölçekte ya da su alan alanlarda yapabilirsiniz (dedikleri doğru). Yıllık yağışı 800 mm’den az olan ya da Akdeniz-Karasal iklimde bulunan bölgelerde yonca topraktaki suyu kullanır, toprağı sıkar ve daha hızlı kurumasına neden olur.

Akdeniz iklimi farklı bir manyaklık.

Doğal ağaçlar güçlüdür. Hastalık gelmez diyorlar? Doğru mu?

Yeanniii. Sağlıklı beslenirseniz hiç hastalanmayacağınızı mı düşünüyorsunuz? Hayat demek ölüm demektir, güç demek zayıf demektir. Bir kümese baktığınızda 10 tane tavuk 1 tane horoz görüyorsanız, bilin ki diğer 9 horoz ya çorba oldu ya da mevcut horoz tarafından parçalanarak öldürüldü. Bu da en iyi senaryo. Malum civcivlerin yarısı erkek yarısı dişi çıkıyor…

Yetiştirdiğimiz kültür çeşitlerinin çoğu (neredeyse tamamı) doğada tek başına hayatta kalamayacak zayıf canlılar. Köpeğinden tutun sebzesine, tavuğundan tutun meyve ağacına. Hepsi bizim sayemizde hayattalar.

Fukuoka da bunu fark etmiş. Tamam kararlı durumu kendi lehimize (insan) çekiyoruz ancak sebzeler bu durumda bile zorlanıyor, müdahale gerektiriyor. O yüzden kitabında yabanileştirmekten bahsediyor, ata çeşitler ve yabani çeşitlerin incelenmesi gerektiğini söylüyor. Meyve ağacı konusunu çözememiş ama. Müdahalesiz doğal tarımda turp, pirinç, buğday, acı yeşillikler gibi çeşitlerin kolay yetiştirilmesi hep bundan.  Meyve ağaçlarının en doğalları, genelde aşılanmamış olanları hayatta kalıyor ve ürün veriyor (bkz: gıda ormanı).

Peki yetiştiremeyecek miyiz? Gayet güzel yetiştirirsiniz. Toprağı onarırsanız bitkileriniz daha dirençli olacaktır. Hastalıklar rüzgâr gibi bahçeyi kasıp kavurmaz. Gene dikkat etmeniz, gözünüzü açmanız gerekiyor.

Müdahale gerekirse müdahaleli doğal tarıma buyurun efendim. Ekolojik tarım. GMC, Helen Atthowe (kendisi Fukuoka’nın öğrencisi zaten).

Doğal ürünler çok pahalı. Fukuoka bu konuda ne diyor?

Fukuoka diyor ki -kitabı tersten okuyanlardan olmayın- ben ilaç atmıyorum, gübre atmıyorum, sulamıyorum. Bir tek çıkıp topluyorum. Maliyetim yok ki pahalı olsun. Piyasa fiyatına satıyorum, daha çok kar ediyorum diyor.

Kitabı doğru okursanız Fukuoka’nın fiyat rekabeti ettiğini (kar rekabeti değil), pazardaki konvensiyonel ürünle aynı ya da yakın fiyata ürünlerini sattığını görürsünüz. Doğal ürünlerin fiyatı bizde olduğu gibi 5 -10 kat pahalı olamaz.

Atthowe organik sertifikalı ürünler ile doğal ürünlerin fiyatlarının başa baş olduğunu, daha fazla olmayacağını ifade ediyor. Eşiyle pazara çıktıklarında amaçlarının ürünü bitirmek olduğunu, pahalıya satalım az satalım olmadığını vurgulamak lazım. Geri taşımak istemiyorlarmış. Konvensiyonel ürünlerle rekabet etmiyormuş çünkü 1) hem zaten satılıyor 2) konvensiyonel ürünlere devletin yaptığı destek fiyatları kıyaslamayı güçleştiriyor.

Dedikleri doğru. 2023 sezonunda ürettiğim zeytin yağının kafamdaki satış fiyatı 200 liraydı. O yıl açıklanan resmi rakam budan daha bile fazlaydı. Ben 200 liraya tüm maliyetimi çıkarıyorum, vergisini vs ödüyorum, üzerine %40 kar ediyorum ve hala tavsiye edilen fiyatın altında çıkıyor. Masrafım yok çünkü!

Nedir bu tohum topu yöntemi? Niye ısrarla kil topu diyorsun (Kirpi’de)?

Tohum topu yöntemi Fukuoka’ya atfedilse de esasında antik mısırdan günümüze kalan yöntemlerden biri. Tohumu kil ile kaplıyorsun ve bu küçük topçukları etrafa serpeliyorsun. Kil tohumu havadan, sudan, zamansız çimlenmeden ve böcek, fare ve kuşlardan koruyor. Serperek %5 verim alırken, kil topuyla bu oranı %60-90 arasına çıkartıyorsun. Mükemmel.

Fukuoka’dan sonra bu yöntem geliştirilmeye devam edildi. Yahoo groups vardı bir ara, orada onlarca deneme paylaşıldı. Tohum karışımları denendi, içine çimento katıldı, gazete hamuru katıldı, mikoriza katıldı. Binlerce deneme… Bu arada gruba katıldım, kil topu üretme makinesi yaptım. Evde bir yerde motoru ve bağlantıları duruyor olacak. Varili başka işte kullandık.

Görüldü ki bu yöntem sebze ekmek için çok da uygun değil. Geniş alanların restorasyonu için, onarılması için tercih edilen bir yöntem. Geniş alanlara çiçek mi aşılamak istiyorsunuz? İdeal.

Meğerse mevzu tohum değilmiş. Bu alanları onaran şey tohum değilmiş. Kilmiş. Daha doğrusu kilin içindeki bakteri ve mantarlar. Tohumunu ektiğimiz bitkiler bu bakteri ve mantarla enerji sağlıyormuş. Kil toplarını bir de yararlı mantar ve bakteri aşılayarak deneyin ve sonuçları kendi gözünüzle görün (illa özel mikoriza sporu karıştırmanıza gerek yok, elekten geçirilmiş keçi gübresi, sağlıklı kompost gibi de olur.).

Bu sonuçları gördükten sonra tohumsuz “tohum topları” hazırladım ve uyguladım. Bitki gelişimi, doğanın onarılması ve diğer konularda aynı sonuçları aldım yalnız içinde turp tohumu olmadığı için bu alanlarda turp yetişmedi haliyle. Bir de tohumsuz tohum topu attığım alanlara sonradan turp tohumu serptiğim denemem var. İçinde turp tohumu olanla aynı sonuçları aldım. Turplar daha seyrek ekildiği için daha albenili oldu.

O yüzden kil topu diyorum. Mevzu tohum değil çünkü, mevzu kil.

.

Sadede gelecek olursak:

  • Fukuoka’nı kitaplarını bir tarif kitabı gibi okumayın. Hikayesini anlatıyor. Okuduklarınızı bahçeye uygulamak belgeselden tarif çekmek gibi bir şey.
  • Kitapları Türkçeye çok iyi tercüme edilmiş. Okuyun (gözünüzü seveyim lütfen okuyun :)
  • Japonya musondan etkileniyor. Musonla Akdeniz ya da karasal iklimi bir tutmazsınız. Fukuoka’nın bahsettiği iyileşme silsilesini burada yaşamak istiyorsanız su gerekir. Onun 5 sene dediği şeye susuz ortamda anca 25 senede varırsınız.
  • İyileşme silsilesi diye bahsettikleri tamamen doğru. Bizzat 2 kere yaşadım ve ikincisi halen Gelibolu’daki çiftlikte devam ediyor. Şu geri geldi, bu böcek bu sene çok diye paylaşıyorum.
  • Kurak iklimlerde toprakta su tutma uygulamaları ile muson yağışı alan bölgelerdeki uygulamalar farklı. Bizim iklimlerde toprağa yonca ekmeniz toprağın tuttuğu suyu arttırmaz, azaltır. Toprağa saman sermeniz -hele tam kararlı duruma gelmeden- çekirge istilasına neden olur.
  • Müdahalesizlik prensibi hep yanlış anlaşılıyor. Ne yapacağınızdan tam olarak emin değilseniz müdahale etmeyin. Müdahale daha sonra sizin daha çok dahil olmanıza neden olur. Kararlılık kavramı önemli – yukarıda açıkladım.
  • Müdahalesiz doğal tarımda -adı üsütnde müdahale olmadığı için- ilaç, gübre ve emek gerektiren çapa vb eylemler yoktur. Sağlıklı bir toprakla uğraşıyorsanız bu şekilde üretim yapabilirsiniz. Ancak muhtemelen yıllardır erozyona uğrayan, kimyasal dengesi bozulmuş, biyoloji namına boş bir toprakla uğraşıyorsunuz. Önce onarmanız gerekecek.
  • Fukuoka fiyat rekabeti yapar. Doğal tarımla ürettiğiniz ürünlerin satış fiyatı konvensiyonel üretilenlerle organik ürünler arasında bir yerde olmalı.
  • Müdahalesiz doğal tarım olgunlaştığında (7 ila 15 yıl) rekolte olarak konvensiyonel üretimle rekabet edecek hale geldiği iddiası doğrudur. Yani 500 kg/dönüm buğday alıyorsanız doğru uygulanan doğal tarımda da buna yakın bir ürün alabilirsiniz. Nasıl’ını çözmeniz gerekecek sadece :)
  • Kil topu (tohum topu) geniş alanların restorasyonunda, onarılmasında, toprağa yararlı mantar ve bakteri aşılamada ve ağaçlandırmada etkili bir yöntem.
  • Bizim gurular sağ olsun permakültüre dadananın eli kopuyor. Organiğe dadanan olursa organikçiler saldırıyor. Doğal tarım maalesef boşta. “Doğal”, “ekolojik”, “agroekolojik” ürünler alırken dikkatli olmalı. Toprağa kükürt atan biri Fukuoka’nın izinden gidiyor olamaz. Bordo bulamacı kullanmaz. Fanatik gibi yaptım oldu diyenlere denk gelebilirsiniz, sonuç görmeden aldanmayın (bu aralar bazı sinsi gruplar permakültür’e sızmaya çalışıyor – kafası sinsiliğe çalışanın eli işe gelmez)
  • Fukuoka felsefeci değildir- felsefeyle alakası yoktur. Kitaplarında hikayesini anlatıyor. Modern uygulamalara zıt bir iddiası varmış ve bu iddiada haklı olduğunu sahada göstermiş. Bunu başarmak zaten en zoru, o yüzden dede diyoruz kendisine. Lakin daha denemeden, sonuçlarını göremeden kitapların havasına kapılmayın. Başka iklimlerde, toprak koşullarında bu sonuçları tekrarlamada zorlandılar. Başarılı olan birkaç öğrencisi ve meraklısı var (biri Selanik civarlarında) ancak çokları başaramadı. Bu konudaki merak ve eğilim müdahaleli doğal tarıma (ekolojik tarıma) kaydı.
  • Günümüzdeki tarım uygulamalarında Fukuoka’nın yeri var. Kararlılık durumu, doğayı daha kararlı hale getirmek, doğada görev boşluğunun olmaması, Müdahalesizlik prensibi ve uygulamaları, yabani çeşitler gibi onlarca kavram ve prensip var. Ancak erozyona uğramış, kimyası bozulmuş alanlarla uğraşıyorsanız biraz toprağı onarmayı, mineral dengesini ve (gene) Müdahalesizlik prensibini çalışın derim.